22 Şubat 2020

Kalbiniz ve kalpleri hâlâ atıyorken

Bu yazıyı okumak için bakmakta olduğunuz aleti, bu bir bilgisayar mı, cep telefonu mu, tablet midir bilmiyorum, kapatın. Sonra yine açarsınız, sizin elinizde nasıl olsa

Bugün Romanya sınırları içinde kalan Tirnaveni’de doğan Macar kompozitör György Ligeti, beş yaşındayken okuduğu bir öyküden çok etkilenmişti. (Ligeti, klasik Türk müziğinden de çok etkilendiğini söylemişti, bir konuşmasında.)

Öykü, kent dışındaki evinde toplumdan uzak, izole bir hayat geçiren dul bir kadını anlatıyordu.

Kadının kocası bir bilim adamıymış. Adam öldüğünde, geride evin her köşesine dağılmış birçok saat ve teknik araç gereci bırakmış.

Saatler hiç durmadan çalışmışlar: Tik – tak, tik – tak, tik tak...

Oysa kadın için bunların hiçbir önemi yokmuş.

Kadın için zaman, kocasının ölümüyle çoktan durmuş.

Ligeti, büyüyüp, iyi bir kompozitör olduğunda bu hikâyeden esinlenerek Poéme Symphonique adını verdiği bir beste yaptı.

İlk kez 1962 yılında seslendirilen bu eser aslında adında vurgulandığı gibi ne şiir, ne de bir senfoni.

Eser on kişinin çalıştırdığı yüz metronomla icra ediliyor.

Yüz metronom yan yana sahneye diziliyor ve hepsi farklı zamanlara ve ölçüye kurularak aynı anda çalıştırılıyor.

Metronomlar birbirinden farklı "tik – tak"lar çıkararak hareket etmeye başladığında izleyici olarak gözlerinizi kapatıp "tik – tak"ların yarattığı müziği hissetmeniz gerekiyor.

Eserin orijinali 20 dakika sürüyor.

İcra sırasında metronomlar sırayla duruyor ta ki en son metronom da durana kadar.

Youtube’de 6,5 dakikalık bir versiyonu da var. Yine 100 metronom çalıyor ve son tik – tak 6. Dakika 30. Saniyede vuruyor.

Editörüm, aramakla uğraşmayın diye yazının sonuna bir bağlantısını koydu.

Ruh durumunuza göre her bir metronomun farklı bir insan olduğunu hayal edebilirsiniz.

Hayatınızın bir döneminde tanıdığınız, görüştüğünüz, sonra şu ya da bu nedenle görüşmez olduğunuz insanlar gibi...

Teker teker hayatınızdan çıkıp, giden insanları düşünün. Eski sevgililer, eski dostlar, aile büyükleriniz...

Son metronomun tik – takları belki de sizin kalp atışlarınız.

* * *

Bu yazıyı okumak için bakmakta olduğunuz aleti, bu bir bilgisayar mı, cep telefonu mu, tablet midir bilmiyorum, kapatın. Sonra yine açarsınız, sizin elinizde nasıl olsa.

Düşünün.

Hayatınızdan çıkıp gidenleri...

Bir daha geri gelme olanağı hiç olmayanları...

Bir daha geri gelmeyi aklından bile geçirmeyecek olanları, bir daha geri gelmesini aklınızdan dahi geçirmeyeceğiniz olanları...

Burnunuzun direğinde hafiften bir sızı hissetmeye başladıysanız şimdi hayatınızdaki insanları aramanın tam zamanıdır.

Tik – taklar kesilmeden!

Yazarın Diğer Yazıları

Erkek odaklı flört kültürü Trump ve “üç harfli!"

Kadınların toplumsal hayatta eşit bireyler olarak yer almaya başlamasının erkeklerde yarattığı rahatsızlık dünyanın en önemli seçiminin kaderini belirlemiş olabilir mi? Bu konuyu ele alan The New York Times’taki makale, Trump’ı iktidara taşıyanın, iş hayatında geri kalan düşük eğitimli erkeklerin yarattığı öfke dalgası olduğu önermesini ortaya atıyor...

Kadınlar neden istediklerini elde edemezler?

Her kadın, hayatını nasıl bir erkekle geçirmek istediğini gayet iyi bilir. Bunun için upuzun bir liste sayabiliriz. Ancak her 100 kadına karşılık 101 erkeğin yaşadığı bu küçük mavi küremizde tüm kriterleri aynı anda karşılayabilecek tek bir erkeğin bile bulunmaması başlıktaki sorunun yanıtı olabilir

Ne kadar suçlusunuz?

Yasunari Kawabata’nın “Uyuyan Güzeller” isimli romanı arzulara ket vurmanın zorluğunu, genç kadınların yaşlı erkeklere “hizmet” verdiği bir ev üzerinden anlatıyor. Kawabata’nın romanını yazarken Lacan okuyup okumadığını bilmiyorum ama Lacan zamanında “İnsanın suçlu olabileceği tek şey arzusundan kaçınmasıdır” demişti. Bir düşünün bakalım, siz ne kadar suçlusunuz?

"
"