02 Ocak 2022

Avrupa'nın son diktatörü: Aleksander Lukaşenko

Lukaşenko diktatörlüğün el kitabını yazmıştır; emekli olup bu konuda bir seminer açarsa onun uzmanlığından ve tecrübesinden yararlanmak isteyen pek çok isteklinin olacağından eminim...

Sevgili Belarus Cumhurbaşkanı Lukaşenko,

Kayınvalidem yarın Ryanair'le Paris'ten Moskova'ya uçuyor. Onun 1268 uçuş numaralı uçağı saat 20:00 civarında sizin bölgenizin üzerinde olacak. Bu pazar yemek masasında sizin rejiminizi eleştirdiğini çok net bir biçimde duydum. Bir şey değil.

Bir vatansever


Minsk'te bir çevik kuvvet polisi adamın birini öldüresiye dövüyormuş. Adam yüzünü kapatmış ve “lütfen beni dövme, ben Lukaşenko'ya oy verdim” demiş. Polis biraz duraksamış, sonra bağırmış, “Yalan söyleme! Hiç kimse Lukaşenko'ya oy vermez!”. Sonra adamı dövmeye devam etmiş.


Dikkatli okuyucular geçen yıl Belarus Hava Kuvvetleri'nin Belarus Devlet Başkanı Lukaşenko'nun muhalifi bir gazeteciyi tutuklamak için iki yabancı ülke arasında sefer yapan bir Ryanair uçağını zorla indirdiğini hatırlayacaklardır. İkinci acı esprideki uygulama da maalesef pek çok otoriter yönetimler altındaki ülkenin ortak paydası olmuş durumda.

Diktatörlüğün el kitabını yazan adam

Aleksander Lukaşenko 1994'ten beri Belarus'un mutlak lideri, yani Avrupa'nın en uzun süre görev yapan devlet başkanı. Batı'dan gelen demokrasi rüzgarına ve çağrılarına başarıyla direnen bu eski Sovyet çiftlik yöneticisi ve Sovyet ordusu askeri bu başarısını öncelikle Rusya'nın desteğine, sonra da yolsuzlukları ve insan hakları ihlallerini örtbas etmek için basını ve parlamento dahil tüm devlet kurumlarını ele geçirmesine borçlu. Lukaşenko son zamanlarda Avrupa Birliği'nin üzerine Orta Doğu'dan gelen yasadışı göçmenleri saldı ve tüm yerel sıkıntıları dış güçlerin müdahalesine bağladı. Bu arada dış görünüşü kurtarmak için tüm serbest seçim kurallarını ihlal etse de düzenli seçim yapmayı ve çeşitli referandumlarla tüm yetkileri kendinde toplamayı ihmal etmedi. Muhalifleri Minsk sokaklarında döve döve polis kamyonlarına tıktı. Medyayı ya satın aldı ya da korkuttu. Sırtını Rusya'ya dayadı, bu arada Batı'ya da göz kırptı. Her iki taraftan da taviz kopardı. Kısacası Lukaşenko diktatörlüğün el kitabını yazmıştır. Emekli olup bu konuda bir seminer açarsa onun uzmanlığından ve tecrübesinden yararlanmak isteyen pek çok isteklinin olacağından eminim.

Belarus ve Panslavizm

Belarus'un Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra en az değişen ülke olduğu kesin bir gerçek. Örneğin tüm önemli endüstriler devlet mülkiyeti altında kalmayı sürdürdü. Rusya ve Belarus'un ulusal bayrakları, armaları ve hatta ulusal marşları benzeşiyor. Üstelik bu benzerlik 1995'te tartışmalı bir referandum sonucu halk tarafından kabul edildi. Ertesi yıl başka bir referandum Lukaşenko'ya Belarus parlamentosu Yüce Sovyet'i feshetme yetkisini vererek iktidarını daha da pekiştirmesine izin verdi. Rusçaya Belarus diliyle aynı statü verildi ve Rusya ile ekonomik bağlar güçlendirildi. Bu da Belarus ve Rusya vatandaşlarının birbirlerinin ülkelerinde serbestçe dolaşabilmelerine, çalışabilmelerine ve eğitim almalarına izin veren bir Birlik Devletinin kurulmasına yol açtı. Bununla birlikte Rusya-Belarus ilişkileri her zaman sorunsuz geçmedi. İki ülke arasındaki Süt Savaşları bir ara ilişkileri iyice zorladı. Hem polis dedektifleri hem de uluslararası ilişkiler uzmanları olayları açıklamak için “para akımını izle” derler. Ancak kimlik milliyetçiliği ve Panslavizm yine de belirli çevrelerin ekonomik çıkarlarına ağır bastı.

İki cami arasında

Lukaşenko sırtını genellikle Rusya'ya dayadı. Rusya ile bozuştuğu zaman Batı'ya yanaştı. Avrupa Birliği ile Rusya arasındaki stratejik tampon bölge konumundan yararlanarak petrol ve doğal gaz boru hatları güzergahını ve miktarını etkilemeye çalıştı. Bazen de Batı'ya sempatik görünüp taviz koparmak amacıyla birkaç siyasi tutukluyu serbest bıraktı ve sıkı rejimini bir miktar gevşetti.

Demokrasi tramvayı

Lukaşenko pek çok diğer otoriter lider gibi iktidara gelmek ve orada kalmak için tartışmalı ve kısıtlı seçimleri kullandı. Ancak rejim karşıtlarının ve medyanın susturulduğu ortamlarda yapılan seçimler uluslararası gözlemciler tarafından özgür ve adil olarak kabul edilmedi. Birçok batılı ülke Lukaşenko'ya ve diğer Belaruslu yetkililere yaptırım uygulamaya başladı.

1995'teki Belarus'u Ruslaştırma referandumu ve aynı yıl yapılan parlamento seçimleri bağımsız gözlemciler tarafından hilecilik ve yaygın baskı nedenleriyle gayrimeşru olarak ilan edildi. Lukaşenko referandum kararını almazlarsa parlamentoyu fesihle tehdit etti. Parlamento da onun Ruslaştırma programının dört maddesinin üçünü reddetti. Lukaşenko da parlamentoyu kapattı, direnip açlık grevi yapan milletvekillerini yaka paça sürükletip dışarı attırdı, sonra da referandumu yaptı. Referandumdan sonra Lukaşenko kendisine sadık milletvekillerinden yeni bir meclis topladı.

1998'in başında Rusya Merkez Bankası Belarus rublesi ile ticareti askıya aldı ve bu da ulusal para biriminin değerinde bir çöküşe yol açtı. Lukaşenko da Belarus Merkez Bankasının kontrolünü ele aldı, tüm banka liderlerini kapının önüne koydu ve para biriminin serbest düşüşünden Batıyı sorumlu tuttu. Bu bağlamda tüm batılı devletlerin büyükelçiliklerini Minsk yakınlarındaki Drazdy kompleksinden başka lokasyonlara taşınmaya zorladı. Avrupa Birliği ve ABD de cevaben Lukaşenko'ya seyahat yasağı getirdi.

Avrupa Birliği ile bin km sınır demokrasi anlamına gelmez

2004 yılında Polonya, Letonya ve Litvanya Avrupa Birliğine katıldıktan sonra birdenbire Belarus'un Avrupa Birliği ile 1000 kilometre sınırı oldu. Bu da Lukaşenko'yu Batı değerlerine, demokrasiye, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne daha yakınlaştıracağı yerde ona batıya meydan okuyacak bir sahne almak fırsatı verdi. Lukaşenko her fırsatta Avrupa Birliği'nin nasırına bastı, Batı değerleriyle ve LGBTQ haklarıyla alay etti, ülkenin tüm sorunlarından dış mihrakları ve yabancı faiz baronlarını sorumlu tuttu. Tabii tüm itiş kakışlarına rağmen sırtını Rusya'ya dayaması, ülkedeki Rus propaganda ağı ve Rus sempatizanlarının desteği işini kolaylaştırdı.

Öte yandan Avrupa Birliği Belarus üzerinden gelen Rus gazının güvenliğinden endişe duyuyordu ve Belarus işleriyle aktif olarak ilgiliydi. Oysa ihtiyar kurt Lukaşenko'nun elinde vanasını tuttuğu bir boru hattı daha vardı: Belarus vizeli Orta Doğulu mülteciler.

Demokrasi tabutuna ilave çiviler

Lukaşenko 2004'te dönem süresi bitmekte olan tüm otokratlar gibi davrandı. Televizyona çıktı ve ulusa sesleniş konuşmasında o zamana kadar iki olan cumhurbaşkanlığı dönem limitini kaldırmak için bir referandum yapacağını bildirdi. Daha sonra muhalefeti sindirmek için şiddet uyguladı. Örneğin muhalif protestolara giden herkesin boynunun bir ördek gibi sıkılacağını söyledi. Tüm muhalif gruplar, Avrupa Birliği ve ABD referandumun ve sonra yapılan seçimlerin uluslararası standartları ihlal ettiğini ilan ettiler.

AGİT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) 2006 cumhurbaşkanlığı seçiminin demokratik seçim kriterlerini karşılamadığını ve Lukaşenko'nun devlet otoritesini vatandaşların sandıkta iradelerini özgürce ve adil bir şekilde ifade etmelerine izin vermeyecek bir şekilde kullandığını, muhaliflere gözdağı verdiğini ve bağımsız sesleri susturduğunu rapor etti. 25 Avrupa Birliği ülkesinin başkanları seçimlerin “temelden kusurlu” olduğunu açıkladı. Lukaşenko da varsa seçim hilelerinden Batılı ülkelerinin sorumlu olduğunu söyledi.

2008'deki parlamento seçimlerinde bir ilk yaşandı. Muhalefet partilerinin üyeleri mevcut 110 sandalyeden hiçbirini alamadı. AGİT gözlemcileri sonuçların kasıtlı olarak tahrif edilmesi dahil pek çok seçim kusuru bulunduğunu bildirdi. Lukaşenko daha sonra Belarus'taki muhalefetin yabancı ülkeler tarafından finanse edildiğini ve gerekli olmadığını söyledi.

2010 cumhurbaşkanlığı seçimleri Belarus'un Rusya ile didiştiği ve Lukaşenko'nun Batı'ya şirin gözükme zamanına denk geldi. Bağımsız gözlemciler seçimleri çok sayıdaki hak ihlallerine, gözdağına ve iki önde gelen adayın meydanda dövülmesine rağmen göreceli olarak daha açık olarak nitelendirdi.

Mini-Me dış güçlere karşı

Ülkedeki 2020 seçimleri yine tartışmalı geçti, özgür ve adil olarak kabul edilmedi. Lukaşenko rejimi şiddet ve oy hilesi iddialarıyla suçlandı. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Ofisi tutuklulara yönelik belgelenmiş işkence, kötü muamele, cinsel istismar ve tecavüz vakalarını paylaştı. Ülke çapında kitle protestoları patlak verdi. Avrupa Parlamentosu üyeleri ortak bir bildiri yayınlayarak Lukaşenko'yu persona non grata ilan ettiler ve onu Belarus'un başkanı olarak tanımadıklarını belirttiler. Avrupa Birliği üye ülkeleri “9 Ağustos seçimleri ne özgür ne de adildi, bu nedenle sonuçları tanımıyoruz” şeklinde bir bildiri yayınladılar. Birleşik Krallık, Kanada ve ABD de sonuçları tanımayı reddetti.

Lukaşenko ise ülkedeki Batı karşıtlığı dalgasından yararlanarak bu eylemleri üniformasına takılmış birer madalya olarak algılattı. Onu ve oğlunu çelik yelek ve elinde silahla gösteren videolar ve fotoğraflar basına servis edildi. Burada muhaliflerin ve bir kısım basının Lukaşenko'nun oğluna Austin Powers filmlerinden esinlenerek “Mini-Me” adını taktıklarını belirtmem gerek.

Yurtta sulh, cihanda kavga

Lukaşenko siyaseti kendi amaçlarına uygun olarak tasarladı, tüm kontrol ve denge unsurlarını ortadan kaldırdı. Anayasaya göre Temsilciler Meclisi başbakanı iki kez seçemezse cumhurbaşkanı meclisi feshedebilir. Ancak pratikte bu imkânsız, çünkü 2004'ten beri alt meclisteki her sandalye Lukaşenko yanlısı milletvekillerine ait. Lukaşenko üst meclis olan Cumhuriyet Konseyi'nin sekiz üyesinin hepsini ve tüm hakimleri atama yetkisine sahip. Ayrıca hükümet harcamaları üzerinde neredeyse mutlak kontrole sahip, parlamento ancak onun izniyle harcamaları artırıp azaltabiliyor. Ülke zaten genellikle kanun hükmünde kararnamelerle yönetilmekte.

Belarus rublesi kabul eder misiniz?

Lukaşenko yönetimi altında Belarus ekonomik olarak büyüdü, ancak bu büyümenin büyük kısmı piyasanın altında ithal edilen, rafine edilen ve diğer Avrupa ülkelerine karla satılan Rus ham petrolünden kaynaklandı. Doğal olarak ülke ekonomisi düşen ve son zamanlarda yine bir yükseliş gösteren petrol ve doğal gaz fiyatlarından çok etkilendi. Kişi başına düşen milli gelir 1993'te 1423 dolar, 2011'de 5830 dolar, 2020'de 6222 dolardı. Gelir dağılımı da oldukça adaletsizdi.

Lukaşenko'nun karşılaştığı bir diğer önemli ekonomik problem Belarus rublesinin değerini korumak oldu. Belarus rublesinin istikrarını korumak için bir süre sabit kambiyo sistemi uygulandı, tabii ki bu karaborsayı tetikledi. Daha sonra Belarus rublesi birkaç devalüasyon dönemi yaşadı. En büyüğü 2011'de hükümet ortalama maaşların 500 ABD dolarına çıkacağını açıklamasının ardından yaşandı.
Belarus zaman zaman uluslararası kaynaklardan kurtarma paketleri istemek zorunda kaldı. Rusya dışında Çin'den de bir miktar kredi geldi. Ancak IMF ve Dünya Bankası kredileri Lukaşenko'nun yapmakta direndiği reformlara bağlı kaldı.

Votka Koronavirüs'e iyi gelir

Lukaşenko pandemi sırasında tipik bir sağcı diktatör gibi davrandı. Salgınla ilgili endişelerin bir “çılgınlık ve psikoz” olduğunu savundu ve traktörleri çalıştırmanın, votka içmenin ve saunaya gitmenin Covid-19 virüsünün insanlara bulaşmasını önleyebileceğini iddia etti. Defalarca da zorunlu aşılamaya karşı olduğunu söyledi.

Rusya: Bir aşk ve nefret ilişkisi

Lukaşenko'nun bir zamanlar güçlü müttefiki ve hamisi olan Rusya ile ilişkisi son zamanlarda önemli ölçüde kötüleşti. 2010 cumhurbaşkanlığı seçimlerine Rus medyasının Lukaşenko'ya yönelik bir dizi saldırısı damga vurdu. Muhalefet liderlerinin, iş adamlarının ve gazetecilerin şüpheli bir şekilde kaybolduğunu anlatan “Baba” adlı belgesel dizi özellikle şimşekleri üzerine çekti ve Lukaşenko bunu “kirli propaganda” olarak nitelendirdi.

Lukaşenko ile Rus hükümeti arasındaki gerginlik 2020'de daha da belirginleşti. Lukaşenko Putin'i Belarus'u Rusya'nın bir parçası haline getirmeye çalışmakla suçladı. Bunun üzerine Moskova Belarus'a gönderdiği ekonomik sübvansiyonları sona erdirdi. Minsk'te 33 Rus müteahhidin tutuklanmasını 200 kişilik Rus özel asker Wagner grubunun Belarus'u istikrarsızlaştırma ile suçlanması izledi.

Garp cephesinde yeni bir şey yok

Batı cephesinde de işler pek iyi gitmiyordu. Avrupa Birliği'nin yaptırımlarından etkilenen Lukaşenko önce Orta Doğulu yasa dışı göçmenleri Polonya sınırına yığdı, sonra da daha fazla yaptırım uygulanması halinde Rus gazını Avrupa Birliği'ne taşıyan boru hattını kesme olasılığını gündeme getirdi. Putin bunun üzerine bir açıklama yaparak kendisine danışılmadığını ve böyle bir hareketin Rusya ile Belarus arasındaki ilişkilere zarar verebileceğini belirtti.

Lukaşenko'nun Avrupa Birliği ile ilişkileri hileli seçimler, insan hakkı ihlalleri ve muhalifler üzerindeki baskıcı yöntemleri yüzünden oldukça gerilmişti. Avrupa Birliği kendisine ve bir dizi Belaruslu yetkiliye vize yaptırımları uyguluyordu. Zaman zaman diyaloğu teşvik etmek ya da Lukaşenko'dan taviz almak için yaptırımları kaldırıyordu. Avrupa Birliği bu “angajman yoluyla değişim” politikasını benimsediğinden beri Avrupa'nın demokratik değerleriyle bütünleşmesine yardımcı olmak için ülkedeki ekonomik ve siyasi reformları destekledi.

İstediğini söyleyebilme özgürlüğü

Belarus'ta istediğini söyleyebilme özgürlüğü kesinlikle mevcuttur ve bu özgürlük yalnızca Lukaşenko'ya aittir. Başkanlığı sırasında anti-semitik, homofobik ve kadın düşmanı pek çok tartışma götüren yorum yaptı. Adolf Hitler'i Belarus'taki başkanlık sistemi için bir rol model olarak kabul ettiğini ve eşcinsel Alman Dışişleri Bakanı Westerwelle'ye de eşcinsel olmaktansa diktatör olmayı tercih ettiğini söyledi. Kadınların toplumdaki rolünü küçümsedi ve Belarus toplumunun bir kadına oy vermek için yeterince olgun olmadığını söyledi. Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki kadın rakibi Tsikanouskaya için “sadece lezzetli bir börek pişirirmiş ve belki de çocukları beslemiş” dedi.

Göçmen krizi

Lukaşenko Avrupa Birliği'ni zorlamak için yeni bir göçmen krizi yarattı ama bence kendini ayağından vurdu. Irak, Suriye ve diğer Orta Doğu ülkelerinin vatandaşlarına Belarus vizesi verdi ve gelenleri otobüslere doldurup Polonya ve Litvanya sınırına götürdü. Sınırdan zorla geçmeye çalışan yasa dışı göçmenler güvenlik güçleri tarafından geri püskürtüldü ve bu satırlar yazılırken binlercesi sınırda soğuk kış koşullarında açık havada yaşamaya çalışmaktadır.

Polonya ve Litvanya'da bu Belarus kaynaklı göç krizi nedeniyle tansiyon yükseldi ve her iki ülkede de olağanüstü hâl ilan edildi. Belarus'un Avrupa Birliği ile olan ilişkileri iyice bozuldu ve sonuç ülkenin Batı'dan izole edilmesi oldu. Bu tecrit Lukaşenko'yu köşeye sıkıştırdı, artık ikili oynayamayacaktı ve Rusya'ya muhtaçtı.

Anayasadan tarafsızlık maddesi kaldırılıyor

Sıra anayasayı da mevcut duruma uydurmaya kalmıştı. Geçen temmuz Belarus anayasasındaki tarafsızlık maddesi kaldırıldı ve Lukaşenko açıkça Rusya'ya tam bağlılığını gösterdi. Tabii ki durum Putin'in çok hoşuna gitmişti. Sovyetler Birliğinin eski sınırlarına ulaşmak hedefine biraz daha yaklaşmıştı. Putin anayasadaki tarafsızlık maddesinin kaldırılmasının Belarus'un Batı'ya karşı olan her türlü yükümlülüklerinden vazgeçmesi ve Moskova'nın stratejik önceliklerine tam katılım göstermesi olduğunu söyleyerek kararı açıkça destekledi. İki cumhurbaşkanı “İki Ülke, Bir Ekonomi” sloganı altında daha kapsamlı bir ekonomik entegrasyon planını açıkladı.

Asimetrik güç dinamiğine rağmen Lukaşenko Rusya'nın Kırım'ı işgal etmesine ve Ukrayna'daki eylemlerine “kötü bir emsal yaratılıyor” diyerek açıkça karşı çıktı. Geçmişte Lukaşenko zaman zaman siyasi tutukluları serbest bırakmış, medya kısıtlamalarını gevşetmiş ve NATO üyelerini Ukrayna savaşını görüşmek üzere ağırlayarak Batı'ya göz kırpmış, bu da Kremlin'i kızdırmıştı. Yine de Rusya'nın Belarus'a bir müttefik olarak ihtiyacı vardı ve bu yüzden fazla sesini çıkarıp Lukaşenko'yu cezalandırmamıştı.

Lukaşenko'yu kurtarma tatbikatı

Geçenlerde yapılan Belarus ve Rusya'nın ortak askeri tatbikatı Zapad-2021'ın hedefinde Lukaşenko'yu kurtarmak vardı. Senaryoya göre Lukaşenko'nun seçilmesine yönelik protestoları bahane eden üç NATO ülkesi Belarus'a saldırıyor ve kahraman Belarus ve Rus askerleri Batı destekli teröristlere hak ettikleri yanıtı veriyordu.

Avrupa'nın son diktatörüymüş!

Lukaşenko övünerek “Avrupa'nın son diktatörü” olduğunu söyleyip duruyor.

Dış mihraklar yine hakkımızı yiyor aziz milletim!

Yazarın Diğer Yazıları

Eksantrik devlet düşmanı Arjantin Başkanı Javier Milei'in yıl sonu karnesi

Ekonomi: C+, Sosyal politika: F, Siyasi liderlik: B, Uluslararası ilişkiler: B, Çevre ve enerji politikaları: D. Bir Hitler değil ama kendi bindiği dalı kesen artist Mussolini

Klasik rock albümü tavsiyelerim I

Bob Dylan, Beatles, Van Morrison, Grateful Dead, Who, Rolling Stones ve Pink Floyd… Cahiller bari iyi müzik dinlesinler!

Amerika'nın Türkiyeleşmesi

Sokaklar göçmenlerle doldu. Kulağa gelen dil ve müzik, restoranlardan ve siyasetten gelen kokular değişti. Öğrenciler kopya çekmeye başladı. Yargı siyasallaştı. Siyaset kutuplaştı. İnsanlar daha karamsar oldu. Ne olacak bu Amerika'nın hali?

"
"