Elbette 1960’lardan beri dünya ve Amerikan hegemonyası oldukça değişti ama enerji alanında hala bu sözler geçerli gibi… Amerika’nın müttefiklerinin çıkarlarını göz ardı ediyor olması yeni bir fenomen değil, eskiden beri olan bir gerçeğin daha da belirgin hale gelmesinin sinyalidir.
Amerika Orta Doğu’da alıştığımız tipik bir petrol ülkesi değil.
Ama dünyanın bir numaralı petrol ve gaz üreticisi ve ihracatçısı.
Geçen yıl ihracatlarının neredeyse çeyreği petrol ve gaz ürünleri veya petrol ve gazdan üretilen plastik ve organik kimyasal maddeler idi.
En değerli ihraç ettikleri ürünler rafine petrol ürünleri, ham petrol ve doğal gaz idi.
Amerika net enerji ithalcisi iken bile her zaman büyük bir üretici idi.
Geçtiğimiz on yılı aşkın sürede kaya petrolü ve gazı ile yeni bir enerji devrimi yaratarak dünyanın en büyük ihracatçısı haline gelince ilk başkanlık döneminde Donald Trump sadece ‘enerji bağımsızlığı’ değil, ‘enerji egemenliğinden’ bahsetimişti.
Aynı terimi yeni Enerji Bakanı Chris Wright geçen hafta kullandı.
Ve Amerika’nın dostları bu egemenliğin baskısını hissetmekte.
Avrupa’nın neredeyse tamamı ve Asya’da Japonya, Güney Kore ve Tayvan gibi enerji ithal eden ülkeler iklim politikalarını hızlandırdıkça, ikinci kez Paris Anlaşmasından ayrılan Amerika ile enerji politikaları ayrılıyor gibi görünüyor.
Ekonomik modelleri değiştikçe, Avrupa ve Asya ülkelerinin Amerikan endüstrisinin lehine politikaları hayata geçirmeleri gittikçe zorlaşacak.
Amerika jeopolitik gücünü aktif olarak kullanmakta.
Kaya gazı ve petrolü sayesinde Başkan Obama İran ve Venezuela üzerinde daha sert yaptırımlar uygulayabilmişti çünkü küresel enerji piyasasındaki boşluğu doldurabiliyordu. Tüketici ülkeler için daha yüksek fiyat ve daha az seçenek anlamına gelse bile.
Kafkas ülkeleri, Irak ve Pakistan gibi enerji sıkıntısı çeken ülkelerin İran’dan gaz almasını aktif olarak engelledi.
Daha sessiz bir şekilde Doğu Akdeniz’den Avrupa’ya gaz taşıyabilecek bir boru hattına da karşı olduğu konuşuluyor.
Almanya’yı Rus gaz sistemine entegre eden Kuzey Akımı 2 boru hattının sabote edilmesinde bir rolü olduğu veya en azından göz yummuş olduğu ihtimali gittikçe kuvvetleniyor.
Aralık ayında Başkan Trump Avrupa Birliği daha büyük çapta Amerikan petrol ve gazı almaz ise, tarifeler ile tehdit etti.
Tabii daha fazla ithal etmeleri kendi iklim politikalarını sabote etmeleri anlamına gelmekle beraber, Avrupa’yı Amerika’ya daha da bağımlı hale getirecektir.
Öbür yandan diğer enerji ihracatçısı komşuları Kanada ve Meksika da büyük tarife tehditi altındalar.
1 Şubatta açıklanan tarifeler bir aylığına dondurulmuş olsa da iki ülke de Amerika’ya ne kadar bağımlı olduklarını fark etti ve özellikle Kanada küresel pazarlara açılmak için gayret ediyor.
Amerikan güvenlik garantileri ve güçlü ticari bağlantılarından dolayı çoğu dost kampta sayılan, Orta Doğu’nun büyük petrol ve gaz ihracatçıları da dikkatle gelişmeleri izliyor.
Üretim maliyetlerinin düşüklüğü ve boyutu, coğrafi uzaklık ile beraber ele alındığında Amerikan enerji politikasının etkilerinden şimdilik arındılar.
Fakat Amerikan rekabeti ile mücadele etmek için kendi üretimlerini sürekli azaltmaları gerekiyor ve daha düşük fiyatları kabul etmeleri gerekiyor.
Amerika’nın Rusya, İran ve Venezuela gibi diğer üretici rakiplerine uyguladığı yaptırımlar elbette lehlerine idi.
Fakat 2020’nın başlarında Covid ile petrol talebinin çökmesi ile OPEC’in fiyat arttırıcı politikalar uygulamasını destekledi, geçen ay ise fiyatları düşürürlerse Rusya-Ukrayna Savaşını sonlandırmaya katkıda bulunacaklarını söyledi.
Hiçbir ülke kendi enerji politikalarının başkaları tarafından dikta edilmesini istemez. Direnip direnemeyecekleri ise ayrı bir soru.
Kaçınılmaz olan alternatif tedarik arayışında olacaklarıdır.
Kanada Pasifik ve Atlantik kıyılarında yeni boru hatları inşa edebilir.
Avrupa, Güney Kore ve Japonya elektrifikasyon, elektrikli araçlar, yenilenebilir ve nükleer enerji ile petrol ve gaz tüketimini azaltmayı hızlandırabilir.
Çin ve Hindistan Rusya ve Orta Asya’dan daha fazla petrol ve gaz alabilir ve kendi ülkelerinde kaynak geliştirmeye çalışabilirler.
Ve bu ülkelerin bir çoğu bir arada çalışabilir.
Benzer enerji politikalarına ve çıkarlarına sahipler.
Çin’in üretim kapasitesi ve teknolojileri, daha düşük maliyetli enerji ihracatçıları ile Amerikan enerji egemenliğine meydan okuyabilir.
Bu durumda Amerika'nın dostları düşmanı haline gelmeyebilir ama egemenliğe karşı pozisyon alacaklardır.
Dolayısıyla Amerika’nın enerji egemenliğini asıl baltalayan kendi kibirleri olabilir.
Mehmet Önal Kimdir?
Mehmet Önal İstanbul'da doğdu. Hukuk lisans ve yüksek lisans tahsilinden sonra İngiliz Parlamentosu ve Atlantik Konseyi'nde çalıştı. İzleyen dönemde enerji sektöründe çalışmaya başladı. Ticari görevlerden sonra enerji dönüşümü ve iklim değişikliği kamu politikaları üzerine uzmanlaştı.
Avrupa Birliğini'nin teknik iklim değişikliği danışman organı olan Sıfır Emisyon Platformu'nda ve İngiltere'de Karbon Yakalama ve Depolama Derneği'nde görev aldı. İklim değişikliği temalarında Avrupa'da, Orta Doğu'da ve Asya'da birçok devletin yürüttüğü çalışmalara katıldı.
Profesyonel olarak kamu politikaları ve siyasi gelecekler üzerine senaryo çalışmalarında yer alıyor, büyük toplumsal gelişmeler, sosyolojik değişimler, insanlık için varoluşsal tehdit oluşturan etkenler ve küresel jeopolitik konular üzerine kafa yoruyor. Enerji sektörü profesyoneli olarak Londra ve İstanbul'da yaşıyor.
|