01 Aralık 2024
Bu genç yaşıma kadar yazdığım yüzlerce yazı arasında en zorlandığım yazı bu oldu. Sevdiğim klasik rock albümleri arasında sadece yedisini seçip diğerlerini geçici olsa da arkada bırakırken kendimi çocuğunu feda etmek zorunda kalan Rosemary's Baby filmindeki anne gibi hissettim.
Öte yandan şimdilik listeye koyamadığım diğer ünlüleri tercih edenlerin homurtularını buradan duyabiliyorum. Ben de Led Zeppelin'i geride bıraktığım için hala kendime kızıyorum. İlk taşı en günahsız olanınız atsın!
Biz eski tüfek rock'çılar her zaman Cumhuriyet Halk Partisinden daha fazla hiziplere bölünmüş durumdayızdır. Çoğumuz artık morukladığımız için belki de huzur evlerinde hala ellerimizdeki bastonları birbirimize sallayıp "en iyisi Pink Floyd!", "hayır, Beatles'tan büyüğü yoktur!", "Rolling Stones de, canımı al!" diye bağırıp durmaktayız. Zevkler ve renkler tartışılmaz derlerse de siz inanmayın.
Kulaklarımız artık iyi duymadığı için müziği iyice açıp evdekilerin ve komşuların canına okuyoruz. İyi de yapıyoruz. Cahiller bari iyi müzik dinlesinler! Yedi yaşına kadar çocuklar ve yetmişinden sonra ihtiyarlar her istediklerini yapabilirler ya da onlar öyle zannederler!
Bence rock müziği çarpıcı gitar soloları, etkileyici ritimleri ve tutkulu sözleriyle müziğin en etkileyici türlerinden biridir. Her devirde gruplar ve sanatçılar rock albümleriyle kültürün nabzını tutmuş ve milyonlarca insanın hayatına dokunmuştur.
1965 yılında yayımlanan Highway 61 Revisited Bob Dylan’ın kariyerindeki en dönüm noktalarından biridir. Dylan bu albümle yalnızca folk müzik geleneğini kökünden sarsmakla kalmadı, aynı zamanda rock müziğe yeni bir derinlik ve lirik bir olgunluk kazandırdı. Albüm, protest şarkıcısından yenilikçi bir rock şairine dönüşen Dylan’ın yaratıcı zirvelerinden biri olarak kabul edilir.
Albüm Dylan’ın Newport Folk Festivali’nde ilk kez elektrikli gitarla sahneye çıkmasından kısa bir süre sonra yayımlandı. O konserde sanatçı yuhalanmış ve Judas (Hazreti İsa'ya ihanet eden havari) diye anılmıştı. Bu hareket Dylan’ın geleneksel folk dinleyicileriyle arasını açsa da sanatçının kendine özgü bir yol çizmeye kararlı olduğunu gösteriyordu.
Highway 61 Dylan’ın Minnesota’daki çocukluk evinden başlayıp Mississippi boyunca New Orleans’a kadar uzanan ünlü bir otoyoldur. Bu yol albümde Dylan’ın müzikal ve lirik yolculuğunun bir metaforu olarak kullanılmıştır.
Albüm rock’n’roll’un enerjisini, blues’un ham gücünü ve Dylan’ın keskin lirik becerilerini bir araya getirir. Her şarkı Dylan’ın şiirsel vizyonunun ve toplumsal eleştirilerinin bir parçasıdır.
Like a Rolling Stone albümün açılış parçası ve en ikonik şarkısıdır. 6 dakikalık bu destansı eser, özgürlük, kayıp ve kimlik arayışını işler. Dylan’ın alaycı vokalleri ve Mike Bloomfield’ın keskin gitarı şarkının devrimci enerjisini artırır.
Ballad of a Thin Man modern toplumun ve yabancılaşmanın eleştirisi olan bu şarkı yoğun piyano düzenlemeleri ve Dylan’ın tüyler ürpertici sözleriyle dikkat çeker.
Highway 61 Revisited albümün adını taşıyan bu parça blues etkili ve mizahi bir şarkıdır. Dylan hikayelerinde absürtlüğü ve toplumsal eleştiriyi ustaca birleştirir.
Tombstone Blues yüksek tempolu, blues etkili bu parça, Dylan’ın hiciv ve alegoriyi kullanmadaki ustalığını sergiler. Şarkı, Amerikan toplumuna yönelik eleştirilerle doludur.
Desolation Row albümün kapanış şarkısı olan bu 11 dakikalık akustik parça Dylan’ın lirik ustalığının zirvesidir. Sürrealist imgeler ve mitolojik referanslarla dolu olan şarkı dinleyiciyi hayal gücünün derinliklerine taşır.
Dylan bu albümle popüler müzikte şiirsel ve anlatımsal liriklerin yerini sağlamlaştırdı. Şarkıları, doğrudan anlatılardan çok, soyut imgeler ve metaforlarla doludur. Highway 61 Revisited, sadece bir albüm değil, bir kültürel manifestodur.
Albüm, yayımlandığı dönemde büyük bir ticari başarı elde etti ve Dylan’ın popülerlik seviyesini bir rock yıldızına dönüştürdü.
Beatles’ın bu efsanevi albümü rock müziğinde bir dönüm noktasıdır. Psikedelik rock öğelerini barındıran albüm, konsept albüm kavramını popülerleştirdi. “Lucy in the Sky with Diamonds” ve “A Day in the Life” gibi parçalar, albümün sanatsal derinliğini ortaya koyar.
1967 yılında yayımlanan Sgt. Pepper’s Lonely Hearts Club Band, Beatles’ın müzikal dehasını en üst düzeye çıkardığı ve rock müziğinde yeni bir çağ başlattığı albüm olarak kabul edilir. Psikedelik unsurları, yenilikçi prodüksiyonu ve konsept albüm formatıyla sadece müzik dünyasını değil, popüler kültürü de derinden etkileyen bir başyapıttır. Müzikal bir devrimdir.
Albüm, Beatles’ın Sgt. Pepper’s Lonely Hearts Club Band adında hayali bir grup kimliğine bürünmesiyle başlar. Bu yaratıcı yaklaşım grup üyelerine daha özgür bir sanat anlayışı sunmuş ve albümün farklı müzikal tarzları bir arada barındırmasını mümkün kılmıştır. Albümün başlangıcı grubun bu hayali topluluğun bir performansına ev sahipliği yapacağını hissettirir ve dinleyiciyi bir müzikal yolculuğa davet eder.
Albümün arkasındaki teknik ve sanatsal vizyon prodüktör George Martin tarafından şekillendirildi. 1960'ların teknolojik sınırlamalarına rağmen Martin ve Beatles stüdyoyu bir enstrüman gibi kullanarak yenilikçi sesler ve efektler yarattılar. Bu yaklaşım kayıt sürecini yalnızca performansın kaydedildiği bir süreç olmaktan çıkarıp bir sanat keşfi alanına dönüştürdü.
Çoklu kanal kayıt teknolojisi ile yaratılan karmaşık düzenlemeler, tersine çevrilen bant efektleri, deneysel ses kolajları, orkestralı düzenlemeler ve klasik müzik unsurlarının rock ile birleşimi öne çıkan tekniklerdi.
Albüm kapağı Sgt. Pepper's Lonely Hearts Club Band’i sadece bir müzik albümünden öteye taşıyan başka bir unsurdur. Pop art sanatçısı Peter Blake ve Jann Haworth tarafından tasarlanan bu ikonik kapakta, tarihe yön veren birçok figür bir araya getirilmiştir. Bu hem müzikal hem de görsel anlamda The Beatles’ın sanatla iç içe geçmiş bir albüm sunma arzusunu yansıtır.
Albüm 1967’deki "Summer of Love" (Aşk Yazı) dönemiyle özdeşleşmiş ve bu dönemin özgürlükçü, yaratıcı ruhunu mükemmel şekilde yansıtmıştır. Ayrıca, albüm konsept albüm kavramını popülerleştirdi. Psikeledik müziği ana akım haline getirdi ve türün karmaşık yapısını geniş kitlelere tanıttı.
Sgt. Pepper’s Lonely Hearts Club Band, yayımlandığı dönemde eleştirmenler tarafından övgüyle karşılandı ve Grammy Ödülleri’nde Yılın Albümü dahil olmak üzere birçok ödül kazandı. Albüm, Rolling Stone dergisi tarafından hazırlanan “Tüm Zamanların En İyi 500 Albümü” listesinde birinci sırada yer aldı.
1968’de yayımlanan Astral Weeks Van Morrison’un kariyerindeki en kişisel, yenilikçi ve etkileyici eserlerden biridir. Folk, caz, blues ve klasik müziğin benzersiz bir harmanı olan albüm, dinleyiciyi hem duygusal hem de ruhsal bir yolculuğa çıkarır. Morrison’un şiirsel sözleri ve derin vokal performansı, albümü zamanın ötesinde bir müzikal başyapıt haline getirmiştir.
Albüm Morrison’un Belfast’tan ayrılıp Amerika’ya yerleşmesinden sonra kendini yeniden keşfetme sürecinde ortaya çıktı. Ticari olarak başarılı olan Brown Eyed Girl’ün ardından Morrison popüler müzikten uzaklaşıp daha derin ve sanatsal bir ifade biçimi arayışına girdi.
Albüm Morrison’un duygusal ve spiritüel deneyimlerinden beslenir ve belirgin bir şekilde otobiyografik bir tona sahiptir. Şarkılar memleketi Belfast’ın anılarını, aşkı, kayıpları ve insan ruhunun karmaşıklığını işler.
Astral Weeks, konsept albüm gibi yapılandırılmamış olsa da şarkılar arasında organik bir bütünlük vardır. Albüm hafif bir caz aranjmanıyla zenginleştirilmiş folk melodileriyle dikkat çeker.
Astral Weeks müzikal olarak ne bir türle sınırlandırılabilir ne de bir döneme ait hissettirir. Albüm Morrison’un benzersiz vokal tarzı, şiirsel sözleri ve müzikal derinliğiyle dinleyiciyi yalnızca müzikal bir deneyime değil, aynı zamanda duygusal ve ruhsal bir yolculuğa çıkarır.
Albümün açılış parçası olan Astral Weeks dinleyiciyi ruhsal bir yolculuğa davet eder. Morrison’un vokali özgür akan bir şiir gibi şarkının içine hayat verir. “To be born again” (yeniden doğmak) tekrarı albümün ana temalarından biri olan dönüşümü vurgular.
Morrison’un çocukluk anılarından esinlenen Cyprus Avenue nostalji ve melankoliyle doludur. Lirik detaylar ve Morrison’un içsel çatışmaları, şarkıyı hem kişisel hem de evrensel bir hale getirir.
10 dakika süren Madame George bir karakter üzerinden Morrison’un geçmişine ve duygusal derinliklerine bir yolculuk sunar. Şarkı belirsiz bir şekilde aşk, kayıp ve aidiyet gibi temaları işler.
Albümdeki en umut dolu şarkılardan biri olan "Sweet Thing" aşk ve mutluluğa duyulan özlemi işler. Morrison’un vokalleri ve melodik düzenlemesi dinleyiciye sıcak bir atmosfer sunar.
Astral Weeks yayımlandığı dönemde büyük bir ticari başarı elde edemese de eleştirmenler tarafından övgüyle karşılandı ve zamanının ötesinde bir başyapıt olarak değerlendirildi. Rolling Stone, Pitchfork ve diğer birçok otorite tarafından “tüm zamanların en iyi albümleri” arasında gösterilmiştir.
American Beauty, Grateful Dead’in müzikal geçmişinde bir dönüm noktasıdır. Grubun daha önceki psikedelik etkili ve deneysel çalışmalarından farklı olarak bu albüm folk, country ve akustik rock unsurlarını ön plana çıkarır. Lirik derinliği, zarif düzenlemeleri ve samimi atmosferiyle American Beauty yalnızca Grateful Dead hayranları için değil, tüm müzikseverler için de bir başyapıttır.
1970 Grateful Dead için yaratıcı bir patlamanın yılıydı. Aynı yıl yayımlanan Workingman’s Dead’in ardından gelen American Beauty grubun folk ve country müziğe olan ilgisini derinleştirdiği bir yapıt olarak dikkat çeker. Albüm grubun her zamankinden daha rafine bir şarkı yazımı ve vokal uyumu sunduğu bir dönemde ortaya çıktı.
Bu albüm Grateful Dead’in sadece jam-band kimliğinin değil, aynı zamanda şarkı yazma ve hikaye anlatıcılığı konusundaki yetkinliğinin de bir göstergesidir.
American Beauty, Grateful Dead’in müzikal köklerine yaptığı bir yolculuk olarak hem zamansız hem de evrensel bir Amerikan klasiğidir. Samimi şarkı sözleri, zengin melodik yapıları ve pastoral temalarıyla albüm dinleyiciyi hem duygusal hem de ruhani bir yolculuğa çıkarır.
Albümün açılış parçası Box of Rain Phil Lesh’in annesine adanmış duygusal bir parçadır. Lirik derinliği ve melankolik melodisi albümün samimi tonunu belirler.
Country etkili Friend of the Devil hem müzikal hem de lirik olarak Grateful Dead’in anlatıcılık yeteneğini sergiler. Şarkının mizahi ve pastoral havası albümün folk köklerine vurgu yapar.
American Beauty’nin en neşeli şarkılarından biri olan Sugar Magnolia grubun vokal uyumu ve melodik ustalığını yansıtır. Şarkı, doğaya olan hayranlık ve aşk temalarıyla dinleyicide sıcak bir his bırakır.
Albümün ruhani parçalarından biri olan Ripple bir halk duası gibi hissedilir. Garcia’nın hafif dokunuşlu vokali ve Robert Hunter’ın lirik şiirselliği bu şarkıyı grubun en sevilen eserlerinden biri yapar.
Grubun turne hayatından esinlenen Truckin Grateful Dead’in “yolda olma” felsefesinin bir özeti gibidir. Şarkı hem eğlenceli hem de nostaljik bir anlatı sunar ve “What a long, strange trip it’s been” (Ne uzun ve tuhaf bir yolculuk oldu) sözüyle grubun ruhunu özetler.
American Beauty grubun o zamana kadar en çok satan albümü oldu ve grubun daha geniş bir dinleyici kitlesine ulaşmasını sağladı.
Albüm yayımlandığı dönemde eleştirmenlerden büyük övgü aldı ve Grateful Dead’in Amerikan müzik geleneğini yenilikçi bir şekilde temsil ettiği düşünüldü. Rolling Stone, American Beauty’yi “Tüm Zamanların En İyi Albümleri” listesine dahil etti.
1971 yılında yayımlanan Who’s Next, Who’nun yalnızca en başarılı albümlerinden biri değil, aynı zamanda rock müziğinin en etkili eserlerinden biridir. Grup Pete Townshend’in liderliğinde klasik rock unsurlarını yenilikçi prodüksiyon teknikleriyle birleştirdi ve zamansız bir başyapıt yarattı. Albüm güçlü şarkı yazımı, etkileyici performanslar ve çığır açıcı prodüksiyonuyla rock müzik tarihine damgasını vurdu.
Who’s Next başlangıçta Pete Townshend’in iddialı multimedya projesi Lifehouse’ın bir parçası olarak tasarlandı. Ancak karmaşıklığı nedeniyle proje tamamlanamadı. Bunun yerine Townshend’in yazdığı şarkılar albüm formatında yeniden şekillendirilerek Who’s Next ortaya çıktı. Albüm bir konsept albüm olmasa da derin temaları ve güçlü hikâye anlatımıyla dinleyiciyi etkileyen bir bütünlük sergiler.
Albümün açılış parçası olan Baba O’Riley rock müzik tarihinin en ikonik başlangıçlarından biridir. Synthesizer ile yaratılan giriş rock müziğine elektronik unsurların başarılı bir şekilde entegre edildiği nadir örneklerden biridir. Şarkının “teenage wasteland” (gençlik harabesi) teması kuşaklar boyu yankı uyandırmıştır.
Güçlü bir balad olarak başlayan ve giderek yükselen Behind Blue Eyes yalnızlık, öfke ve insan doğasının karmaşıklığını işler. Roger Daltrey’nin vokalleri ve Townshend’in sözleri bu şarkıyı grubun en duygusal ve etkileyici eserlerinden biri yapar.
Albümdeki en lirik şarkılardan biri olan The Song Is Over Townshend’in duygusal derinliğini yansıtır ve Lifehouse projesinin izlerini taşır.
Albümün kapanış şarkısı olan Won’t Get Fooled Again epik bir rock marşıdır. Townshend’in politik eleştirileri ve isyan temasıyla birleşen bu şarkı, Keith Moon’un çılgın davul performansı ve Daltrey’nin güçlü vokalleriyle unutulmaz bir finale sahiptir.
Who’s Next dönemin teknolojik imkanlarını sonuna kadar kullanan bir prodüksiyona sahiptir. Albümün yapımcısı Glyn Johns grubun ham enerjisini koruyarak şarkıları mükemmel bir şekilde kaydetmiştir.
Albüm, yayımlandığı dönemde büyük bir ticari başarı elde etti ve birçok ülkede listelerde zirveye yerleşti.
Who’s Next, yayımlandığı dönemde eleştirmenler tarafından övgüyle karşılandı ve bugün hala “tüm zamanların en iyi rock albümleri” listelerinde üst sıralarda yer almaktadır.
Exile on Main Street Rolling Stones’un kariyerindeki en ikonik albümlerden biri olarak kabul edilir. Blues, rock’n roll, country, gospel ve soul unsurlarını harmanlayan albüm grubun yaratıcı zirvesi olarak görülür. Kaotik kayıt süreci ve ham enerjiyle dolu yapısı, albümü hem dönemin ruhunu hem de Stones’un çalkantılı yaşam tarzını yansıtan bir sanat eseri haline getirmiştir.
Albüm Rolling Stones’un İngiltere’den Fransa’ya vergi borçları nedeniyle kaçışının ardından grubun güney Fransa’da bir villaya yerleşmesiyle kaydedildi. Keith Richards’ın kiraladığı Nellcôte villasında kaydedilen albüm grubun kişisel sorunlarının, kötü alışkanlıklarının ve yaratıcı kaosunun doğrudan bir yansımasıdır.
Grubun üyeleri sürekli değişen kadrolarla ve sık sık spontane olarak kaydettiği bu şarkılarda kendi köklerine (özellikle blues ve Amerikan halk müziğine) güçlü bir dönüş yaptı.
Exile on Main Street 18 şarkıdan oluşan ve yaklaşık 67 dakika süren çift albümlük bir maratondur. Albümün parçaları müzikal çeşitliliği ve ham enerjisiyle dikkat çeker.
Albümün açılış parçası olan Rocks Off Stones’un ham rock’n roll enerjisini mükemmel bir şekilde özetler. Mick Jagger’ın yırtıcı vokalleri ve Richards’ın çiğ gitar tonu şarkıya anarşik bir hava katar.
Albümün en popüler şarkılarından biri olan Tumbling Dice Jagger’ın karizmatik vokalleri ve gospel etkili arka vokalleriyle dikkat çeker. Parça grubun blues köklerine duyduğu sevgiyi yansıtır ve Stones’un klasiklerinden biri olarak kabul edilir.
Country etkili Sweet Virginia albümün en sıcak ve samimi anlarından biridir. Mızıka ve akustik gitarın öne çıktığı bu şarkı Stones’un Amerikan müziğine duyduğu hayranlığı sergiler.
Keith Richards’ın baş vokali üstlendiği Happy albümün en enerjik ve coşkulu şarkılarından biridir.
Gospel etkili Shine a Light albümün duygusal zirvesini oluşturur. Grup dini çağrışımlarla dolu sözleri ve yoğun bir piyano düzenlemesiyle albüme etkileyici bir kapanış yapar.
Exile on Main Street yayımlandığı dönemde karmaşık eleştiriler almış olsa da zamanla rock tarihinin en önemli albümlerinden biri olarak kabul edilmiştir.
Albüm, ABD ve İngiltere listelerinde bir numaraya yükseldi ve dünya çapında büyük bir ticari başarı elde etti.
Rolling Stone, Pitchfork ve diğer birçok otorite tarafından “tüm zamanların en iyi albümleri” arasında gösterildi.
Exile on Main Street sadece bir albüm değil, rock’n roll’un ruhunu ve Rolling Stones’un isyankar kimliğini temsil eden bir eserdir. Albüm grup üyelerinin çalkantılı kişisel yaşamlarını, müzikal kökenlerini ve yaratıcı vizyonlarını eşsiz bir şekilde harmanlar.
The Dark Side of the Moon (Ayın Karanlık Yüzü) Pink Floyd’un yalnızca kariyerindeki değil müzik tarihinin en büyük başyapıtlarından biridir. Roger Waters’ın konsept tasarımı, David Gilmour’un gitar virtüözlüğü, Richard Wright’ın atmosferik klavyeleri ve Nick Mason’un hassas ritimleriyle albüm zaman, ölüm, delilik, para ve insan ilişkileri gibi insan yaşamının en temel temalarını ele alır.
Albüm insan deneyiminin evrensel yönlerini derinlemesine işler ve bunu bir hikâye gibi ele alır. Konsept albüm formatının en iyi örneklerinden biri olan The Dark Side of the Moon birbirine bağlı şarkılarla insan yaşamındaki zorlukları ve çelişkileri melodik bir bütünlük içinde anlatır.
Roger Waters albümdeki temaları bir araya getirirken hayatın evrensel sorunlarını yansıtmayı amaçlamıştır. Zamanın geçişi, yaşamın geçiciliği ve modern dünyanın baskıları gibi konular, albümü hâlâ güncel ve etkileyici kılar.
Albümün belki de en ikonik şarkılarından biri olan Time yaşamın hızla geçişine ve bu geçişin farkına varmadan kaybedilen zamana odaklanır. David Gilmour’un duygusal gitar solosu şarkının derinliğini artırır.
Modern toplumun para hırsını eleştiren Money benzersiz bas hattı ve alışılmışın dışındaki ritmiyle dikkat çeker. Şarkının hiciv dolu sözleri kapitalizme ince bir eleştiri getirir.
İnsan ilişkilerindeki bölünmeleri ve çatışmaları anlatan Us and Them Richard Wright’ın büyüleyici piyano ve klavye performansıyla dinleyiciyi sarar.
Ölümü ve onun kaçınılmazlığını işleyen enstrümantal parça The Great Gig in the Sky Clare Torry’nin doğaçlama vokal performansıyla unutulmazdır. Şarkı duygusal yoğunluğu ve mistik havasıyla albümün en çarpıcı bölümlerindendir.
Albümün final bölümü Brain Damage / Eclipse deliliği ve insan ruhunun karanlık tarafını ele alır. "Eclipse" albümün tüm temalarını tek bir çatı altında toplayarak etkileyici bir kapanış sunar.
The Dark Side of the Moon yalnızca müzikal anlamda değil, teknik açıdan da bir devrim niteliğindedir. Albümün prodüksiyonunu üstlenen Alan Parsons o dönemin teknolojisini sonuna kadar kullanarak benzersiz bir ses deneyimi yaratmıştır.
Yenilikçi teknikler arasında bant döngüleri ve deneysel ses efektleri (örneğin Money'deki para sesleri), çok kanallı kayıt teknolojisiyle sağlanan zengin bir ses katmanı ve dinleyiciyi albümün içine çeken surround etkili miksaj dikkati çeker.
Albümün kapağı Storm Thorgerson tarafından yaratıldı ve Pink Floyd’un bugüne kadar en tanınan simgelerinden biri haline geldi. Kapağın ortasında yer alan prizmadan geçen ışık hem müziğin karmaşıklığını hem de albümdeki temaların geniş spektrumunu sembolize eder.
The Dark Side of the Moon Billboard listelerinde 741 hafta (14 yıl) kalarak kırılması zor bir rekora imza attı. Dünya çapında 45 milyondan fazla kopya satarak tüm zamanların en çok satan albümlerinden biri oldu.
Albüm yalnızca bir müzik eseri değil, bir felsefi manifesto olarak kabul edilir.
Meraklı okuyuculara geçen yıl yazdığım Roger Waters ve Yeni Dark Side of the Moon yazısını tavsiye ederim.
Mehmet Ali Çiçekdağ kimdir?Prof. Dr. Mehmet Ali Çiçekdağ İstanbul'da doğdu. Sankt Georg Avusturya Lisesini ve Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirdi. İki yıl Ege Üniversitesi İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesinde asistanlık yaptıktan sonra burslu olarak ABD'ye gitti. California Üniversitesi'nin Santa Barbara kampüsünde siyaset bilimi dalında yüksek lisans ve doktora yaptı. 40 yıldan fazla ABD'de kalan Çiçekdağ çeşitli üniversitelerde Amerikan politikası, uluslararası ilişkiler ve mukayeseli devletler dersleri verdi. Çiçekdağ'ın ikinci uzmanlık alanı Yabancı Dil Eğitimi ve Dilbilimidir. Monterey Institute of International Studies'ten eğitim dalında ikinci bir M.A. aldı. Defense Language Institute'te Akademik Eğitim ve Geliştirme bölümünün başkanlığını ve Türkçe Bölümünün başkanlığını yaptı. 1980'lerde Boğaziçi Üniversitesinde Siyaset ve Uluslararası İlişkiler bölümünde tam zamanlı öğretim üyeliği yapmış olan Çiçekdağ, bugünlerde aynı bölümde yarı zamanlı olarak Amerikan Politikası dersleri veriyor. T24'te siyaset ve müzik yazıları yazmayı seviyor. |
Sokaklar göçmenlerle doldu. Kulağa gelen dil ve müzik, restoranlardan ve siyasetten gelen kokular değişti. Öğrenciler kopya çekmeye başladı. Yargı siyasallaştı. Siyaset kutuplaştı. İnsanlar daha karamsar oldu. Ne olacak bu Amerika'nın hali?
Güldürücü, eğlendirici, alay edici, absürt, düşündürücü, iç gıcıklayıcı, hicvedici, empati yaptırıcı, nostaljik, fiziksel, göbek hoplatıcı, gerdan kırdırıcı, kıvırtıcı, saçma, deli, akıl dışı, aptal…
Önünde bekleyecek bir kapı daha mı çıktı? Evde mi kaldık? Eksen kayması mı dengeleme mi? Tam bağımsızlık mı pastadan pay almak mı? Demokrasi mi otokrasi mi? Kurallara mı uymalı rüşvet mi vermeli? Sen-ben-bizim oğlan ahbap çavuş ekonomisi bize çok mu yabancı?
© Tüm hakları saklıdır.