22 Mart 2025
İstanbul trafiğinde sıradan bir günden olağan manzaralar...
Çetin Altan, Batı’nın “düello” kültürüne karşı, Doğu’nun da “pusu kültürü” olduğunu söylemişti.
Sadece memleketimizin trafik polisi uygulamalarına bakarak bile bu sözün doğruluğuna kefil olabiliriz.
Geçtiğimiz yılın eylül ayında 7 gün süreyle gerçekleştirilen “trafik etkinliğinde” 2 milyon 645 bin 136 aracın denetlendiğini İçişleri Bakanı açıklamıştı.
Bu denetlemeler sırasında 466 bin 170 sürücüye işlem yapıldığını da ondan öğrenmiştik.
Acayip bir sayı olduğunu söyleyebilirim. 2 milyon 645 bin araç denetliyorsunuz ve yaklaşık olarak her beş araçtan birine ceza kesiliyor!
Büyük bir trafik çetesiyle karşı karşıya olduğumuzu düşüneceğimiz bir sayı bu.
Bakanın açıklamasından öğreniyoruz ki bu cezaların dörtte biri “hız ihlali” cezası. Bir haftada 126 bin 597 sürücü radara yakalanmış.
Periyodik muayenesi yaptırılmamış 27 bin 925, emniyet kemeri kullanmayan 20 bin 376, ehliyetsiz araç kullanan 18 bin 421 ve zorunlu mali sorumluluk sigortası bulunmayan 10 bin 788 sürücüye ceza yazılmış.
Dikkatinizi çekmiş olmalı. Bunlar arasında “geçemeyeceği kavşağa girerek trafik akışını bloke etmek” gibi bir ceza yok.
Ya da kırmızı ışık ve yaya geçidi ihlali cezası.
Sola ya da sağa dönüşlerde şeridinde kalmayarak ikinci, üçüncü şeritten kavşağa girmeye çalışıp arkadan gelen trafik akışını engelleyen de yok.
Çift sıra park etmek, dörtlüleri yakınca her yerde istediği kadar durabileceğini zannetmek, taşımasına izin verilenden daha ağır yük ya da daha çok yolcu almak da istatistiklere girmemiş.
Hızına uygun şeritte seyretmemek, yoğun ya da akan trafikte zikzaklar çizmek, hız limitinin üzerine çıkarak önünde giden araçları ışık ve kornayla taciz etmek de yok.
Bütün bunların olmamasının nedeni “pusu kültürü”!
Bizim trafik yönetimimiz vatandaşa pusu kurmaya odaklı.
Bu yukarıdaki cezaların kesilebilmesinin nedeni trafik polisinin kurduğu pusular.
Çevirme yapıyorlar, belgelere bakıyorlar. Ya da radar kuruyorlar, hızlı sürücü avlıyorlar.
Öyle bir görüntü ki sanki trafik polisimiz, trafiğin akışından hiç sorumlu değilmiş gibi!
Trafiğin akışını kendilerine dert edinmiş olsalardı bu listede geçemeyeceği kavşağı kilitleyenler, dönüşlerde uyanıklık edip ikinci hatta bazen üçüncü şerit oluşturanlar, zikzakçılar, korna ve ışık tacizcileri de listeye dahil olurdu.
Ve bunca yıldır şehir içinde ve şehirlerarası yollarda araç kullanan birisi olarak iddiaya girerim ki bunların sayısı 1 haftada 2 milyonu ikiye katlardı.
Sadece Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’ne Etiler çıkışından katılmak isteyenler arasında bile 1 haftada 500 bin “trafik suçlusu” bulabilirlerdi.
Elimde bugün için net bir veri yok ancak trafik polisleri, bu tür ihlalleri önlemeye yönelik olarak çalışsalar İstanbul’da trafiğin bugün ile kıyaslanamayacak kadar rahatlayacağını biliyorum.
Kadir Topbaş’ın döneminde yapılan bir araştırma İstanbul’un trafik sorununun dörtte birinin nedeni olarak “sürücü, yolcu ve yayaların trafik bilincine sahip olmamasını” gösteriyordu.
Bu “bilinç” durduk yerde oluşmuyor tabii.
Etkin bir denetim ve caydırıcı bir ceza düzeni gerektiriyor ki bu görev de trafik polisinin.
Ama trafik polisi bu işte kendisini görevli olarak görmüyor gibi.
Onlar daha çok pusu kurup ceza yazmaya odaklanmışlar.
O an için bulundukları yerdeki trafik akışından bile kendilerinin sorumlu olmadıklarını düşündüklerine eminim.
“Nisan mayıs ayları, titrer gönül yayları” diye bir halk deyişimiz var; bu aylarda titreşen gönül yayları Bebek semalarında gerçek bir yaylı çalgılar senfonisine dönüşebiliyor.
Bu arada geçerken hatırlatmış olayım, Bebek’teki manolya ağacı yine açtı, çiçeklerini görmeniz ve o muazzam güzelliği kalbinizde hissetmeniz için sizleri bekliyor.
Bu aylarda Bebek’te trafik yoğunlaşıyor; aklınızda olsun. Otobüs, metro (Aşiyan’a kadar) ve vapur tercih etmenizi öneririm. Özellikle de cumartesi pazar günleri İstinye’den Kuruçeşme’ye kadar olan bölgede trafik “yoğun durucu” olarak tarif edilebilir hâle geliyor, uyarmış olayım.
Bebek’te her gün aşağı yukarı 10’a yakın trafik polisi oluyor ama trafiğin akışını sağlamakla görevli değiller gibi görünüyorlar.
Kendi aralarında şakalaşıyor, sohbet ediyorlar. Gencecik çocuklar, Bebek’te sokakta akıp giden tekerlekli servete bakıp “adam sen de ne hâlleri varsa görsünler” diye düşünüyor da olabilirler tabii.
Boğaz hattında trafiğin akışını sağlama işi daha çok valelere kalmış görünüyor ki zaten trafiğin kilitlenmesinin nedeni de bu.
Yerel yönetimlerin bol keseden dağıttıkları imar izinlerinin de yoğun trafikteki rolünü küçümsememek gerek.
Daracık bir yan yola cepheli bir araziye dev gökdelenler yapılması için izin veren belediye yetkilileri, o binalarda yaşayacak, çalışacak olanların evlerine nasıl gelip gidebileceklerini düşünüyorlar mı acaba?
Ve servisler!
İstanbul’da kamu ulaşım olanaklarının son derece kısıtlı olduğu yıllarda ortaya çıkan “servisle personel taşımacılığı” sektörü de trafik sorununun temel nedenlerinden biri.
Ana arterlerde mesai bitiminden 1 saat önceden trafiğin yoğunlaşmasının nedeni servis sürücülerinin çift sıra park ederek, yolcularını beklemeleri.
Oysa artık kentin merkezi semtlerinde metro ve otobüs ile ulaşım son derece ucuz ve hızlı.
Servis trafiğinin bu ağın dışında kalan bölgelerde faaliyet gösterecek şekilde yeniden düzenlenmesi de İstanbul’da kimsenin aklına gelmiyor.
Sanırım sadece bizim ülkemizde yetişkin insanlar, okul çocukları gibi servisle gidip geliyorlar.
Dünyanın yarısından çoğunu gezmişimdir, bizdeki gibi bir servis uygulamasına tanık olmadım.
Bunun sonucu, 81 yıl yaşayacağını varsayacağımız ortalama bir İstanbullunun hayatının 3,5 yılını trafikte geçirmesi olarak karşımıza çıkıyor.
Bütün buna karşı trafik polisimizin yapabildiği şey pusu kurup beklemek.
Onların pusu kurduğu yerden en fazla 1 kilometre uzakta, trafiğin akışını tehlikeye düşürenler, tıkayanlar, ters yola girenler ise arabalarıyla şehir eşkiyalığının tadını çıkarıyorlar.
Bu konu ne zaman açılsa kamu yöneticileri “personel sayısının yetersizliğinden” söz ediyor.
Olabilir, ülkemiz ancak bu kadarını karşılayabilecek durumda. Ama o göreve bir kez atananlar, gözlerinin önünde yaşanan trafik ihlallerini bile umursamıyorlarsa, sayıyı ikiyle çarpsak neye yarar?
Son bir not: Trafik kurallarına uymak konusunda bir motosiklet ile başka bir motorlu taşıt arasında fark yok. Girilmesi yasak yola girmek, tek yönlü yola tersten girmek otomobil sahipleri için ne kadar yasaksa, motosikletliler için de o kadar yasak.
Kaldırımlara dik olarak çizilen kalın beyaz çizgilerin amacı da kenti güzelleştirmek değil. Ona “yaya geçidi” deniliyor ki sadece yayaların kullanımı için!
Ve bütün bunlar köşe başlarında bekleşen polislerin gözünün önünde oluyor. “Pusu” kurmadıkları için olsa gerek bu ihlalleri umursamıyorlar bile.
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini bir süre yürüttü. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazetesi ve dergilerini yayınladı. Askerlik görevi Kara Harp Okulu'nda yapıldıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe geri döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu. 1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınlandı. Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğu yapıldı. 1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yıl sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda ise Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü. 2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grubu'nun CEO'luğu görevini üstlendi. 2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı. Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi kitap olarak yayınlandı. "Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ve futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor. |
Amerikalı bazı Müslümanlar tarafından kurulan bir vakfın hazırladığı İslamilik Endeksi Müslümanlar açısından acı verici. Listedeki ilk Müslüman ülke kendine ancak 43’üncü sırada yer bulabiliyor, Türkiye 100’üncü. Endeksin alt sıralarında yer alması, o ülkenin ekonomi, hukuk ve yönetim, insani ve siyasal haklar ile uluslararası ilişkiler alanlarında başarılı olmadığını gösteriyor. Bu başarısızlığın sebepleri ise belli...
“Mutluluk” diye tanımladığımız “şey” esasen genetik kodlarımızda var. Yemek yerken bile bir süre daha açlıktan ölmeyeceğimizi düşünüp mutlu oluyoruz. Ama düşünün bakalım son yıllarda yapmaktan zevk aldığınız neleri asla yapmamanız gerektiğini öğrendiniz?
Söyleniyoruz ama buna yol açan sorunlara karşı sesimizi yükseltmek için herhangi bir şey yapmıyoruz. “Çıkın bir protesto edin ya” diyen adama “hadi gel” desek, “şu anda hastam var” yanıtını almamız kuvvetle muhtemel. Siz de sokağa çıkarak hak aramak bizim millete göre değil diye düşünenlerden misiniz?
© Tüm hakları saklıdır.