Geçen hafta geleceğe hazırlananlar, geleceği tasarlayanlar adlı makalemde Dubai'de gerçekleşen gelecek konferansını konu almıştım.
Yıl sonu yaklaşırken ise alanlarındaki uzman katılımcıların gelecekle ilgili öngörülerine odaklanmak istedim.
Konferans boyu yapay zekâ, sağlık, iklim, demografi, ekonomi, ulaşım ve daha birçok konu ele alındı.
Oturumlarda tartışılan sektörlerin hepsinin ortak noktası, yeni teknolojiler ile dönüştürülüyor olmalarıydı.
Nitekim geçtiğimiz 70 yılın teknolojik gelişimini hızla geride bırakacak, yepyeni teknolojilerin gelişimi ile birçok paradigma değişiminin gerçekleşeceği sürekli tekrarlandı.
9 yaşındaki bilim insanları dünyayı değiştirecek
Geleceğin bu kadar bilime bağlı olmasına rağmen, dünya nüfusunun sadece yüzde 0.1'i bilim insanı veya araştırmacı olarak çalışmakta.
Yani bu geleceği hayata geçirecek olanların bugünkü sayısı oldukça küçük. Ve daha fazlasına ihtiyacımız var.
Amerikalı teknoloji fütüroloğu William Hurley, bu sorunun çözümlerinden birinin yapay zekâya talimat vererek ve işlem gücünü bugünkü süper bilgisayarların bile çok daha üstüne çıkaracak olan kuantum bilgisayarlar ile belireceğini iddia ediyor.
Örneğin ChatGPT'ye, "Pong" adlı bilgisayar oyununun kodunu birkaç saniyede yazdırmak için talimat vermek yeterli.
İlk çıktığında kod yazılımı aylar sürmüştü ve ancak kodlama bilen birisi tarafından yapılabiliyordu.
Bugün herhangi teknik bir bilgiye sahip olmadan aynı kod yapay zekâ ile üretilebiliniyor.
Yeni dünyada artık bilgisayar kodu dilini öğrenmek yerine, teknolojilerin üstüne kurulu olduğu dilleri konuşmak yeterli olacak.
Hurley'e göre bu gelecekte insanlık sadece 4 tane dile ihtiyaç duyacak; yani dünya nüfusunun çoğunluğunu içeren ana dillere: İngilizce, İspanyolca, Mandarin ve Arapça.
Bu dillerden birini konuşan herhangi birisi, yapay zeka yazılımlarına talimat vererek araştırma yapabilecek ve her alanda yeni inovasyonlar geliştirebilecekler.
İhtiyaç olan sadece yaratıcılık, empati ve merak. Bunlar da en fazla çocuklarda var olan vasıflar.
Yani 9 yaşında bir çocuk yapay zekâya bir büyükten daha iyi yön verebiliyor olacak.
İnsanlık 30 yıl içerisinde Ay'da yaşamaya başlayabilir
Bir diğer tema ise uzay sektörünün geleceği idi.
Katılımcılar arasında Jeff Bezos'un Blue Origin adlı uzay şirketinin temsilcileri de vardı.
Şirketin temel amacı, uzaydaki doğal kaynakları üretip, dünyada kullanmak.
Şirket sözcüsü George Weinmann, 30 yıl içerisinde Ay'da insanların sürdürülebilir bir şekilde yaşamaya başlayabileceğine dikkat çekti.
Gelişmekte olan nükleer tahrik teknolojileri ile bugün aya gitmek 4-5 gün sürerken, bunu tek bir güne; Mars'a gitmek 9 ay sürerken ve her 2 yılda bir mümkünken, bunu 1 aya indirmenin mümkün olacağı tahmin ediliyor.
Bugüne kadarki gönderilen mekiklerin aksine, sadece gidiş değil, geri gelmeleri de planlanıyor. Bu da iki yönlü bir trafiğin başlayacağı anlamına, ve tek sefer kullanılmayacakları için maliyetlerinin de ciddi oranda düşeceği bekleniliyor.
Götürülen araçlar ise hidrojen ve oksijen bazlı olmak üzere dizayn ediliyor. Bunun sebebi ise sürdürebilir olması. Ay toprağından veya Ay'daki buz kütlelerinden su üretimi potansiyeli sayesinde Ay'da yakıt üretilebilinecek.
Daha sonra ise güneş enerjisi ile temel enerji ihtiyacı karşılanacak ve kalıcı altyapı kurulacak bir şekilde kolonilerin kurulması bekleniyor.
2030'larda astronot dışında onlarca insan, sadece uzaya gitmek istedikleri için gidebildiği bir ulaşım sisteminin oluşması, 2040'larda bu sayı yüzlere çıkarken, 2070'lerde binlerce uzay gezginine erişmesi öngörülüyor.
Güneş enerjisini uzayda üretip, dünyada tüketeceğiz
Gelişimlerin bir bölümü uzaya nasıl gidileceği üzerine olsa da, bir o kadar da ilginç, uzaydan dünyaya gelecek fayda da konuşuldu.
Avrupa Uzay Ajansı'nın üzerine çalıştığı Solaris projesi, uydu üzerinde dev solar paneller yerleştirerek, uzayda elektrik santrali kurmayı hedefliyor.
Dünyadaki güneş santralleri sadece gündüz vakti elektrik üretebilir, bulutlu havalarda etkisi azalır ve güneş ışığı atmosfer tarafından emilir.
Bu sorunların hiçbiri uzayda yok.
Bir başka deyişle uzayda güneş enerjisi 10 kat daha verimli.
Ayrıca yeteri kadar yüksek bir uydu sürekli olarak güneş ışığı ile temas edebilir, sadece gündüz saatleri ile kısıtlı değildir.
Üretilen enerji de mikrodalgalar ile "rectenna" denen alıcı istasyonlara gönderilip, elektriğe dönüştürüp yerel şebekelere dağıtılacak.
Şu an teori de olsa, uzmanlar teknolojinin çalışacağı konusunda hemfikir.
Projenin 2040 yılına kadar uygun fiyatta Avrupa'da elektrik tedariği sağlayabileceği bekleniyor.
Mobil, silikon hastaneler sağlık sektörünün geleceği mi?
Başka bir odak noktası ise sağlık idi.
Sağlık uzmanı Dr. Mary Lou Jepsen, kanser, inme ve nörodejeneratif hastalıkların ilaç yerine, yazılımlar ile teşhis konacağı ve tedavi edileceği bir geleceğin çok yakın olduğunu öne sürdü.
Şu anda yeni lazer teknolojileri ile kan dolaşımını, milyon dolarlık bir MRI aletinden daha iyi ölçebildiklerini belirten Jepsen, 5 yıl önce lazerin bir oda büyüklüğünde olduğunu, ancak artık bir diyot kadar küçüklükte üretebildiğini anlattı.
Akıllı telefonlarda 250 bin adet lazer olduğu göz önünde bulundurulursa, teşhis için portatif teknolojiler, hastanelerden daha etkin hale gelebilir.
Aynı şekilde sonifikasyon adlı yeni bir teknik ile, müzikal formlar yaratılarak, kanser hücrelerini sağlıklı dokuya zarar vermeden hedef almak, veya aşırı ateşlenen nöronları durdurarak depresyon ile mücadele etmek mümkün.
Vücudumuza yerleştirilmiş yarı iletkenler (semiconductor) ile sürekli ve doğru teşhisler konarak sağlık bedeli azalırken, ameliyat ihtiyacı da azaltılacak.
Böylelikle her insanın vücudunu adeta mobil bir hastane olarak kullanmak mümkün olacak.
İlaç geliştirmek ve piyasaya sürmek averaj olarak 2 milyar dolar tutan ve 10 yıllar süren bir süreç. Çip ve yarı iletken gibi teknolojiler ise büyük çapta üretilebilmekte. Daha etkin bir şekilde teknoloji kullanabildiğimiz bir sağlık sektöründe bu masraflar yarı yarıya düşebilir ama daha da önemlisi geliştirme süresi birkaç yıl hatta aya gerileyebilir.
Bu gelişmelerle sağlık hizmetlerinin daha da geliştiği ve demokratikleştiği bir dünyayı hayal edebilmek zor değil.
Ve konferansta konuşulmuş olan ve daha bahsetmediğim onlarca daha konu var.
Hepsi uzak geleceğe dönük ve insanlığın gelişimi için oldukça anlamlı. Bir o kadar da heyecan vericiler.
Fakat bütün bunlar konuşulurken, bizim ülkemizin bu alanlardaki rolünün ne olacağı sürekli aklıma takılan bir konuydu.
Türkiye'nin belki de en eksik kaldığı taraf, on yıllardır çözemediğimiz aynı sorunları sürekli gündemde tutarak kısa vadeli konulara odaklanmamız.
Uzun vadeli bakmayı kısa bir süre içerisinde öğrenemez isek, dünyanın geleceğini tasarlayanlar arasında sesimizin duyulması için bir sebep olmayacak.
Mehmet Önal Kimdir?
Mehmet Önal İstanbul'da doğdu. Hukuk lisans ve yüksek lisans tahsilinden sonra İngiliz Parlamentosu ve Atlantik Konseyi'nde çalıştı. İzleyen dönemde enerji sektöründe çalışmaya başladı. Ticari görevlerden sonra enerji dönüşümü ve iklim değişikliği kamu politikaları üzerine uzmanlaştı.
Avrupa Birliğini'nin teknik iklim değişikliği danışman organı olan Sıfır Emisyon Platformu'nda ve İngiltere'de Karbon Yakalama ve Depolama Derneği'nde görev aldı. İklim değişikliği temalarında Avrupa'da, Orta Doğu'da ve Asya'da birçok devletin yürüttüğü çalışmalara katıldı.
Profesyonel olarak kamu politikaları ve siyasi gelecekler üzerine senaryo çalışmalarında yer alıyor, büyük toplumsal gelişmeler, sosyolojik değişimler, insanlık için varoluşsal tehdit oluşturan etkenler ve küresel jeopolitik konular üzerine kafa yoruyor. Enerji sektörü profesyoneli olarak Londra ve İstanbul'da yaşıyor.
|