Bugün İklim Dostu Sürdürülebilir Turizm toplantısı için Antalya’dayım. Bu toplantı bağlamında hem otel sahipleri ve işletmecilerle, hem bu konuda çalışan akademisyenlerle hem de alandaki gençlerle sohbet etme fırsatı buldum. Kendi düşüncelerim artı bugünkü konuşmalardan anladığım bir tek şey var, o da diğer konularda olduğu gibi turizm bağlamında da herkesin sürdürülebilirlikten anladığı farklı.
Önce daha geniş bir zaman diliminde bakalım: Daha önce bu alanda yaptığımız bilimsel çalışmalar gösteriyor ki (Future Holiday Climate Index (HCI) Performance of Urban and Beach Destinations in the Mediterranean) Antalya ve ülkemizin güneyi 50 - 70 yıl sonra değil turizm yapmaya, yaşamaya bile zor izin verir duruma gelecek. Yani bugün anladığımız biçimde kum - deniz turizmi yapmayı düşünüyorsak bu, yaz aylarında güney sahillerimizde mümkün olmayacak. Ya yazın Karadeniz sahiline gideceğiz ya yaz ayları dışında güney kesimlere gideceğiz, ya da kum - deniz - güneş tatilini havuz kenarı biçimde yaylalara taşıyacağız. Ama bir şey kesin, bugün anladığımız biçimiyle yaz turizmini sürdürebilmek mümkün olmayacak.
Güney sahillerimizde yaz sezonu hariç turizme devam etmek istiyorsak da bölge ilkbahar ve sonbaharda yağış almaya devam edeceği için turisti iç mekanlarda eğlendirebilmemiz gerekecek, bu da önemli bir yatırım gereği anlamına geliyor.
Yalnız güney sahillerimizin pek çok noktasında karşımızda iklim krizinin getireceği bir başka sorun daha var, deniz seviyesindeki yükselme. Bundan 50 - 70 yıl içerisinde deniz seviyesi muhtemelen 1,0 - 1,5 metre arasında yükselmiş olacak. Bugünkü tesislerin önemli kısmı da deniz seviyesinden ancak o kadar yüksekte olduğundan çoğu tesis kullanılmaz hale gelebilecek. Alınabilecek bir önlem var mı? Yok. Siz o otelleri oraya deniz kıyısı diye yaptınız, denize duvar çekecek olursanız o bölgenin albenisi kalmaz.
Dolayısıyla, sürdürülebilir turizmden kastettiğimiz gerçekten sürdürülebilir turizm ise, ülkemizdeki çoğu noktada turizm bu biçimi ile sürdürülemez. Bu nedenle de gelecek 20 - 40 yılın yatırım planını yapıyorsak bugünün şartlarını değil geleceğin şartlarını düşünmemiz gerekiyor. Bana sorulacak olsa, bugünkü turizm düşüncemizle yeni yatırımlara girişmek paranızı sokağa atmak demektir. Neden mi? Konuştuğumuz otel yöneticilerinden biri mesleğe 1983 yılında Kemer’de Club Med’de başladığını anlattı. Yani 40 senedir bu sektörde ve Club Med tarihi neredeyse 70 seneye uzanıyor. Aynı yerlere yeni bir yatırım yaptığınızda bu yatırımdan 70 sene daha size para kazandırması mümkün mü? Kesinlikle hayır. İşte bu nedenle bu yatırımınız sürdürülebilir olmaz. 70 yıl değil 20 yıl derseniz olabilir ama daha uzun sürede güney sahillerimizde kum - deniz - güneş turizmini sürdürebilmemiz mümkün değil.
Ama sürdürülebilirliğin bir yüzü daha var. O da elimizde olanı doğaya en az zarar verebilir biçimde sürdürebilmek. O alanda da yapmamız gereken çok şey var ve yapmamız gereken şeyler bugün için sadece istekle yapılıyor olsa da yakın gelecekte bizi yeni bir dünyaya zorlayacak çokça faktör doğacak.
Bugünkü toplantı Akdeniz Turistik Otelciler Birliği (AKTOB) ve Gıda Dostu Turuncu Bayrak sistemi işbirliği ile düzenlendi. Bugünün sürdürülebilirliği bu iki tarafı da son derece ilgilendiriyor. Ülkemizde gıda israfının en uç noktasını temsil ettiği düşünülen “Her Şey Dahil” konseptli otellerin bu bağlamdaki sürdürülebilirliğin de öncüsü olması kadar doğal bir çaba olamaz. Gıda Dostu Turuncu Bayrak sistemi de özellikle gıda ve restoranlardaki gıda israfının önüne geçmeyi planlıyor. Bu bağlamda bakıldığında bu birliktelik küçük ama önemli bir başlangıç oluşturuyor. Sinek kuşunu hep örnek veriyoruz, sürdürülebilirlik savaşında her damlanın faydası var, bu da kıymetli bir adım.
Ama bu çaba içerisinde karşımızdaki birkaç dev sorunu unutmayalım. Bugün için güney sahilimizdeki otellerin müşterilerinin önemli çoğunluğunu AB ülkeleri ve Rusya oluşturuyor. Bu iki grubun beklentileri yakın gelecekte birbirinden oldukça ayrışabilir. AB vatandaşları her geçen gün biraz daha yaşam biçimlerinin çevresel etkisi açısından daha dikkatli davranmaya çalışıyorlar. Artık Yeşil Mutabakat’ın kısmen uygulanmaya başlaması ile ürünlerin üzerine sadece karbon ayak izi değil o ürünün üretiminin ve tüketiminin çevreye verdiği etki konuluyor. Çok kısa bir vadede Antalya’da bir oteldeki bir haftalık tatilin de çevreye verdiği tüm hasarın bir değerlendirmesi tüm tatil sitelerine ve acentalara konmaya başlanacaktır. Dolayısıyla bizim bu değişime hazır olmamız gerekiyor. Öncelikle veriden hiç hoşlanmayan bir ülke için zor bir konu olan veri toplama işine girmemiz gerekiyor. Yani bir turistin bir haftalık ziyareti sırasında tükettiği ya da tükenmesine neden olduğu her türlü kaynağın doğru bir hesabını çıkartmamız gerekiyor. Bu oldukça ayrıntılı bir çalışma ama buna hemen başlamalıyız çünkü Yaşam Döngüsü Analizi denilen bu çabadan kurtuluşumuz artık olmayacak.
Bir turistin bir haftalık ziyaretinin sebep olduğu ayak izinin ötesinde bu ayak izini düşürmek konusunda da hızla harekete geçmemiz çok önemli. Burada da Turuncu Bayrak gibi sistemlerin otellerle işbirliği önem kazanıyor. Artık küçük ya da büyük tüm işletmelerin bu konuya eğilmeleri son derece önemli.
“Ama, özellikle Rusya’dan gelen müşteriler AB müşterilerinin hassasiyetinden hiç hoşlanmıyor, o nedenle de Rus müşterileri kaçırma riskimiz var” diyorlar. Doğru. AB müşterisi bardaktan su içmeyi sürdürülebilir olarak görerek tercih ediyor ama Rus müşteri için plastik şişe daha üstün görülüyor. “Ben daha üst segmentim” diyen müşteri Mısır yerine bize gelmeyi tercih ediyor. “Onlara bardakla su verirsek buraya gitmek yerine Mısır’ı tercih ederler” diyor işletmeciler. Bu doğru değil. Çünkü kısa vadede özellikle uzun mesafe uçuşlarına karbon vergisi uygulaması gelecek. Bu, bu sene ya da gelecek sene olmayabilir ama çoğu turistin mekan tercihlerini uçuşlarına ödeyecekleri bu ekstra para etkilemeye başlayacak. Eğer iklim krizini durdurur ve baştaki felaket senaryosuna yönelmezsek, 2050 ötesinde Antalya’da turizm yapmak mümkün olabilir. Ancak iklim krizini durdurmak için de karbon vergisinin en ağır şekliyle uygulanması mecburi olacak. O zaman da ülkemizdeki turizm sektörünün hizmet verdiği orta segment için ülkemiz fazla pahalı olmaya başlayacak. Onlar ne mi yapacaklar? 1896’da Svante Arrhenius iklim değişikliği ile ilgili en önemli çalışmalarından birini yaparken küresel ısınmanın aslında iyi bir şey olduğunu ve bu sayede İsveç’te insanların kum - deniz - güneş turizmi yapabileceklerini söylemişti. İşte artık tam da o noktadayız. Her Şey Dahil turizminin ülkemizde çok fazla zamanı kalmadı. Onu sürdürülebilir hale getirmek ise hala bizim elimizde.
Levent Kurnaz kimdir?
Levent Kurnaz İstanbul'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi'nden 1988 yılında Elektrik ve Elektronik Mühendisi olarak mezun oldu. Aynı üniversitede 1990 yılında Fizik lisans ve Elektronik Mühendisliği yüksek lisans programlarını tamamladı.
ABD'deki Pittsburgh Üniversitesi'nden 1991 yılında fizik yüksek lisans, 1994 yılında doktora derecelerini aldı.
1992 yılında FCC lisansı alarak WPTS radyo istasyonunda program yapımcısı olarak çalışmaya da devam etti.
1995 - 1997 yılları arasında New Orleans'daki Tulane Üniversitesi Kimya Bölümü'nde petrol sızıntılarının temizlenmesi üzerine doktora sonrası araştırmalar yaptıktan sonra Türkiye'ye döndü.
1997 yılından bu yana Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü'nde öğretim üyesi olarak görev yapıyor. 2014 yılında kurucusu olduğu İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi'nin de halen müdürlüğü görevini yürütüyor.
Temel bilimlerin değişik alanlarında yayınları olan Levent Kurnaz'ın diğer kitaplarının yanı sıra iklim değişikliği alanında yazdığı "Son Buzul Erimeden" ve sürdürülebilirlik alanında Gülin Yücel ile birlikte kaleme aldığı "Yeni Gerçeğimiz Sürdürülebilirlik" kitaplarını raflarda bulmak mümkün.
|