Defne Ayas *
Geçen yıl IŞİD bağlantılı terörist şüphelisi oldukları ortaya çıkan dört komşum yüklü miktarda cephaneyle birlikte yakalandı. Şu anda yaşadığım yerde ise bir komşum Papa Francis’e elektrikli araba yapıp hediye etti ve ünlü bir haber kaynağına göre Papa şimdi –komşum sayesinde– Vatikan’da banka yatırımlarının tümünü % 100 sürdürülebilir hale getirme arzusunda. İki kat yukarıda, şehrin dış mahallelerinde insanların huzur içinde ölebilecekleri bir Tibet Budist evi yapan bir komşum var. En sevdiğim komşum Hz. İsa’nın Roma hukuku tarafından nasıl zulüm gördüğünü anlattığı kitabını yeni yayımladı. Bir başka komşum biraz ünlü bir film yönetmeni, bir defasında rüyamda onu bir tropik adada ziyaret etmiştim. Julian Assange da bize katılmıştı.
Elbette büyüdüğüm dönemde İstanbul böyle değildi; tiyatro kulislerine, gazete bürolarına başkahramanı sabık Başkan George H. W. Bush’un Dışişleri Bakanı James Baker olan rüyaların musallat olduğu bir yer değildi.
Ben sekiz yaşındayken annemle babam boşandılar. Sık sık şehrin çeşitli liberal ve laik semtleri arasında, ana baba nirengi noktalarının mağduru olarak patenle mekik dokurdum. Şimdi düşünüyorum da benim o küçük yaşta, Moda, Kalamış ve Göztepe arasında patenle yolculuk etmeme izin vermeleri için akıllarını kaçırmış olmaları gerekirdi.
Moda’da oturduğumuz çatı katının karşısında Beki adında, ikizler burcu, sarı röfleli, inci küpeli, her türden ve her şekilde kalpler biriktiren, gerçeküstü bir Yahudi-Rum dul hanım oturuyordu. Bir gün ona bir teklifte bulundum: Üvey annem olmasını istedim, babam o ilişkiyi de berbat etmeden çok önce. Fakat Beki güneşe, muhteşem Harem manzarasına, kızıl Ayasofya’ya, Boğaz’dan gelip gecen, hatta herkesin hatırladığı bir tanesi infilak edip evimizin bütün camlarını paramparça eden Rus petrol tankerlerine karşı panjurlarını hep kapatırdı. Beki de babamdan kısa bir süre sonra vefat etti.
Babamın cenazesinin ardından, hayatına girmiş bütün kadınlar, halalarım, komşular ve ben babamın terasında toplandık, radyoda en sevdiği opera çalıyordu. Yaşlı komşularımızdan biri birden, “Altın bir yatağı var diye duymuştum,” dedi. “Yatak odasına gidip bakabilir miyim?”
Uzun zaman önce kaybettiğim sevgili köpeğim Ali de Moda’da yaşadı, Moda Deniz Kulübü’nün karşısındaki brutalist apartmanlardan birinde. Sıcacık Karadeniz pidesi ve Ali Usta’nın yanık sütlü dondurmasının kokuları arasında o sokaklarda dolaşmam, yalnızca Ali’yi aramak için değil, aynı zamanda yüz yıl önce Rus devriminden kaçmış Beyaz Rus piyanisti görmek içindi. Benim yaşıtım, çetin komşum Yosun, koşu yolu arkadaşımdı; kibar ve mahcup Verda Barbie bebeklerin kafalarını koparma arkadaşımdı. İkisi de sağlam kızlardı.
Çay bahçesinin tepesindeki tırmanmayı sevdiğimiz incir ağacı sağlam bir arkadaştı; yepyeni sarı kaykayımı bizim çıkmaz sokaktan çalansa başka bir mahalle gerçeğiydi; sokaktaki kedi yavrusunun ağzına demir çubuk sokan sokak çetesi de bir başka gerçek. Bunların hepsi laik ve Masonik cumhuriyetçi bir elitin; kızıl kıvırcık sacları açık hava kulübünün kızıl topraklı zemininde belli belirsiz görünen tenis öğretmeninin oluşturduğu geri plan üzerinde, pazar akşamüstleri cıvıl cıvıl olan küçük ama etkili Aya Katerina Ayazması’nın üstündeki Rum balıkçısına bir taş atımı mesafede meydana geldi.
Bu arada aile üçgeninin büyükannemle sürüp gittiği Göztepe’de, emekli bir subay güzel terzi karısını dövüyor, bir armatörün bunak ve obez annesi porselen takımlarını canı istediği zaman kaldırıp sokağa fırlatıyordu. Karşımızda oturan iki tombul kız kardeşi kusursuz örülmüş saçları ve bembeyaz ipek kurdeleleri için severdim. O kız kardeşlerle çok olgun incir topladım, dikenli atkestanesi savaşları yaptım, kim bilir kaç öğün bezelye yemeği yedim.
1980’lerde Cihangir’in olayı geceleri yapılan seks ticaretiydi; ben uyumaya çalışırken taksiler müşteri alışverişi yapar, araba kapıları çarpılarak kapanır ve odamın duvar kağıdında far ışıkları titreşirdi. Ev sahibemiz –adı Sevgi’ydi– çocuklarına bağırır, onları döver ya da sevgilisinden dayak yerdi. Kimin kimi dövdüğü anlaşılmazdı. Karşı pencerede oturan bir çocuk vardı. Yalnız öğleden sonra saatlerinde, annem işteyken işaretle konuşurduk.
Bütün bunlara İstanbul pornografisi diyebilirsiniz. Buyurun, deyin. Ben böyle büyüdüm. Sonunda adı Melek olan hayali bir arkadaş yarattım. Melek o dönem annemin en yakın arkadaşının ismiydi, ama ben Melek’i kendi zihnimde yarattım. Gitmem gereken her yerde bana eşlik ederdi, paten kaymayı bıraktıktan ve her gün okula götürdüğüm beyaz tavşanım öldükten sonra, lise yıllarımda bile.
*Bu yazı 15.İstanbul Bienali kapsamında yayınlanan Hikaye Kitabı’ndan alınmıştır. Evler, komşular ve mahallelerle ilgili 69 kişinin kişisel hikâyesini ve anısını bir araya getiren Hikâye Kitabı’na katkı sunanlar arasında bienal sanatçılarının yanı sıra yazarlar, akademisyenler ve daha pek çok başka kişi bulunuyor.
İyi bir komşu her pazartesi T24'te
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından 16 Eylül-12 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek 15. İstanbul Bienali, “iyi bir komşu” başlığını taşıyor.
Mahallelerin ve ev içi yaşantılarının dünyanın her yerinde geçirdiği köklü değişimler, bir arada var olma şekillerimizin uğradığı değişimleri konuşmayı da zorunlu kılıyor. “iyi bir komşu”nun kim olduğu, aynı zamanda kendimizin “iyi bir komşu” olup olmadığı sorusunu soran İstanbul Bienali, T24 işbirliğiyle internet ortamında bir sohbet başlatıyor.
Bienal başlayana dek her pazartesi sürpriz bir yazar, sanatçı, akademisyen, mimar, psikanalist veya gazeteci T24’te “iyi bir komşu” hakkında yazıyor.
15. İstanbul Bienali
İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın 1987 yılından bu yana düzenlediği İstanbul Bienali’nin 15'incisi, 16 Eylül-12 Kasım tarihleri arasında sanatçı ikilisi Elmgreen & Dragset’in küratörlüğünde, “iyi bir komşu” başlığıyla gerçekleştirilecek. Koç Holding sponsorluğunda düzenlenecek ve iki ay boyunca ücretsiz olarak gezilebilecek 15. İstanbul Bienali’nde, birbirine komşu mekânlarda yer alacak serginin yanı sıra bir dizi performans ve konuşma da düzenlenecek.
|