Geçen hafta Türkiye'de durmaksızın yakınmaktan vazgeçip, çarpık kentleşme ile barışmamızın vaktinin geldiğinden söz etmiştim.
Ülkemiz kentleşmeden ve kentleri yöneten politik kadrolar açısından hiç de iyi bir sınav vermemiş olmasına rağmen, iyi yönetimle bu kusurların bile düzeltebildiği yarının şehirleri çok uzak görünmüyor. Yeter ki ilerlemeyi zamanında ve doğru paradigmaları ile yakalama niyeti var olsun.
Dünyanın en eski yerleşim yeri olan Çatalhöyük'e ev sahipliği yapan ve dünyanın ilk şehirleri arasında yer alan Mezopotamya'nın Uruk ve Tell Brak şehirleri ile komşu toprakları üzerine kurulmuş bir ülke için bu düşünce kuşkusuz üzücü bir tavsiye.
Çarpık kentleşmenin kentlerde yaşayanların hayatını kabusa çevirmesinin nedeni gayet açık: planlı ve başarılı şehir yönetiminin temel ihtiyacı olan uzun vadeli, etkin kaynak kullanan, kamu yararına yönetim düzenlerinin ülkemizde var olmaması...
Gustavo Petro, belki de Kolombiya'nın bir sonraki Cumhurbaşkanı olacak olan bir senatör, gelişmiş bir ülkenin fakirlerin araba kullanmasından değil, zenginlerin kamu vasıtası kullanmasından belli olduğunu söyler.
Bu söz artık ulaşımdan başka alanlarda da geçerli olmaya başladı.
Kentleri yaşanmaz kılan bu gerçekliğe rağmen kamu düzenlerinde, sürdürebilirlik, teknoloji ve şehir ekonomisini başarıyla birleştirebilen yönetimler, bu yüzyıl içerisinde ütopik şehir yapıları ile geleceği bugüne taşımak için çalışmalara başladılar bile.
Şehirler ilk kurulduğunda, güvenlik, yazı, sosyal hiyerarşi, sanat, mühendislik ve daha birçok insan gelişiminin temelini oluşturan buluşu mümkün kılan merkezlerdi. Bu görevi yerine getirmeye devam ederken, içinde bulunduğumuz çağda yepyeni yaşam modelleri ve teknolojilerin de uygulanması mümkün oluyor. Ve çok da uzak bir gelecekte değil.
2050 yılı özellikle Paris Anlaşmasını hedeflerinden dolayı bir milat olarak, gelişimin ölçüldüğü bir kilometre taşı olarak görülüyor. 2050'de 7 milyara yakın insanın şehirlerde yaşıyor olması bekleniliyor.
Dolayısıyla, şehir politikaları küresel nüfusun kaderini belirleyecek.
Şehirlerin dönüşümünü en fazla körükleyen sebep iklim değişikliği ile mücadele.
Bu yolda İstanbul'un da aralarında olduğu 1000'in üzerinde öncü şehir 'Sıfıra Yarış' (Cities Race to Zero) inisiyatifi altında en geç 2050 yılına kadar net sıfır karbon emisyon salınımlı şehir olma hedefini belirledi, ki bu sayı her yıl artmakta.
Bu zor hedefe erişmek enerji kullanımından, şehir içi biyo-çeşitliliğe, atık yönetiminden, veri bazlı altyapı sistem yönetimine kadar birçok alanda entegre ve koordineli çalışmalar gerektirecek.
Başlangıç noktası, şehirlere yaşam veren enerji sistemi ile olacak. Sadece büyük elektrik santralleri değil, şehir içi küçük çaplı elektrik üretimi ve büyük kapasiteli bataryalar ile enerji üretimi ve tüketiminin büyük kısmı şehir içinde gerçekleşecek.
Kopenhag 2025 yılına kadar inşa edilecek 360 adet rüzgâr türbini ile şehrin elektrik talebinin çoğunu karşılamayı planlıyor.
Doğalgaz ve elektrik fiyatlarının bu kadar yüksek olduğu bir dönemde popüler olmasa da bu pahalı bir dönüşüm olacak. Dolayısıyla enerji üretimi kadar, tüketim yönetimi de önemli.
Örneğin Singapur klima kullanımını azaltmak için yeni inşaatlarda doğal havalandırmayı maksimize ederek, enerji talebini azaltmayı hedefliyor.
Daha da ileri giden mimari planlar da var.
Çelik ve betondan inşaat ile karbon salmak yerine ahşap gökdelen tercih eden şehirler, inşaat kaynaklı karbon salınımını azaltmayı hedefliyor.
Bugün dünyanın en uzun ahşap binası 2019'da Norveç'te inşa edilen 85,4 metrelik Mjøstårnet binası. Tokyo'da bir şirket 2041 yılına kadar 350 metrelik bir ahşap gökdelen inşa ederek bu rekoru kırmayı planlıyor.
Ulaşım da ayrı bir odak alanı.
Modern şehirler gittikçe araç kullanımını azaltacak politikalar uyguluyorlar.
Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo, 2020 seçim kampanyasında '15 dakikalık şehir' konseptini geliştirdi. Bu fikir, şehir sakinlerinin ihtiyacı olan bütün hizmetlerin yaşadıkları yerden 15 dakika yürüme veya bisiklet mesafesinde olduğu bir planlama sistemini öngörüyor.
Bu fikir Barselona, Roma, Dublin ve daha birçok şehirde de karşılık bulmaya başladı.
Londra dünyanın en büyük 'düşük emisyon bölgesini' deklare edip, şehre araba ile girişi ücretlendirerek araç trafiğini azaltmakta.
Madrid, Oslo ve Bogota şehir içi birçok sokak ve caddeyi araba girişine tamamen kapattı.
Şehir içi ulaşımdaki en bilim kurguyu andıran gelişme ise insansız hava taksileri.
Amerika, Avrupa, Orta Doğu ve Asya'da şehir içlerine hizmet eden yüzlerce hava üssü kurulmakta.
NASA, insansız hava taksilerinin sadece Amerika'da 500 milyar dolarlık bir sektör olacağını öngörüyor.
Enerji altyapısı, ulaşım ve bina yapıları bu hikâyenin sadece bir kısmı. Bir yandan da 'akıllı şehirler' konsepti gelişiyor.
Dijital teknolojiler geliştikçe, şehir altyapıları sensör ağları ile 'canlı' izlenebilip, verileri analiz ederek çok daha etkin bir şekilde şehir idare etme imkânı doğuyor.
Atık sistemleri, su kullanımı, kamu araçları, otoparklar, sokak lambaları, elektrik şebekesi ve diğer bütün altyapı sistemleri 'akıllı' teknolojiler ile geliştirildiğinde, daha ekonomik ve güvenilir bir şehir beliriyor.
Tabii 'akıllı' şehirler sadece altyapı ile sınırlı değil.
Bugün Çin'de 400 milyondan fazla güvenlik kamerası bulunuyor. Emniyet sağladığı kadar, halkı izlemeye de yarıyor. Şehir yönetimine büyük katkısı var, ama tek düşünmemiz gereken şehir yönetimi mi?
Dubai emniyet müdürlüğü şehirdeki toplam polis gücünün yüzde 25'inin 2030'a kadar robot polislerden oluşmasını hedefliyor. Bizim üzerimizde yaptırım gücü olan robotlara hazır mıyız?
Bu gelişmeler daha birçok kamu ahlakı ve özgürlükle bağlantılı ikilem daha yol açıyor. Fakat bir yandan da şehir nüfuslarının alıştığı trafik, hava kirliliği, emniyet ve daha birçok sorunun çözülebileceğine işaret ediyor.
Tabii uygulayacak bir vizyon ve irade olursa ya da şehrin geleceğini kendi geleceğinden çok daha öne koyan politik kadrolar diğerlerine baskın gelirse…