17 Kasım 2024

Komedi filmi tavsiyelerim I

Güldürücü, eğlendirici, alay edici, absürt, düşündürücü, iç gıcıklayıcı, hicvedici, empati yaptırıcı, nostaljik, fiziksel, göbek hoplatıcı, gerdan kırdırıcı, kıvırtıcı, saçma, deli, akıl dışı, aptal…

Ne demiş Nazım Hikmet, sonra da Cem Karaca? Hep kahır, hep kahır, hep kahır... Bıktım be!

Bugün yerli ve yabancı can sıkıcı ve iç karartıcı haberlerden ambale olan okuyucularıma bir süre olsun bu kötü dünyadan ayaklarını kesip unutturacak ve umarım onları güldürecek yedi komedi filmi tavsiyem var.

Bunlardan ikisi Billy Wilder'in yönettiği ve Marilyn Monroe'nun baş rolde oynadığı filmler. İkisini Mel Brooks yönetmiş ve ortak yıldızları Gene Wilder. Pek çok ünlü sanatçının yer aldığı müzikal Blues Brothers, çalışma hayatını hicveden Office Space ve büyük ihtimalle gördüğünüzü varsaydığım süper komedi The Hangover listeyi tamamlıyor.

Sıra yine eskiden yeniye doğru. Bulabildiğim en iyi YouTube videolarını ilişikte sunuyorum. Filmleri tüm olarak izlemek için bu işten anlayan çok sayıda gençten yardım istemenizi öneririm.

The Seven Year Itch / Yaz Bekarı (1955)

Bilmem hatırlar mısınız? Klasik müzik yazımda Marilyn Monroe'nun Rachmaninoff'un İkinci Piyano Konçertosunu duyar duymaz kendini yedi yıllık evli olan kahramanımızın kollarına attığından söz etmiştim. Müzik tüm erkeklere tavsiyemdir. Bütün komşularınız Marilyn gibi olsun.

The Seven Year Itch (Yedinci Yıl Kaşıntısı) Türkçeye Yaz Bekarı olarak çevrilen ve yönetmenliğini Billy Wilder’ın üstlendiği ikonik bir romantik komedi filmidir. Filmin başrollerinde Marilyn Monroe ve Tom Ewell yer alır. Film orta yaş krizi ve evlilik kavramını mizahi bir dille ele alırken Marilyn Monroe’nun film tarihine kazandırdığı ikonik beyaz elbise sahnesiyle akıllarda kalır.

Film New York'ta yaşayan ve evli olan Richard'ın (Tom Ewell) yazın eşi ve oğlu tatile gittikten sonra komşusu genç ve çekici bir kadınla (Marilyn Monroe) yaşadığı kısa süreli bir yakınlaşmayı konu alır. Genç kadının hayatına girmesiyle Richard monoton geçen evliliğini ve hayatını sorgulamaya başlar. Filmde Richard’ın “yedinci yıl kaşıntısı” olarak adlandırılan ve evliliklerin yedinci yılında yaşadığı sadakat krizinin onu komik ve tuhaf hallere sokması işlenir.

The Seven Year Itch dönemi için cesur kabul edilen bir mizah anlayışıyla Amerikan banliyö hayatındaki baskıyı ve evliliklerdeki rutinleşme konusunu işler. Billy Wilder bu filmiyle toplumsal normlara eğlenceli bir şekilde meydan okur ve evlilik ve sadakat gibi konuları ironik bir şekilde ele alır. Richard’ın hayal dünyasında sürekli kendini cezalandırdığı ya da sadakatsizliğin eşiğine gelince hemen pişman olduğu sahneler filmin mizahi yönünü öne çıkarır.

Film Marilyn Monroe’nun kariyerinde bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Özellikle sıcak bir yaz akşamında metro havalandırmasının üzerine çıkıp rüzgarın eteğini savurduğu sahne sinema tarihinin en ünlü anlarından biri haline gelmiştir. Monroe’nun doğal çekiciliği ve naifliği karakterine güzellik katar.

The Seven Year Itch filminden bir kare

Filmin orijinal tiyatrosunda da Broadway'de aynı rolü oynayan Tom Ewell de bence süper bir iş çıkarıyor. Zamanlaması ve bakışları yeter. Genellikle Marilyn'in karşısında yakışıklı ve havalı bir jön görülür. Oysa Ewell bunun tam tersi bir averaj Joe. Yani herkesin onun yerinde olma şansı var. Siz Rachmaninoff'u şimdiden tedarik edin.

Some Like It Hot / Bazıları Sıcak Sever (1959)

Some Like It Hot Türkçeye çevrildiği adıyla Bazıları Sıcak Sever Billy Wilder'ın yönettiği ve Marilyn Monroe, Tony Curtis, Jack Lemmon gibi ünlü oyuncuların başrolü paylaştığı bir komedi klasiğidir. Bu film yalnızca dönemin toplumsal normlarına yaptığı cesur göndermelerle değil, aynı zamanda mizahi ve romantik tarzıyla da sinema tarihine adını yazdırdı.

Filmin hikayesi tesadüfen bir mafya hesaplaşmasına tanık olduktan sonra kimliklerini gizlemek zorunda kalan iki müzisyen Joe (Tony Curtis) ve Jerry'nin (Jack Lemmon) kadın kılığına girerek bir kadın müzik grubuna katılmalarıyla başlar. Kadın kıyafetleri içinde ülke çapında bir turneye çıkan ikili bu süreçte hem kimliklerini saklamaya çalışırken komik durumlara düşer hem de romantik maceralara atılırlar. Joe grubun vokalisti olan Şeker (Marilyn Monroe) ile romantik bir ilişki yaşarken Jerry peşine düşen zengin bir adamla komik bir aşk üçgenine kapılır.

Film cinsiyet kimliği, aşk ve arzu gibi temaları mizahi bir dille işlerken aynı zamanda 1950’lerin sonlarında pek alışılmadık şekilde toplumsal cinsiyet normlarına meydan okur. Örneğin Joe ve Jerry'nin kadın kılığına girdikten sonra yaşadıkları deneyimler izleyiciye o dönemin toplumsal cinsiyet rollerini ve önyargılarını sorgulatır.

Some Like It Hot Marilyn Monroe'nun kariyerinin en parlak performanslarından birini sunduğu filmlerden biridir. Şeker karakterinin naif ama karizmatik doğası Monroe’nun kendine has çekiciliğiyle birleşerek filme unutulmaz bir enerji katar. Wilder'ın hızlı tempolu mizah anlayışı ve karakterlerin zekice yazılmış diyalogları filmi bugüne kadar popülerliğini koruyan bir kült klasiği haline getirmiştir.

Wilder'in önceleri filmi renkli olarak çekmek niyetinde olduğu, ancak sonradan renkli filmde Tony Curtis ve Jack Lemmon'un kadın kılığındaki korkunç hallerini görünce siyah-beyaza döndüğü söylenir.

Blazing Saddles / Gümüş Eyerler (1974)

Blazing Saddles Mel Brooks'un yönettiği klasik Western türünü hicveden ve dönemin toplumsal önyargılarını ele alan kült bir komedi filmidir. Başrollerde Cleavon Little ve Gene Wilder'ın yer aldığı film mizahi ve eleştirel bir bakış açısıyla ırkçılık, yolsuzluk ve ayrımcılık gibi konuları işleyerek dönemin tabularına meydan okur.

Hikaye Rock Ridge adlı küçük bir kasabanın etrafında döner. Kasabanın arazisine bir demiryolu inşa etmek isteyen yozlaşmış bir devlet yetkilisi olan Hedley Lamarr (Harvey Korman) kasabayı kaosa sürükleyip halkı kaçırmayı ve değerini düşürerek araziyi ucuza ele geçirmeyi planlar. Bunu başarmak için kasabaya ırkçı önyargıların hedefi olacağını bildiği siyahi bir şerif atar: Bart (Cleavon Little).

Bart'ın kasabaya gelişi ön yargılarla dolu halkın büyük tepkisini çeker. Ancak Bart zekası ve mizah anlayışıyla kasaba halkının güvenini kazanarak Hedley Lamarr’ın planlarına karşı direnmeye başlar. Yanında ise alkol sorunu olan eski bir silahşor olan Jim (Gene Wilder) vardır.

Blazing Saddles Western filmlerindeki klişeleri eleştirerek sinema dünyasında yeni bir hiciv tarzını popülerleştirir. Filmde ırkçılık, kurumsal yolsuzluk, cinsiyetçilik gibi konular kara mizah aracılığıyla ve zaman zaman abartılı komedi unsurlarıyla ele alınır. Film izleyicilere dönemin Amerika’sında yaşanan ırkçılık ve ayrımcılıkla ilgili eleştirilerini açıkça ve çarpıcı bir şekilde sunar.

Son sahnede film setinin dışına çıkılması ve gerçek dünyayla buluşulması sinemanın yapaylığına vurgu yapan yenilikçi bir anlatım tekniği olarak öne çıkar.

Young Frankenstein / Genç Frankenstein (1974)

Geçen hafta gençliğimin hayali kız arkadaşlarımdan birini daha kaybettik. Young Frankenstein filminde doktorun asistanı Inga'yı canlandıran saf, güzel ve komik sarışın Teri Garr deneme filminden önce saatlerce Alman kuaförüyle aksan çalışmış, sutyenini kağıt peçetelerle doldurmuş ve rolü kapmış.

Teri Garr

Young Frankenstein Mel Brooks'un yönettiği ve komediyle korku türünü ustaca birleştiren, sinema tarihinin en sevilen parodilerinden biridir. Başrollerinde Gene Wilder, Peter Boyle, Marty Feldman ve Teri Garr’ın yer aldığı film Mary Shelley’nin Frankenstein romanının parodisini yaparken aynı zamanda klasik korku filmlerine bir saygı duruşu niteliğindedir.

Film Dr. Frankenstein’ın torunu olan Frederick Frankenstein (Gene Wilder) üzerine odaklanır. Genç Dr. Frankenstein dedesinin meşhur deneylerinden ve adından uzak durmaya çalışmaktadır ve soyadının "Fronkonstin" olarak telaffuz edilmesini istemektedir. Ancak dedesinden miras kalan şatoyu ziyaret ettiğinde ailesinin geçmişine olan ilgisi yeniden canlanır ve büyükbabasının çalışmalarını tekrar etmeye karar verir. Frederick’e şaşı ve kambur yardımcısı Igor (Marty Feldman) ve sadık laboratuvar asistanı Inga (Teri Garr) eşlik eder. Dr. Frankenstein büyükbabasının deneylerini tekrar ederek bir cesedi canlandırmayı başarır ve ortaya muazzam güçlere sahip ama saf bir dev olan “Canavar” (Peter Boyle) çıkar.

Film hem klasik korku filmlerine hem de 1930’ların Frankenstein filmlerine yapılan görsel ve tematik göndermelerle doludur. Mel Brooks filmi siyah beyaz çekerek eski korku filmlerinin gotik atmosferini ve stilini yansıtır. Ayrıca eski Universal Studios’un orijinal Frankenstein laboratuvar setleri kullanılarak filme otantik bir görünüm kazandırılır.

Young Frankenstein komedi unsurlarını zekice ve ince bir şekilde kullanmasıyla dikkat çeker. Igor’un sık sık yer değiştiren kamburu, Frederick’in duygu dolu monologları ve komik yanlış anlamalar filmi mizahi açıdan zenginleştirir. Filmde kullanılan absürt mizah, fiziksel komedi ve zekice yazılmış diyaloglar Young Frankenstein’ı Mel Brooks’un filmografisindeki en başarılı filmlerden biri haline getirmiştir.

Özellikle Gene Wilder’ın yazımına katkıda bulunduğu sahneler filme orijinal ve yaratıcı bir mizah katarken onun Frederick Frankenstein rolündeki performansı unutulmazdır. Peter Boyle ise canavar rolünde hem ürkütücü hem de izleyicilere sempati duygusu uyandıracak bir performans sergiler.


The Blues Brothers / Cazcı Kardeşler (1980)

The Blues Brothers John Landis'in yönettiği ve başrollerinde John Belushi ile Dan Aykroyd'un yer aldığı, müzik ve komediyi harmanlayan efsanevi bir film olarak sinema tarihine geçmiştir. Hem bir komedi klasiği hem de müzikal bir başyapıt olan film başrollerdeki karakterlerin etkileyici performansları, sahneye koyulan çılgınca kovalamaca sahneleri ve ünlü blues ve R&B sanatçılarının yer aldığı unutulmaz müzikleriyle öne çıkar.

Hikaye Jake (John Belushi) ve Elwood Blues’un (Dan Aykroyd) çocukken büyüdükleri yetimhaneyi kapanmaktan kurtarma çabalarını konu alır. Hapisten yeni çıkan Jake yetimhaneyi kurtarmak için gereken parayı toplamak amacıyla eski müzik grubunu yeniden bir araya getirmeye karar verir. Kendilerini "Tanrı’nın görevlendirdiği" bir işin peşinde gören Jake ve Elwood yolda türlü maceralara atılarak hem polisin hem de çetelerin dikkatini çeker. Bu arayış blues ve soul müziğin efsanelerinin de yer aldığı çılgın bir yolculuğa dönüşür.

The Blues Brothers müziğin filme nasıl hayat verebileceğinin en iyi örneklerinden biridir. Filmde Aretha Franklin, Ray Charles, James Brown ve Cab Calloway gibi blues ve R&B efsanelerinin performansları yer alır ve bu müzikler filmde hem hikayeye katkı sağlar hem de unutulmaz sahneler yaratır. Örneğin Ray Charles’ın "Shake a Tail Feather" performansı veya Aretha Franklin’in "Think" şarkısıyla sahneye çıkışı, izleyiciler için sadece bir müzik dinletisi değil aynı zamanda sahneye muazzam bir enerji katan anlar sunar.

Filmde klasik komedi unsurları ile absürt mizah bir araya getirilir. Aykroyd ve Belushi'nin mükemmel uyumu, Elwood’un sakinliği ile Jake’in çılgın ve pervasız tavırlarının zıtlığından doğan dinamikle seyirciye eğlenceli bir macera sunar. Filmin en dikkat çekici özelliklerinden biri de araba kovalamacalarıdır. Çeşitli yerlerde polis arabalarıyla yaşanan kovalamacalar komik bir abartıyla verilerek filme yüksek bir tempo katar. Özellikle Chicago sokaklarında geçen araba takip sahneleri filmin ikonik unsurlarından biridir ve zamanında yapılmış en büyük prodüksiyonlardan biri olarak dikkat çeker.

The Blues Brothers özgün mizahı, dönemin kült müziklerini bir araya getiren yapısı ve çarpıcı sahneleriyle kısa sürede kült statüsüne ulaşmış bir filmdir. Jake ve Elwood’un “Tanrı’nın görevlendirdiği” bu blues yolculuğu eğlence dolu sahnelerle doludur ve izleyicilere hem süper müzik hem de süper komedi sunar.

Office Space / Ofis Çılgınlığı (1999)

Office Space Mike Judge'ın yazıp yönettiği ve iş hayatının sıkıcı rutinini hicveden bir komedi filmidir. Başrollerde Ron Livingston, Jennifer Aniston ve Gary Cole’un yer aldığı bu film iş yerindeki bürokrasi, kurumsal baskılar ve çalışanların modern çalışma hayatındaki sıkışmışlık hissini komik ve çarpıcı bir dille ele alır. Günümüzde bir kült klasik haline gelen Office Space özellikle beyaz yakalıların kendilerini bulduğu mizahi bir iş hayatı eleştirisi olarak bilinir.

Hikaye Peter Gibbons (Ron Livingston) adındaki mutsuz bir ofis çalışanının işine karşı geliştirdiği büyük bir kayıtsızlık üzerine kuruludur. Bir yazılım şirketinde çalışan Peter her gün aynı sıkıcı işlerle ve anlamsız ofis kurallarıyla başa çıkmak zorundadır. Patronu Bill Lumbergh (Gary Cole) mikro yönetimi ve işlerin detayları üzerine gereksiz baskısıyla Peter ve diğer çalışanların hayatını daha da zorlaştırır. Peter hipnoterapi sırasında hipnoterapistin ani ölümüyle kalıcı bir rahatlama haline girer ve işe karşı tamamen ilgisiz, kaygısız bir tutum takınır. Bu tavrı ise ironik bir şekilde patronlarının dikkatini çeker, hatta terfi bile alır. Ancak Peter’in bu yeni rahat tavrı arkadaşlarıyla birlikte şirkete karşı bir intikam planı yapmaya kadar uzanır.

Office Space iş dünyasının absürtlüklerini ve sıkıcı rutinini çok başarılı bir şekilde işler. Filmin en akılda kalıcı unsurlarından biri iş yerindeki modern yönetim kültürünü ve şirket içi bürokrasiyi tiye alan karakterler ve diyaloglardır. Örneğin Peter’ın iş yerine ilgisiz yaklaşımı veya patronunun her şey için onay istemesi gibi detaylar filmin izleyiciler tarafından kolayca benimsenmesini ve iş yaşamının gerçekçi bir yansıması olarak görülmesini sağlar.

Jennifer Aniston’ın canlandırdığı Joanna karakteri ise işinden memnun olmayan başka bir karakter olarak Peter ile ortak bir bağ kurar. Joanna kurumsal dünyaya ayak uyduramayan özgür ruhlu bir karakter olarak iş dünyasındaki “uyumsuz” tiplerin simgesi olur.

Filmin belki de en ünlü sahnelerinden biri Peter ve iş arkadaşlarının "hayatlarını zehreden" yazıcıyı paramparça ettiği sahnedir. Bu sahne iş dünyasındaki sıkışmışlık hissini ve buhranı mizahi bir biçimde dışa vurur. Çoğu izleyici için iş yerinde yaşadığı küçük ama sinir bozucu deneyimlerin bir metaforu olarak filmde yer alır. Şahsen ben yine hata sinyali veren evimdeki yazıcıyı parçalamanın eşiğindeyim.

The Hangover / Felekten Bir Gece (2009)

The Hangover Todd Phillips’in yönettiği, bekarlığa veda temalı ve çılgın Las Vegas maceralarıyla dolu bir komedi filmidir. Başrollerinde Bradley Cooper, Ed Helms, Zach Galifianakis ve Justin Bartha’nın yer aldığı film sıradan bir bekarlığa veda partisi olarak başlayan ama ardından karmaşık ve komik olaylara dönüşen bir hikayeyi anlatır. Film mizah anlayışı, sıra dışı hikaye kurgusu ve absürt olay örgüsüyle kısa sürede bir kült statüsüne ulaştı.

Hikaye Doug (Justin Bartha) adında bir damadın bekarlığa veda partisi için en yakın arkadaşları Phil (Bradley Cooper), Stu (Ed Helms) ve tuhaf kardeşi Alan’ın (Zach Galifianakis) Las Vegas’a gitmesiyle başlar. Geceye hızlı bir şekilde başlayan ekip ertesi sabah uyandıklarında geceye dair hiçbir şey hatırlamadıklarını fark eder. Oda darmadağınık haldedir, Stu’nun bir dişi eksiktir, banyoda bir kaplan vardır ve Doug ortadan kaybolmuştur. Bu üç kafadar Doug’u bulmak için gece boyunca neler yaşandığını çözmeye çalışırken kendilerini gittikçe daha karmaşık ve komik durumların içinde bulurlar.

The Hangover filminden bir kare

The Hangover komedi türünde sıra dışı bir hikaye anlatımı ve karakter dinamikleriyle öne çıkar. Olaylar zincirinin belirsizliği izleyiciye adeta bir dedektiflik hikayesi sunarak karakterlerle birlikte gizemi çözme deneyimi yaşatır. Filmdeki mizah unsurları karakterlerin kendine özgü kişilik özelliklerinden kaynaklanır. Phil’in rahat ve kendine güvenen tavırları, Stu’nun endişeli ve titiz doğası, Alan’ın ise tuhaf ama komik halleri filmde birçok unutulmaz sahne yaratır. Özellikle Alan karakterinin benzersiz tuhaflıkları ve Zach Galifianakis’in performansı filmin mizahi yönünü güçlendiren başlıca unsurlardan biridir.

Filmin Las Vegas gibi çılgın eğlencelerin merkezi olan bir şehirde geçmesi hikayeye hem görsel zenginlik katar hem de karakterlerin başlarına gelen absürt olaylara uygun bir ortam sağlar. Kaplan, bebek, Mike Tyson gibi sıra dışı unsurlar filmin komedi dozunu artırarak izleyiciyi sürekli şaşırtır ve güldürür. Bu unsurlar aynı zamanda filmde gerçeklikten uzak, “bir gecede başımıza gelebilecek en çılgın şey ne olabilir” düşüncesini eğlenceli bir şekilde keşfetme şansı sunar.

Mehmet Ali Çiçekdağ kimdir?

Prof. Dr. Mehmet Ali Çiçekdağ İstanbul'da doğdu. Sankt Georg Avusturya Lisesini ve Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirdi. İki yıl Ege Üniversitesi İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesinde asistanlık yaptıktan sonra burslu olarak ABD'ye gitti. California Üniversitesi'nin Santa Barbara kampüsünde siyaset bilimi dalında yüksek lisans ve doktora yaptı. 40 yıldan fazla ABD'de kalan Çiçekdağ çeşitli üniversitelerde Amerikan politikası, uluslararası ilişkiler ve mukayeseli devletler dersleri verdi.

Çiçekdağ'ın ikinci uzmanlık alanı Yabancı Dil Eğitimi ve Dilbilimidir. Monterey Institute of International Studies'ten eğitim dalında ikinci bir M.A. aldı. Defense Language Institute'te Akademik Eğitim ve Geliştirme bölümünün başkanlığını ve Türkçe Bölümünün başkanlığını yaptı.

1980'lerde Boğaziçi Üniversitesinde Siyaset ve Uluslararası İlişkiler bölümünde tam zamanlı öğretim üyeliği yapmış olan Çiçekdağ, bugünlerde aynı bölümde yarı zamanlı olarak Amerikan Politikası dersleri veriyor. T24'te siyaset ve müzik yazıları yazmayı seviyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

BRICS de mi bizi reddetti?

Önünde bekleyecek bir kapı daha mı çıktı? Evde mi kaldık? Eksen kayması mı dengeleme mi? Tam bağımsızlık mı pastadan pay almak mı? Demokrasi mi otokrasi mi? Kurallara mı uymalı rüşvet mi vermeli? Sen-ben-bizim oğlan ahbap çavuş ekonomisi bize çok mu yabancı?

Klasik müzik tavsiyelerim I

Baştan çıkarıcı, nefes kesici, ürpertici, neşelendirici, coşturucu, dertlendirici, heyecan verici, kışkırtıcı, teslim oldurucu, ilham verici…

Sevdiğim caz albümleri I

Büyüleyici, uçurucu, duygulandırıcı, aşk depreştirici, özlettirici, iç titretici, oynatıcı, hüzünlendirici, sorgulayıcı, düşündürücü, iç çektirici, boş verdirici, içirici…

"
"