26 Şubat 2023
Ünlü Pink Floyd grubunun Dark Side of the Moon albümü bundan tam 50 yıl önce 1 Mart 1973'te satışa çıkarıldı. Umarım siz de bu 45 milyon yasal, belki onun on misli korsan kopya satan ve hâlâ listelerde olan harika albümü dinlemiş ve sevmişsinizdir. Ben herhalde en az bin kez dinlemiş ve sonunda ayın karanlık yüzünü görmüş, yaşamın sırlarına ermiş, hiç olmazsa öyle zannetmiş olanlardanım. Üstelik 1970'lerde Tuğrul Eryılmaz Londra'da Marianne Faithfull'un kapısında belki bana el sallar diye sabahlarken ben Los Angeles'te Pink Floyd'u canlı izliyordum. Grup henüz "Wish you were here" albümünü çıkarmamıştı. Konserin ilk yarısında onun dünya prömiyerini yaptı ve herkes çıldırdı. Bir fan için ilk kez yeni materyali üstelik canlı olarak dinlemek gerçekten çok heyecanlandırıcıydı.
"Keşke sen de burada olsaydın" parçası akıl hastalığı geçirip ayrılmak zorunda kalan grubun kurucu üyesi Syd Barrett için yazılmıştı. "Have a cigar"da onlara "Pink hanginiz?" diye soran kapitalistlerle dalga geçiyorlardı. İkinci yarıda Dark Side of the Moon materyalini çaldılar. Grubun en zirve zamanıydı. Psikadelik, rock, caz ve azıcık İngiliz folklorunun karışımı güzel bir ses yakalamışlardı. Işıkların ve diğer görsel efektlerin de harika olduğunu hatırlıyorum. "On the run" parçasındaki uçak kazası sırasında iplerle bağlanmış ve karşı köşeye saklanmış gerçek bir uçak birdenbire salıverildi ve büyük bir patlamayla sahnenin soluna çarptı. Salondaki herkes çok etkilendi ve hep beraber "wow" diye bağırdı.
Gittiğim Pink Floyd konseri ABD'de Los Angeles'teydi. Kapıda hepimize polis tarafından birer kâğıt verildi. Konsere beraber gittiğim sevgili arkadaşım ünlü Avukat Kenn Kovitz'in çerçeveleyip duvarına astığı ve bizlerle paylaştığı ilan aşağıda.
Pink Floyd grubunun adının nereden geldiğini merak ediyorsanız doğru yerdesiniz ve biz boşuna profesör olmadık. İlginçtir ki adı söylenince insanın aklına her türlü kurulu düzen ve sistem karşıtı protestoyu, kafa ve anlayış değiştiren psikadelik tripleri getiren bu grubun ilk adı çok geleneksel ve hanım hanımcık bir İngiliz deyimi olan "Tea Set", yani çay takımıydı. 1965'te bir askeri üsteki konsere çalmak için geldikleri zaman Tea Set adlı başka bir grubun olduğunu fark ettiler. Syd Barrett birkaç dakika nota kağıtlarını karıştırdıktan sonra Pink Anderson ve Floyd Council adlı iki blues müzisyeninin ilk isimlerini birleştirerek gruba yeni ismini verdi. Grubun üyeleri Syd Barrett (gitar), Roger Waters (bas), Nick Mason (davul), Richard Wright (klavye) idi. Barrett hastalandıktan sonra gruba güzel sesli gitar ustası David Gilmour katıldı ve müzikseverler için tarih yeniden yazıldı.
Waters, Syd Barrett'in gruptan ayrılışının ardından dizginleri ele geçirdi. Barrett'in getirdiği İngiliz folklorunun ve masallarının etkileri yavaş yavaş kayboldu ve sosyal ve siyasi faktörler ön plana çıktı. Waters'ın özgül bir ağırlığı vardı, o gruptan 1985'te ayrıldıktan sonra Pink Floyd'un yıldızı sönmeye başladı.
Aziz milletim Roger Waters'ı ve Pink Floyd'u büyük ölçüde bizim nesile çağdaş rock'u öğreten sevgili kuzenim İzzet Öz sayesinde tanıdı. Konser için Türkiye'ye gelen Waters, İzzet'in tüm Pink Floyd ve Roger Waters LP'lerini imzalayıp ona sarılmadan ülkesine dönmedi.
Şarkı sözlerini anlamak zordur, hele sözler yabancı bir dildeyse ve siz o dili iyi bilmiyorsanız daha da zordur. Sadece dil bilmek yetmez, ülkenin kültürünü, argo deyimleri ve yerel şiveleri de anlamanız gerekir. Tabii pek çok sanatçı şarkı söylerken lafları yuvarlayıp yuttuğu için daha da zor anlaşılır. Örneğin Bob Dylan bunların en ünlülerindendir. Onun bir konserine gittiğimi ve sahnede işitme özürlüler için işaret diliyle tercüme yapan bir görevlinin olduğunu hatırlıyorum. İlginçtir ki o gün Bob Dylan'ı tamamen anlayanlar sadece sağırlardı.
Albümün adını ilk duyduğum zaman çoğumuz gibi ayın karanlık yüzünün bilinmeyen esrarengiz ögeler barındırdığı varsayımına dayanarak sanatçıların bu bilinmeyeni keşfetme girişimi olduğunu sanmıştım. Sonradan bunun bir miktar doğru olduğunu, ancak gerçek anlamın ay ile deliliğin özdeşleştirilmesinden geldiğinin farkına vardım. Luna Latincede ay anlamına geliyor ve İngilizcede "lunatic" deli ya da çılgın demek. Syd Barrett'in grup üyelerinin gözleri önünde yavaş yavaş delirmesinin de albüme katkısının olduğu söylenir.
Dark Side of the Moon tipik bir konsept ya da kavram albümüdür. Diğer Pink Floyd hayranlarının tepkilerini, itirazlarını ve küfürlerini göze alarak ve haddimi aşarak bu inanılmaz albüme verdiğim anlamı sizlerle paylaşmak isterim.
Her şeyin iki yanı vardır, karanlık ve aydınlık, iyi ve kötü. Her insanın içinde de karanlık ve kötü bir delilik, öte yandan bir aydınlık, iyilik ve yardımseverlik vardır. Albümde insanı tatminsiz bir hayata ve sonuçta deliliğe götüren faktörlerden bahsedilir. Albümde iki bölüm vardır. Birincisinde amaçsız ve tatminsiz bir hayat tanımlanır. Speak to me/Breathe (benimle konuş/nefes al), On the run (kaçarken), Time/Breathe reprise (zaman/nefes al tekrar), Great gig in the sky (gökteki büyük performans) bu bölümdedir.
İkinci bölümde ise toplum için zararlı olan ve deliliğe neden olabilecek kavramlardan ve olgulardan söz edilir. Bu parçalar Money (para), Us and them (biz ve onlar), A colour you like (sevdiğin bir renk), Brain damage (beyin hasarı) ve Eclipse (tutulma)'dır.
Bir bütün olarak Dark Side albümü modern yaşamın normal insanlar üzerindeki etkilerini anlatır. Bir uçağın düşme sesinin olduğu "On the run" uçuş korkusunu işler. "Time" zamanın biz farkına varmadan nasıl hızlı geçtiğini, "The great gig in the sky" ölümü, "Money" zenginliğin insana etkilerini, "Any colour you like" insandaki karar verme ve seçim korkusunu anlatır. "Brain damage" Syd Barrett'i anımsatarak toplumun yanlışlarının belki sadece deliler tarafından görülebileceğini söyler. "Eclipse" insanların yaşamak için gerekli uyumu yakalayamadığını anlatır. Albüm, "aslında ayın karanlık yüzü yoktur, her yeri karanlıktır" sözleriyle biter.
Albümde genç ses sihirbazı Alan Parsons ünlü Abbey Road stüdyosunda daha önce rock müzikte görülmemiş ses teknikleri ve efektler kullandı. Time'in girişindeki çalar saat seslerini ve "Money" parçasının girişindeki yazar kasa seslerini herhalde hatırlarsınız. Albüm boyunca duyulan kalp atışı sesi özel olarak ayarlanmış bir davuldan yaratıldı. Albümün sonunda hafif bir sesle Beatles'ın "Ticket to ride" parçası duyulur. Bütün bunlar bilgisayar öncesi bir devirde yapıldığı için özellikle etkileyicidir. Ama benim tüylerimi ürperten ses "the Great gig in the sky" parçasında süper bir doğaçlamayla ‘soul' dolu sözsüz vokal yapan Clare Torry'ye aittir. Stüdyoda Torry'ye 60, belki de 30 pound verilmişti ancak sonradan şarkının yazımında payı olduğu iddiasıyla açtığı davayı kazandı ve bu altın yumurtlayan kaz misali devamlı para getiren albümden hak ettiği payı aldı.
Roger Waters grup elemanlarının içinde siyasetle en çok ilgili olandı. İstanbul konserinde 17 yaşındayken Lübnan'da başına gelenleri söz, müzik ve görüntüyle anlatan 14 dakikalık "Leaving Beirut" adlı parçayı söyledi. Arabası bozulup yolun ortasında kaldığı zaman Filistinli engelli ve yoksul bir ailenin onu misafir edişini, onunla yemeğini, yatağını ve insanlığını paylaştığını anlattı ve sordu, "Bombalamamız gereken insanlar bunlar mı?" Parça bittiği zaman konserdeki seyircilerin yarısının gözleri yaşarmış, bu arada Lübnan'da dolmuşa dolmuş denildiğini öğrenmişti. Waters yerel siyasete de karıştı ve Gezi Parkı olayları sırasında hayatını kaybedenlerin resimlerini duvara yansıttı.
Roger Waters'ın siyasi yüzünün en fazla öne çıktığı Pink Floyd albümü the Final Cut/Son kayıt'tı. Burada Waters Falkland Adalarını Arjantin'den geri almak için donanmayı gönderen Margaret Thatcher'e "Maggie, sen İngiltere'ye ne yaptın?" diye bağırdı. O sıralar muhafazakâr Maggie refah devletini dağıtıp İngiltere'yi Dickens devrindeki vahşi kapitalizme götürmek için de yelken açmıştı.
Waters'ın Filistinlilerin davasını ve kurtuluşunu da desteklediği bilinir. İstanbul konserinin ardından gittiği İsrail'deki Ağlama ya da Utanç duvarının üstüne "duvarı yıkın" diye yazdı ve şarkı söylerken sözlerini "işgale ihtiyacımız yok, ırkçı duvara ihtiyacımız yok" diye değiştirdi. Sonradan İsrail'deki aşırı sağcıların onu askeri mala zarar verdiği için dava ettikleri öğrenildi.
Waters'ın fan'larını en çok hayal kırıklığına uğratan davranışı Ukrayna-Rusya savaşında Putin'i desteklemesiydi. Ukrayna'nın first lady'si Olena Zelenska'ya bir mektup gönderdi ve ülkesindeki aşırı milliyetçileri Ukrayna'yı bu feci savaşa giden yola sokmakla suçladı. Waters daha önce Joe Biden'ı "Ukrayna'daki yangını körüklediği" için "savaş suçlusu" olarak damgalamıştı.
Waters geçenlerde Rusya'nın daveti üzerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde bir konuşma yaptı. Öte yandan Pink Floyd'un söz yazarı ve Gilmour'un eşi Polly Samson, Waters'ı bir Putin savunucusu, antisemit, megaloman ve hırsız olmakla suçladı.
Geçen ay Roger Waters, Pink Floyd grubunun 1973 klasik progresif rock albümü The Dark Side of the Moon'u yeniden kaydettiğini ve grubun geri kalanının materyalini albümden çıkardığını açıkladığı zaman çoğu yaşlı olan fan'ları çok heyecanlandı ve çoğu da çok kızdı. Sosyal medyadaki sevgili 65 üstü kardeşlerim bunu kutsal bir kitabı, örneğin İncili yeniden yazmakla, büyük bir günahla, sapıklıkla, cinayetle ya da ABD anayasasını değiştirmekle eşleştirdiler. Tabii kapitalizm karşıtı tüketici kardeşlerim de bunun onların kıt paralarını kapmak için yeni bir komplo olduğunun farkındaydılar. Şahsen ben albümün dört ayrı formatını satın aldığımı hatırlıyorum.
Albümün geçmişini bir miktar bilenler Dark Side'in başlangıçta bir Roger Waters projesi olduğunun farkındaydılar. Albümdeki parçaların hepsinin sözlerini o yazmış, on parçadan beşinin de müziklerini bestelemişti. Diğer grup üyelerinin katkıları elbette vardı, ama projenin omurgası, felsefesi ve gittiği yer Waters'e aitti. Onun için bu yeni albümü sahibine geri dönüş olarak da nitelendirebiliriz.
Waters geçenlerde Telegraph'a verdiği bir röportajda "Ay'ın Karanlık Yüzü'nü ben yazdım" dedi. "Tüm bu 'biz' saçmalıklarını bırakalım! Tabii ki bir gruptuk, dört kişiydik, hepimiz katkıda bulunduk – ama bu benim projem ve ben yazdım." Evet, sözleri ve müziğin yarısını. Öte yandan enstrümantal rifler ve sololar yeni versiyonda nasıl ayrılacaktı? Ortaya yarı pişmiş topal bir ördek mi çıkacaktı? Telif hakkı avukatlarının yine tonla para kazanacağı kesin.
Benim bir müziksever ve tüketici olarak Roger Waters'a güvenim ve ondan beklentilerim oldukça yüksek. Waters'ın tek başına yaptığı albümleri ve Wall'ın yeni versiyonunu genellikle sevmiştim. Belki Waters'ın sesi Gilmour kadar iyi değildi ama kendine özgü bir karakteri vardı ve kafasındaki isyanı ve sistem karşıtı duygularını sözle ve müzikle çok iyi ifade ediyordu.
1990'lı yıllarda sevgili kuzenim Eşref Üner beni Los Angeles Bowl'daki Roger Waters konserine götürdü. Pink Floyd'tan Nick Mason da davuldaydı. Yirmi yıl sonra cebimiz biraz para gördüğü için bu kez sahnenin önündeki bir locada zengin müzikseverleri Animals materyali çalarken birdenbire ortaya çıkan dev ışık saçan plastik hayvanlara "wow" çekerken izledik.
Beklentilerimin yüksek olmasının bir diğer nedeni de bazen eski parçaların yeni versiyonlarının ya da cover'larının orijinallerinden daha güzel olması. Aklıma ilk gelenler Beatles'ın "With a little help from my friends" parçasını Woodstock'ta yeni boyutlara yükselten Joe Cocker, Bob Dylan'ın "All along the watchtower"ını gitarıyla konuşturan Jimi Hendrix, yine Dylan'ın savaş karşıtı "Masters of war"ını ondan daha iyi söyleyen Pearl Jam'in solisti Eddie Vedder ve Cage the Elephant'ın "Ain't no rest for the wicked" parçasına süper bir caz yorumu getiren Joey Cook. Bilmeyenlere kesin tavsiyelerimdir.
Roger Waters'ın bu yeni projesi tabii ki başta David Gilmour olmak üzere diğer grup arkadaşlarıyla olan ya da olmayan ilişkileri yeni diplere ulaştırdı. Onlar mayıs ayında piyasaya sürülmesi planlanan bu projeden haberdar bile edilmemişlerdi.
Eski Floyd bas gitaristi verdiği röportajda bunun başından beri kendi albümü olduğunu savundu, eski grup arkadaşlarını küçümsedi. Waters, "şarkı yazamıyorlar, söyleyecek hiçbir şeyleri yok. Onlar sanatçı değiller!" dedi. "Hiçbir fikirleri yok ve bu onları delirtiyor."
Yeni Dark Side'in nasıl bir ürün olacağının bir habercisi bence Waters'ın the Wall'ın ünlü parçası Comfortably Numb'ı yeniden yorumlayıp sadeleştirmesi, senfonik rock salatası yerine daha sade et ve patates ana yemeği sunmasıydı. Bana sorarsanız Waters'ın Live in Berlin albümünde Comfortably Numb'ı yeniden yaratan Van Morrison, orijinal Pink Floyd'dan daha çarpıcı ve etkili bir iş çıkardı. Ama Ortodoks Pink Floyd püristlerinin çoğu nefret kustu, onlar için bu revizyon Louvre'daki Mona Lisa portresine mürekkep atmak ya da kutsal bir kitabı yakıp üzerinde tepinmek kadar günahtı, bir suçtu ve davaya ihanetti.
Ancak bana kalırsa bu dünyada sanatçıların tüm özgürce yorumlarına yer var. Müzik dünyasında tüketiciler başta olmak üzere sanatçıların ve özel sektörün kazanacağı bir kazan-kazan sistemi kurmak o kadar zor değil, yeter ki Roger ve David gibi bencil ve dahi moruklar birbiriyle didişip frenlere basmasınlar. Artistleri özgür bırakın, özgürlük tüm yaratıcılığın anasıdır.
Öte yandan ben hala Pink Floyd üyelerinin belki bir gün tekrar birleşip süper müzik yapacaklarını ümit eden optimistlerdenim. Örneğin elli yılın kazandırdığı deneyimle Dark Side of the Moon'u yeniden hep beraber yapsalar ne güzel olurdu. Sinerji sayesinde tüm gruplar bileşenlerinin daha fazlasını ve güzelini üretirler. Pink Floyd beraberken en iyi işi çıkarırdı. Tabii aynı şey kesinlikle Beatles için de söylenirdi ve benim gibi saf iyimserler yıllarca onların birleşmesini bekledi. Ama artık vakit geç ve Time parçasındaki gibi zamanın insafsız çarkları ve tokmakları kafamıza vura vura ilerliyor. Benden sonra tufan! Bu milyoner kaprisli dahi morukların egolarıyla siz uğraşın.
- Roger Waters'sız Pink Floyd, peynirsiz künefe gibidir.
- Ben bu amcaları artık dinlemek istemiyorum. Gecenin köründe yine Pink Floyd'um geliyor, açıyorum dinliyorum da ne oluyor? Yine üzgün, depresif, ayın karanlık yüzünde buluyorum kendimi.
- İçinizden öteki tarafa gidenler oldu. En genciniz David 77 yaşında. Milleti üze üze zengin oldunuz. Anladık zaman akıp gidiyor, çimenler daha yeşildi, ışıklar daha parlaktı, lezzetler daha tatlıydı. Anladık duvar çok yüksek, yalnızız, keşke dememize rağmen sevdiklerimiz yanımızda değil, kimse sallamadı düşlerimizi, hoş bulduk çarkına katılacağımız makineleşmiş hayata. Yeter lan vurmayın kafamıza kafamıza.
- İleride evleneceğim hanımefendinin haberi olsun ki çocuklarım Pink Floyd'u dinleyerek büyüyecektir. Evleneceğim hanımefendi için de turnusol kâğıdı olacak bir konu da budur.
- Benim için bir müzik grubundan fazlasıdır. Pink Floyd İstanbul'dur. Pink Floyd Beylikdüzü-Söğütlüçeşme metrobüsünde zaman geçsin diye açılan 24 dakikalık "şarkının" sahibidir. Pink Floyd zorluklar karşısında bulunan motivasyonun sağlayıcısı, üzüntünün arttırıcısıdır. Pink Floyd felsefe ile aşkın birleşimidir. Pink Floyd hayattır.
- Evet Roger Waters ayrılınca Pink Floyd bitmişti ama Roger'in kendisi de bitmişti. Çünkü Pink Floyd, Voltron gibiydi. Grubun elemanları da ayrı ayrı birer aslan, tek başlarına başarısızdılar, birleşince de karşılarında kimse kalmazdı.
- Müneccim b...ku yemiş dahi bir bay kasvet.
- Kıytırık protest şarkı sözleri yazmaktan bas gitar çalmayı öğrenememiş, kırk senedir kulaklarımızın ırzına geçmiş bir sözde müzisyen.
- Kendisinin anlattığına göre, bas çalmayı on yılda öğrenebilmiştir. Zira müzik kulağı zayıftır. Rivayet odur ki, grubun ilk kurulduğu dönemlerde gitarını Syd Barrett akort edermiş.
- Sıradan kabak gibi bir gerçeği dile getirdiği için büyük hakikatler açıklamışçasına övülmüş. Adam alt tarafı sömürgecilik tarihinden bahsetmiş, sanırsın ki Chomsky. Geçenlerde av yasak diye İngiltere'ye kızıp ABD'ye taşınan da bu Waters değil miydi?
- Putin'in köpeği olmuştur, bu yaşta yakışıyor mu? Hep Maduro'ya, Putin'e, Çin'e yandaştır ama ABD'de yaşar. Almancı dayılardan bir farkı kalmamıştır gözümde. Müzikleri çok iyidir ona diyecek bir şey yok.
- Beyni sulanmış ihtiyar. Dark side of the moon'u rock'n roll gitar soloları olmadan baştan kaydedecekmiş. Vivaldi'nin "Dört mevsimi" kemansız kaydetmesi gibi bir şey. Bir Putin-Maduro yalayıcısından bile beklenmeyecek kadar salakça hareket.
- Geldiğini de bakkal amcadan öğreniyorum. Laz bakkalımız, ismimi şiveli söyleyen adam, "Racı Vootıığs gelmiş duydun mu?" dedi bana İngiliz aksanıyla.
Bob Dylan, Beatles, Van Morrison, Grateful Dead, Who, Rolling Stones ve Pink Floyd… Cahiller bari iyi müzik dinlesinler!
Sokaklar göçmenlerle doldu. Kulağa gelen dil ve müzik, restoranlardan ve siyasetten gelen kokular değişti. Öğrenciler kopya çekmeye başladı. Yargı siyasallaştı. Siyaset kutuplaştı. İnsanlar daha karamsar oldu. Ne olacak bu Amerika'nın hali?
Güldürücü, eğlendirici, alay edici, absürt, düşündürücü, iç gıcıklayıcı, hicvedici, empati yaptırıcı, nostaljik, fiziksel, göbek hoplatıcı, gerdan kırdırıcı, kıvırtıcı, saçma, deli, akıl dışı, aptal…
© Tüm hakları saklıdır.