08 Mart 2025

Sev ki mutlu olasın

“Mutluluk” diye tanımladığımız “şey” esasen genetik kodlarımızda var. Yemek yerken bile bir süre daha açlıktan ölmeyeceğimizi düşünüp mutlu oluyoruz. Ama düşünün bakalım son yıllarda yapmaktan zevk aldığınız neleri asla yapmamanız gerektiğini öğrendiniz?

TÜSİAD Başkanı, “Hem sanayici mutsuz hem çalışanlar. Hem büyük işletmeler zorlanıyor hem KOBİ’ler.

Hem batıdaki girişimciler yakınıyor hem doğudakiler. Peki kimin yüzü gülüyor” diye sorunca başı belaya girdi.

Onun için ben sormayacağım, sözü doğrudan Türkiye İstatistik Kurumu’na bırakmakta yarar görüyorum.

Hem kendi mutluluğum hem de savcılara gereksiz bir iş yükü çıkarmamak için!

TÜİK her yıl şubat ayında Yaşam Memnuniyeti Araştırması’nın sonuçlarını yayınlar. 2024 sonuçları TÜSİAD Başkanı’nı haklı çıkarıyor gibi.

Araştırmaya göre “mutlu” olduğunu söyleyen 18 yaş ve üstü halkımızın oranı ilk kez yüzde 50’nin altına indi.

2023 yılında halkımızın yüzde 52.7’si mutluymuş. Mutluların oranı 2024 yılında 3.1 puan azalarak yüzde 49.6’ya inmiş.

Geçen 22 yılda mutsuzluk arttı

AKP iktidarının ilk yılı olan 2003’te “mutluyum” diyenlerin oranı yüzde 59.4 imiş. 22 yılda daha mutsuz bir toplum haline dönüşmüşüz.

Yekten “mutsuzum arkadaş” diyenlerin oranı da artmış, son bir yıl içinde 13.7’den 14.5’e çıkmış.

Ayrıca Reis’i sinirlendirme pahasına şunu da söylemeliyim. AKP’nin iktidara geldiği yıl, “bir sonraki yıl için daha iyimser” olanların oranı yüzde 44.6 imiş. Geçtiğimiz yıl “gelecek yıl bu yıldan daha iyi olacak” diye bekleyenlerin oranı yüzde 22.4’e inmiş.

Yani diyeceğim o ki TÜSİAD Başkanı “kulaktan dolma bilgilerle” konuşmuş gibi görünmüyor.

Biliyorsunuz önümüzdeki seçime kadar anayasa değişikliği de yapılmak isteniyor.

İktidar sözcülerine göre sivil bir anayasa ile yönetilmeye başlarsak hepimiz daha mutlu olacağız.

Mutluluk ile anayasa arasında böyle doğrusal bir ilişki kurmak ne kadar doğru olur bilemiyorum tabii.

Bizim gibi toplumlarda anayasalara büyük önem veriliyor ama iş uygulama faslına gelince o kadar da ciddiye alınmıyor.

Sıradan vatandaşların da yeni bir anayasa yapılırsa, Türkiye’yi artık kimsenin tutamayacağı iddialarını ciddiye aldığını da zannetmiyorum aslına bakarsanız.

“Anayasayı değiştirerek, kanunları yeniden yazarak mutlu insanlara dönüşebilir miyiz” sorusuna verilmiş, başı sonu tutarlı bir yanıt da duymadım.

Anayasadaki ‘mutluluk’ hakkı

1776 yılında ABD’nin “kurucu babaları”, bugün Trump’ın uygulamamak için bin takla attığı Anayasa’yı yaparlarken vatandaşların üç temel hakkı olduğunu kabul ettiler.

Birincisi yaşam hakkıydı. Her insanın doğum ile birlikte kazandığı bir hak.

Bu hakkı ihlale yönelik davranışlar, yani adam öldürmek, bu sonucu doğurabilecek şekilde yaralamak öteden beri zaten “suç” olarak tanımlanan davranışlardı.

İkinci hak, insanların özgür olma haklarıydı ki bugün dünyanın en otoriter idaresi bile vatandaşlarının aslında “özgür” olduklarını iddia ediyor.

Tabii bizde olduğu gibi “kanunlar dairesinde”!

Üçüncü “temel hak” ise bize çok yabancı.

Bu temel hak, insanların “mutluluk peşinde koşma hakkı” olarak tanımlanıyor.

Dikkat edelim lütfen, “mutluluk hakkı” değil, “mutluluk peşinde koşma hakkı”!

Çünkü bireyci inanışa göre vatandaşların mutluluğundan esasen devletler sorumlu tutulamaz.

Bu görüşe göre vatandaşlara devletin müdahale edemeyeceği bir özgürlük alanı yaratılmalı ve insanlar ne ile mutlu olacaklarını düşünüyorlarsa onun peşinde koşmalarına olanak sağlanmalıdır.

Yani devlet şunu demez: “Ali, Ayşe ile evlensin, mutlu olsun!”

Bu Ali’nin ve Ayşe’nin özgürce ve kendi başlarına verecekleri bir karara bırakılmalıdır.

Devlet şunu da söylemez: “Madem evlendiniz, siz üç çocuk doğuracaksınız.”

Bu da Ali ile Ayşe’nin kendi başlarına ve herhangi bir kısıtlamaya maruz kalmadan verebilecekleri bir karar olmalıdır.

Özgürlükle yakından ilgili

Çin’de Mao’nun Kültür Devrimi’nden sonra çiftlere “bir çocuk” kısıtlaması konmasının, insanları nasıl mutsuz ettiğini, sırf cinsiyet tercihleri nedeniyle birçok çocuğun doğumdan hemen sonra bizzat ailelerince öldürüldüğünü ya da sokağa terk edildiğini de biliyoruz.

Yani esasen mutluluk peşinde koşma hakkı, özgürlük hakkıyla yakından ilgilidir.

Eğer bu özgürlükler şu ya da bu şekilde kısıtlanıyor, vatandaşların kendi haklarındaki kararlarına devletin müdahalesi söz konusu oluyorsa, mutluluk peşinde koşma hakkı da özgürlük hakkıyla birlikte askıya alınmış olur.

Bu durumda, özgür olmayan ülkelerde yaşayanların hayatlarının sonuna kadar mutluluğu tadamayacaklarını mı söylemeliyiz?

Hayır. Bu ikisi ayrı şeyler.

“Mutluluk” diye tanımladığımız “şey” esasen genetik kodlarımızda var.

Yuval Noah Harari, Homo Deus’ta biyokimyasal sistemimizin sağ kalmak ve üreme olasılığımızı artırmak şeklinde evrim geçirdiğini yazıyor.

Bunun için de biyokimyasal sistemimiz, sağ kalmak ve üremeye yardımcı olan davranışlarımızı bize haz veren duygularla ödüllendiriyor.

Yemek yerken bir süre daha açlıktan ölmeyeceğimizi düşünüp mutlu oluyoruz. Ne kadar iyi yemek yiyebilirsek o kadar daha çok mutlu olabiliyoruz.

Partnerimizle seviştiğimiz zaman biyokimyasal sistemimizin bize verdiği mutluluk duygusu, bu eylemi sıkça tekrarlayarak mutlu olmamız yönünde bizi teşvik ediyor.

Eskiden bize zevk ve mutluluk veren birçok eylemi günümüzde tekrarlarken suçluluk duymamızın nedeni de aynı kimyasal durum.

En iyi seçenek yatıp uyumaksa...

Sigara ve içkiden uzak durmak, kahveyi günde bir - iki küçük fincan ile sınırlamak, tereyağında kızartılmış kaz ciğeri yememek gerektiği bize söyleniyor ve bu hayatta kalma içgüdümüzü de şekillendiriyor.

Onun için ağır bir Fransız yemeğinin ardından bir puro tüttürüp konyak içerken bir yandan da huzursuz oluyoruz.

Oysa bütün bunların zararlarını bilmeden önce, bu eylemleri tekrarlamak, insanın kendini mutlu hissetmesine yetiyordu.

Düşünün bakalım son yıllarda yapmaktan zevk aldığınız neleri asla yapmamanız gerektiğini öğrendiniz?

Kahve içmeyin, sigara içilen yerde bile durmayın, şekere - çikolataya elinizi sürmeyin, sert içkileri unutun, şarabı bir kadehte kesin, kırmızı et yemeyin, hatta derin deniz balığı da yemeyin, “beyaz ekmek mi, sakın ha”, “portakal suyu içmeyin” gibi bir dizi talimat!

Akşamları içine yağ konmadan haşlanmış sebze yiyerek ve sadece bir yarım kadeh kırmızı şarap içerek insanlardan yatağa girmeleri ve rahat bir uyku çekmeleri isteniyor!

Böyle bir akşamdan sonra zaten kimin canı sevgilisine sarılıp sabahlara kadar gevezelik yapmayı çeker ki?

En iyi seçenek yatıp uyumak ve o tatsız akşam yemeğini unutmaya çalışmak oluyor haliyle!

Böyle yapınca da nüfusun artış hızının düşmesinden daha doğal ne olabilir?

“Peki ne yapacağız, nasıl mutlu olacağız” sorusunun tek bir yanıtı da yok tabii.
Ama ben size Hermann Hesse’nin bir sözünü aktarayım, en iyisi onun yolundan gitmeye çalışmak gibi geliyor bana:

“Sevilmek mutluluk değildir. Her insan kendi kendini sever; ama mutluluk bir başkasını sevmektir.” 

Oksijen gazetesinden alınmıştır.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazetesi ve dergilerini yayınladı.

Askerlik görevi Kara Harp Okulu'nda yapıldıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe geri döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu.

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınlandı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğu yapıldı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yıl sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda ise Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grubu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ve futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kendi kendine söylenen insanlar ülkesi

Söyleniyoruz ama buna yol açan sorunlara karşı sesimizi yükseltmek için herhangi bir şey yapmıyoruz. “Çıkın bir protesto edin ya” diyen adama “hadi gel” desek, “şu anda hastam var” yanıtını almamız kuvvetle muhtemel. Siz de sokağa çıkarak hak aramak bizim millete göre değil diye düşünenlerden misiniz?

Haberler iyi değilse gazeteci ne yapsın?

Gazeteci denilen insan tipi esasen kötü gidenin peşindedir. Halk adına denetim görevi böyle yerine getirilir. Demokrasilerde basından dördüncü güç diye söz edilmesinin nedeni budur. Ve dünyanın her yerinde basının “felaket tellallığı” ile suçlanmasının nedeni de budur. Ama hep kötü olayların olmasının sorumlusu gazeteciler değildir

Hadi gir ruhuma sar beni!

O gece bu şarkıya çığlık çığlığa eşlik eden küçücük kızların, delikanlıların sayısı da biz dinozorlardan az değildi. Hadi diyelim ki bizler artık o fırtınalı aşkları yaşayacak ortamı bulabilecek durumda değiliz, ruhumuz yorgun. Peki size o yaşta ne oluyor? Madem böyle deli divane bir aşk istiyorsun, o zaman ne bekliyorsun?

"
"