10 Nisan 2023

Bize plan mı pilav mı lazım?

Planlama ile demokrasi arasındaki duyarlı dengenin iyi kurulması gerekir

Bu başlık 1950’li yılların ikinci yarısından itibaren 1980’li yıllara kadar Türkiye siyasetinde tartışılan bir konuyla ilgiliydi. Türkiye ekonomisi başıboş bir piyasaya mı bırakılacaktı yoksa planlı bir kalkınma yolunu mu izleyecektik. 1960’larda merkez sağ siyasetçiler planlı kalkınmaya Süleyman Demirel’e atfedilen “bize plan değil, pilav lazım” sözüyle karşı çıkıyorlardı.
“Pilav” sloganı ile planlamayı küçümsüyor, popülist bir söylemle önceliğin halkın karnının doyması olduğunu ileri sürüyorlardı. 1955-60 arasında yaşanan gelişmeler halkın refahını sağlayacak sürdürülebilir bir kalkınmanın planlı olması gerektiğini ortaya koydu. DP’nin 1950’lı yılların ikinci yarısındaki hesapsız borçlanması, alacaklıları gazete ilanları yoluyla bulmayı zorunlu kılınca, 30 Eylül 1960’da, 1961 Anayasasında da yer verilen Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) kuruldu. (1) Bu kurum 1960’dan 2000’li yıllara kadar sadece ekonomik kalkınmayı değil, sosyal kalkınmayı da planlara bağladı, 50 yıl kamu kesimi için emredici, özel sektör için yol gösterici planlar hazırladı.
Bu süreçte sınavlarla seçerek aldığı nitelikli insanlarla seçkin bir uzmanlar kadrosu oluşturdu ve ülkenin siyasal partilerine ve kamu yönetiminin kilit görevlerine donanımlı yöneticiler yetiştiren bir okul görevi de gördü. DPT, AKP iktidarında önce Kalkınma Bakanlığı'na bağlandı, sonra da kapatıldı. Geleceğimizi şekillendirecek adımların atılacağı, içleri boşaltılmış kurumların yeniden yapılandırılacağı 2023 seçimleri öncesinde planlama konusunu yeniden ele alma gereği var.


Önce işe, yukarıda başlığa taşıdığımız yararsız tartışmayı sonlandırmakla başlayalım. Türkiye plan ve pilav arasında bir tercih yapmak zorunda değil. Tam tersine toplumun yoksul kesimlerinin gelişmeden hakça pay alabilmesi ilkel kapitalist piyasanın insafına bırakılamaz. Planlama, hem daha çok üretmek için kaynaklarımızın verimli kullanılmasını, hem de üretimin daha adaletli dağıtılmasını sağlamak için bir araçtır.
Mevcut riskleri azaltmak, öngörülemeyen tehditlere karşı hazırlıklı olmak, tüm insanlarımızın vatandaşı olmaktan gurur duyacağı bir Türkiye yaratmak, ancak ekonomik ve toplumsal gelişmeyi doğru planlamakla mümkündür. Planlama, kalkınmayı gerçekleştirmek amacıyla kullanılan araçlardan biridir; bir bakıma gelişigüzel akan sular üzerinde kurulan barajlar gibi, düzenleyici bir müdahaledir. Özellikle gelişmekte olan ülkeler, ülkenin sınırlı kaynak ve olanaklarını en verimli biçimde değerlendirmek amacıyla planlamadan etkin bir araç olarak yararlanırlar.
Sorunları çok ve çeşitli olan ülkeler, daha kısa sürede daha etkili sonuçlar elde edebilmek için planlamaya gereksinim duyarlar. Çağdaş bir anayasa gibi demokratik bir planlama da toplumun tüm kesimlerinin, işçinin, köylünün, üretecinin, emekçinin, alın veya akıl teri dökenin ekmeğidir.

Türkiye plan kavramına yabancı değildir. 1929 dünya ekonomik buhranından sonra Türkiye I. Sanayi Planı ile Sümerbank ve Etibank öncülüğünde ilk büyük sanayi tesislerini kurmuştur. Bu tesisler bir yandan halkın ihtiyaç duyduğu ürünleri üretirken istihdam yaratmış, henüz sermaye birikimini sağlayamamış özel kesim için de deneyimli işçiler, potansiyel yöneticiler yetiştirmiştir.
Öyle ki; 1950’li ve 60’lı yıllarda özel sektör sanayi yatırımların başına devlette yetişmiş teknokratlar getirilmiştir. 1930’lu yıllardaki Sanayi Planı'nın nimetlerinden en son ve en çok yararlanan da AKP iktidarıdır. AKP, iktidarının ilk yıllarında topluma sunduğu hizmetlerin finansmanı bu tesislerin özelleştirme ile satışından elde ettiği gelirle sağlanmıştır.

Türkiye şimdi 1930’lu ve 1960’lı yılların deneyimi ile yeni ve demokratik bir planlama anlayışı geliştirmeli ve çağın gereklerine uygun bir planlana kurumu oluşturmalıdır. Demokratik bir düzen içinde gerçekleştirilecek bir planın başarısı, her şeyden önce demokratik gereklere uygun biçimde hazırlanmış olmasına bağlıdır. Ulusal düzeyde plan yapmak aslında teknik bir iştir. Fakat planın çerçevesini oluşturan ana hedefler ve bu hedeflere varmada izlenecek yolu gösteren “strateji” siyasal karar organları tarafından belirlenir. Çağdaş demokrasilerde bu siyasal karar organı, parlamentodan çıkan hükümettir. Bu ülkelerde ekonomik ve toplumsal politikaların ve ulusal hedeflerin saptanması hükümete ve parlamentoya tanınan bir yetkidir. Planlama teşkilatı ve uzmanları siyasal iktidarın aldığı bu kararlar doğrultusunda çalışmalar yaparlar. Ancak bazı siyasal iktidarların popülist ve pragmatik çözümler peşinde koşması söz konusu olabilir. Bu durumda alınacak kararların teknik ve bilimsel gerekleri göz ardı etmesi, hızlı ve dengeli kalkınmayı ertelemesi olasıdır. Başbakan İsmet İnönü, planlı yaşamın güçlüklerini DPT’nin kuruluşunun 3. Yıldönümünde çok veciz şekilde şöyle belirtmiştir:

"Planlama teşkilatıyla kalkınmayı yürütmeye çalışmak, bir devletin hayatında başlı başına yeni bir devreye girmek, kanunda, usulde ve hepsinden mühim olan zihniyette milletçe yeni bir istikamete yönelmek demektir. Planlama devresi demek, hükümetlerin ve cemiyetlerin o zamana kadar plansız devrede taşıdıkları birçok yetkileri yeni bir çerçeve içinde işletmek demektir. Fedakarlık ister, birçok arzulardan feragat ister ve sorumluluk kavramının yeni bir manada değerlendirilmesidir." (2)

Planlama yönetimi ülkenin bütün ihtiyaçlarını önceliklere göre sıralayarak, dünyada bu sorunların nasıl çözüldüğünü, ihtiyaçların nasıl giderildiğini araştırarak, çok yönlü düşünüp tedbirleri ortaya koymak konumundadır. Örneğin günümüz Türkiye’sinin işsizlik, hayat pahalılığı, teknolojik gelişmeden yararlanarak tarımsal ve sınai üretimi artırma, her düzeyde eğitim sorununu çözme, tüm yurttaşlara nitelikli sağlık hizmeti verebilme, adil ve sürdürülebilir bir sosyal güvenlik hizmeti sunabilme gibi ivedi çözüm bekleyen bir dizi ekonomik ve sosyal sorunu var.
Hükümetin bunları önceliklerine göre sıralaması ve hedefler belirlemesi gerekir. Eğitim gibi ülkemizin öncelikli sorunları arasında yer alan bir konuda, planlana yönetimi önce dünyadaki başarılı örnekleri inceler, özel ihtisas komisyonlarında ilgili kurum temsilcilerini ve uzmanları bir araya getirir. Konuları diğer sektörlerde yaratacağı etkileri de dikkate alarak bütünlük içinde ele alır ve çözümler geliştirerek hükümete sunar. Bu yüzden kararlara teknisyenlerin katkısı yanı sıra o karardan etkilenecek toplum kesimlerinin de katılımının sağlanması gerekir. Zaten halkın planı benimsemesi ve kendisinden beklenen özveriyi göstermesi, ancak plan hazırlık çalışmalarına etkin biçimde katılmasıyla olanaklıdır. O nedenle tüm toplum kesimlerinin planlama çalışmalarına katkısını sağlayacak çağdaş düzenlemeler yapılması ve bunun kurumsal altyapısının oluşturulması zorunludur. Bu sağlanabildiğinde plan, toplumun ortak bir yapıtı olarak ortaya çıkar.
Özetle, planlama ile demokrasi arasındaki duyarlı dengenin iyi kurulması gerekir. Bu ise söylendiği veya yazıldığı kadar kolay değildir. Toplumun gereksinimleri çoğu zaman özel kesimin karı artırmaya yönelik girişimleriyle örtüşmez. Hele çağımızın çılgın tüketim alışkanlıklarına sahip toplumlarda.

Planlama toplumun bireylerinin de planlı yaşamasını gerektirir. Suyunu boşa akıtmayan, elektriğini tutumlu kullanan, parasını hesaplı harcayan, tasarrufa önem veren toplumlar planlamaya daha yatkındır. Büyük kurumlarımız yıllık bütçe ve iş planları yapmaktadır. "Ayağını yorganına göre uzatmak" bu topraklarda yeşermiş bir sözdür. Emeklimiz, dar ve sabit gelirlimiz bütçesini yapmazsa ayın sonunu getiremez. Toplumumuz biriktirmeyi bilir.
Şimdi, sağlıklı gelişme, adaletli kalkınma ve hakça gelir istiyorsak, daha çok bilgi, daha nitelikli hizmet ve katma değeri daha yüksek ürünler üretmek için insan kaynağımızı, bilgimizi, doğal kaynaklarımızı ve tarihi değerlerimizi, üretim tesislerimizi, birikimimizi, paramızı daha dikkatli, planlı ve verimli kullanmak zorundayız. Büyük önderimizin önerdiği çağdaş uygarlık hedefine ancak böyle ulaşabiliriz.


(1) Günal Kansu. (2004). Planlı Yıllar, İş Bankası Kültür Yayınları.
(2) DPT’nin Üçüncü Kuruluş Yıldönümünde Başbakan İnönü’nün konuşması, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, 24 Eylül 1984, Sayı 51, s.1608.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Cumhuriyetin geleceği ve CHP

CHP kurultay delegeleri tarihi bir sorumlulukla karşı karşıyadır. Bu doğrultuda Cumhuriyet Halk Partisinin kuruluş felsefesini çağdaş dünyanın gerçekleriyle yorumlayarak hayata geçirmek için, kapıkulları değil, demokratik bir partinin özgür üyeleri olduklarını göstermelidirler

İnönü'den günümüze demokrasi dersleri

Siyaset bilimci Dankwart A. Rustow'a göre İnönü, "dünyada, elinde ancak bir diktatörde bulunabilecek güç varken demokrasiyi mümkün kılmak üzere bundan feragat eden tek devlet adamı"dır

"
"