04 Ağustos 2022

Haysiyetsiz sessizlik…

Hayata sadece kendi kazançlarıyla imza atacağını sanalar yanılıyor. Hayata asıl imza insana saygı ile atılır. Haksızlık karşısında duyduğunuz mahcubiyetle… Haysiyetle… 

Çok şey oluyor şu hayatta…

Kayıplarımız oluyor, yokluklarımız, yoksunlarımız, hayal ve hayat kırıklıklarımız…

Tamir edemediğimiz kırıklarımız, saramadığımız yaralarımız… Üfleyemediğimiz yangınlarımız… Birbirinin ucuna bağladığımız gittikçe incelen umutlarımız…

Sıkışarak sığışmaya çalıştığımız, anlamaya çalıştıkça yabancılaştığımız, yakınlaşayım derken uzaklaştığımız şu yere dünya, yaşadığımız şeye hayat diyoruz. Ve hayat yaşanırken de ve yazılırken de canda da tende de çok acı bırakıyor… 

Sebebi olmadığımız acılardan mahcubiyet duyuyoruz mesela.

Müsebbibi olmadığımız haksızlıklardan keder…

Neden olmadığımız yokluktan utanç duyuyoruz… Ve bütün bunlara onurla haysiyet diyoruz… İyi ki de diyoruz…

Yaşadığımız coğrafyada her güne ne yazık ki birkaç utanç düşüyor. Fazlasıyla mahcubiyet, keder… Düşüyor çünkü aymazlığın pohpohlanıp, hadsizliğin alkışlandığı, arsızlığın birinci seçildiği bir iklim yaşıyoruz…

"Vatan, Millet, Sakarya!" nidalarıyla vatanın çocukları haysiyetsiz bir pişkinlikle eziliyor…

Temel insan haklarından, emekten, etikten bahsetmek "terörist bunlar" sözleriyle bir linçe dönüşmese bile "eee ne var bunda" ile küçümseniyor. 

Şahsiyetsiz bir arsızlık haysiyetsizce çocukluğumuzda bize öğretilen yani iyi, güzel, temiz olan ne varsa saldırıp tarumar ediyor. İkiye bölünüyor haysiyetimiz, ikiye bölünüyor ahlakımız… Biri öğrendiğimiz, biri gördüğümüz… En kötüsü bütün bunları olağan karşılamaya başlıyoruz. Nerede bir densizlik görsek omuz silkmemiz bundan. Nerede bir haksızlık duysak kulaklarımızı kapatmamız bundan. Nerede bir hadsizliğe tanık olsak sessiz kalmamız bundan. Tüm bunlara rağmen, tüm suskunluklara rağmen yine de bir ölçü var. 

Bu hadsizliklerden biri de Demet Akalın konserinde yaşandı. Demet Akalın bir garsonun başından aşağı şampanyayı döktü. Başından aşağı… Ve "Bana elma suyu getirmişsin" dedi. Videoda izlediğimiz bunlar… Sonra garson olduğu söylenen kişinin garson olmadığı işletme müdürü olduğu ortaya çıktı. Ve bu haber de "garson değilmiş" başlıklarıyla duyuruldu. (Garsonun değil işletme müdürünün aşağılanması hafifletici bir sebep mi bilmiyorum.) Yaşananlardan rahatsızlık duymadığını hatta 'onur' duyduğunu söyledi. Sosyal medya kullanıcıları bu açıklamalara da hayli kızdı ama başka bir şey söyleseydi meslek hayatı devam edebilir miydi bilmiyorum. Akalın da "10 senedir dökülüyor şampanyalar bu şekilde, şimdi mi battı" demişti. Akalın'ı 10 yıldır bu hadsizliği yaptığı halde uyaracak, "Sen ne yapıyorsun?" diyecek bir arkadaşının olmamasına umarım bir parça üzülüyordur. Çünkü bu yaptığı şey üstüne yapışacak ve üstüne ne giyerse giysin çıkaramayacağı bir elbise olacak. Bedeli oldukça yüksek olan… Yerine bizim utandığımız… Usandığımız… Akalın'ı üzerine yapışan elbisesiyle bir kenara bırakıp oradaki izleyiciye bakalım.

Sosyal medyada yapılan tüm yorumlar Demet Akalın'a… Ya onu orada izleyenler? Ya onu orada izleyip susanlar. Ya o anı "ooo" sesleriyle alkışlayanlar? Sonra söylediği şarkılara alkış tutanlar? Niyet, amaç, duygu ne olursa olsun bu suskunluğun adı haysiyetsiz sessizliktir. Bir başkasının gözünün önünde böyle değersizleştirilmesine alkış tutmak haysiyetsizliktir.

Eğlenmeye gittiğiniz yerde "tatsızlık çıkmasın" deyip sustuysanız, eğlence anlayışınızı tekrar tartın. "Canım bu da şovun bir parçası" diyorsanız o şişenin kendi başınızdan aşağı döküldüğünü hayal edip sonra da kendinize sessizliğinizi izah edin.

Her şeyin bir ölçüsü vardır. Eğlenmenin de, eğlencenin de… En önemli ölçü bir başkasının canını yakmamak, bile isteye yaralamamak, haysiyetiyle oynamamaktır. "Bunda ne var yahu" dediğiniz her durumda o 'bir şey' olmayacak duruma ve yere kendinizi koyduğunuzla aynı gönül ferahlığını yaşıyorsanız ne âlâ. Ama "Ne alaka canım" diyorsanız. Masumiyetiniz, haysiyetiniz, her fırsatta dem vurmaktan iştah duyduğunuz şerefiniz iki paralık olmuş demektir. Çünkü itibar sadece kendini korumakla kazanılan bir şey değildir. Başkaları da haksızlığa uğradığında, rencide edildiğinde çıkardığınız sesle itibar kazanırsınız. Mehmet Aslantuğ bu yüzden ülkenin en itibarlı insanlarından biridir. 

Akalın suskunluğunda dikkat edilmesi gereken bir başka mesele de garsonların, temizlik işçilerinin, tezgahtarların küçümseniyor olmasıdır. "Ne de olsa garson"dur. Başından içki dökülen. Büyütecek bir şey yoktur… Akalın aynı kadehi işletme sahibinin başından aşağı döksün bakalım o zaman "şov" oluyor mu?  "Şaka" dediğiniz şey bile sınıfsal olabiliyor değil mi? Ne hazin…

Garsonlar, komiler, banko görevlileri, aşçılar, tezgahtarlar paranızla satın aldığınız ya da alabileceğiniz insanlar değildir. Emeklerini satan insanlardır. Size o gün, o saat için verilmesi gereken hizmeti sunarlar. Evde bekleyen çocukları vardır, ödenmesi gereken faturaları, gönül kırıklıkları vardır, tıpkı sizin gibi. Kabullenmekte zorluk çektikleri acıları. Yorgunlukları ve yoğunlukları vardır. Demem o ki sizin yukardan bakan hallerinize ve hadsizliğinize diklenmiyor olmaları onların büyüklüğündendir, sizin değil. Hiç kimseyi yaptığı, yapmak zorunda olduğu iş nedeniyle küçümseyemez, saygısızlık yapamaz ve ona muhtaç olduğunuzu unutamazsınız.

Hayata sadece kendi kazançlarıyla imza atacağını sanalar yanılıyor. Hayata asıl imza insana saygı ile atılır. Haksızlık karşısında duyduğunuz mahcubiyetle… Haysiyetle… 

Yazarın Diğer Yazıları

Tekli koltuk

Hanımlar, beyler! O koltuklardan kalkıp aramıza katılın. Katılın ki neler söylediğimizi, neler yaşadığımızı, ne istediğimizi, neyi savunduğumuzu ve ne yapabileceğimizi görüp duyun. Tartışın, konuşun, birlikte karar verin yani çoğalın. Çünkü birlik olmak tek olmaktan büyüktür. Ne kadar rahat olursa olsun, tekli koltuk kanepeden hep küçüktür

Makul isyandan makus tarih çıkar

Ülkenin batısında bir yerlerde bir yıkım, yangın adaletsizlik olduğunda avazı kadar çıkan sesimiz doğusunda yaşandığında içimize kaçıyorsa hak ve adalet meselesi ile ilgili derin çelişkimiz var demektir...

Sokak güzeldir

Kayboluyoruz… Küçük hesaplarımızla didişirken o büyük bir denizin ortasında kayboluyoruz. Ve bunun için bir fırtına olması da gerekmiyor. Çünkü hayat insanı fırtınadan daha şiddetli savuran bir şey

"
"