Rita Ender
Komşuluk bir hak mıdır? Evet; hem de tıpkı analık gibi, seyahat gibi, mülkiyet gibi bir hak. Hukuk bunu soğuk diliyle düzenlemiş, yasa metinlerine "iyi komşu" olmanın kuralları koymuş. Bu yüzden de, kişinin komşu olarak, komşusuna karşı sorumlulukları ve yükümlülükleri olmuş. Yükümlülükleri var.
Bizim diyarda, bu yükümlülükleri yerine getirmeyenler bazen pencereden bağırmak suretiyle uyarılır: "Bak yeter, canıma tak etti. Seni mahkemeye vereceğim!" Bazen dilde tüy biter ve can havliyle süpürgeye müracaat edilir; süpürgenin arkasıyla tavana, duvara, yere; gürültünün geldiği yere yöne vurulur. Bazen apartman yöneticisi araya sokulur, bazen doğrudan 155 aranır, bazen de dava açılır.
Mahkeme kayıtlarına yansımış davalar bize komşuluk ile ilgili neler söyleyebilir? Hukuk, komşu olmaya ilişkin nasıl kurallar koymuştur?
Ulusal mevzuattaki kurallar öncelikle Türk Medeni Kanunu’nda yer almaktadır. Medeni Kanun’da “taşınmaz mülkiyetinin kısıtlamaları” bölümü altında “komşu hakkı” başlıklı bir bölüm mevcuttur, bu bölümde; 737. madde ile başlayıp devam eden hükümlerle, komşuların hakları ve yükümlülükleri düzenlenmiştir. Bu yükümlülüklere aykırı davranan kişiler yani komşulara karşı; bu davranıştan rahatsız olan, bu davranış nedeniyle zarar gören, bu davranışa acilen bir son verilmesi gerektiğini iddia eden kişiler yani komşular tarafından dava açılır. Yani kural olarak komşu, komşuya karşı dava açar. Başka bir ifadeyle, birbirinin külüne muhtaç olduğu söylenegelen komşular, “davalı” ve “davacı” olur.
Davalı ve davacının hangi şartlarda kimler olabileceğini düzenleyen hukuk sistemi, komşunun kim olduğu konusunda bir açıklama getirmemiş, tanımlama yapmamıştır. Türk Dil Kurumu tarafından yapılan tanımlama gereği; “konutları yakın olan kimselerin birbirine göre aldıkları ad”dır komşu.
Komşuların Medeni Kanun’un ilgili hükümlerine dayanan davaları ile Asliye Hukuk Mahkemeleri ilgilenir. Görevli olan mahkeme, Asliye Hukuk Mahkemesidir. Yetkili olan Asliye Hukuk Mahkemesi ise, taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi yani davalı ile davacının komşu olduğu yerdeki mahkemedir.
Bu yetkili mahkemelerde görülecek davaların konuları, sebepleri ve buna bağlı olarak bir komşunun Mahkeme’ye yönelttiği talepleri, beklentileri çok çeşitlidir. Ağaç dallarının kesilmesi için de, meyve ağaçlarının kuruması nedeniyle de davalar açılmaktadır. Baz istasyonlarının kaldırılması talebiyle de, pirinç ekimi nedeniyle sızan sudan ayçiçeklerinin gördüğü zararın tazmin edilmesi istemiyle de davalar açılır. İddialarda bulunulur, savunmalar yapılır. Bilirkişiler incelemeler yapar, olay yerine keşfe gidilir, tespitler yapılır. Hükümler kurulur ve şunun gibi kararlar yazılır:
- Bir ağacın dallarının ve köklerinin komşunun mülküne geçip zararına sebebiyet vermesi halinde, ağaçların kesilmesinin istenebilir. Bu hükmün uygulanabilmesi için zararın oluşması şarttır. İleride oluşacak muhtemel bir zararın giderilmesi istenemez. (Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2006/3505 E., 2006/5212 K.,5.5.2006 tarihli karar)
- Dava, komşuluk hukukundan kaynaklanan çekişmenin giderilmesi isteğine ilişkindir. Olaya bu düzenleme ve saptanan olgular açısından bakıldığında yasa hükmüne aykırı davranışın davalıdan sadır olmadığı sabittir. Davalı, dava dışı kişinin hukuka aykırı eyleminden dolayı kendi taşınmazını koruma düşüncesi ile yıkımı istenen duvarı yapmıştır. Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2006/1-40 E, 2006/96 K, 22.03.2006 tarihli karar)
- Mahkemece, dava dilekçesinde tanık deliline de dayanıldığı dikkate alınarak tarafların süresinde göstereceği tanıkların dinlenmesi ve bu şahadet dikkate alınarak köpeğin komşuları rahatsız edip etmediği saptanıp hasıl olacak sonuca göre karar verilmelidir. Köpeğin rahatsız verip vermediği konusunda hiç bir tanık dinlenmeden yazılı olduğu şekilde hüküm verilmesi doğru görülmemiştir. (Yargıtay 18. Hukuk Dairesi 1992/13261 E., 1993 /1653 K. , 15.2.1993 tarihli karar)
- Davacının dar anlamda ve para ile ölçülebilen bir zararı kanıtlanmamış ise de, baz istasyonunun zarar verme ihtimali ile birlikte davacının evine olan mesafesi, kanser hastası bir kızının bulunması, içinde bulunduğu psikolojik ortamın kendisinde tedirginlik ve ümitsizlik yaratacağı ve bu konudaki doktor bilirkişi raporu ile davacının yaşamdaki sağlık değerleri, Anayasaca teminat altına alınan yaşam hakkı, mülkiyet hakkı birlikte değerlendirildiğinde dava açmakta haklı olduğu ve davasının kabulü gerektiği sonucuna varılmıştır. (T.C. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 2012/4-147 E, 2012/327 K,30.05.2012 tarihli karar)
Yaşam hakkının komşuluk hukukuna dair kararlara girmesi aslında çok doğal. Çünkü, komşuluk meselesi yaşam alanını paylaşmaya dair. Ortada veya olayda hep fiziksel olarak var olan yakın bir mesafe dolayısıyla birbirinin yaşamına ve hatta mahremine tanıklık eden insanlar var.
Bu tanıklık bazen can-ı gönülden yapılıyor. Komşu; eş, dost, akraba gibi oluyor. Kahve falları bakılıyor, çocuklar birbirine emanet ediliyor, komşuda pişen komşuya da düşüyor. Bazen daha uzak ve “seviyeli” bir ilişki kuruluyor; bayramlarda seyranlarda karşılıklı iyi dilekler sunuluyor, evde olmayan araç gereç birbirinden ödünç alınıyor. Bazense selamlaşmanın ötesine hiç geçilmiyor, hiçbir şekilde ilişki kurulmuyor. Fakat kapı aralığından ev hali görülüyor. Öteki evin düzeni hissediliyor: Ayakkabılar kapıda mı çıkıyor?, Eve temizliğine yardımcı mı geliyor?, Ailede kaç kişi var?, Çocuk var mı, yapılacak mı?
Bir defa karşılıklı oturmasalar bile birbirlerinin zevklerini, politik görüşlerini, hayat duruşlarını anlayabiliyorlar. Çöp torbalarından, dinledikleri müzikten, gelen giden mektup zarflarından, yanlışlıkla çalınan kapı zillerinden, apartman toplantılarından, konuşma şekillerinden, maç izlerken yaptıkları tezahüratlardan…
Bu tezahüratlar, ince duvarlar arasında “uyuşmazlığa” dönebiliyor. Gürültü komşular arasında sıklıkla bir tartışma konusu oluyor ve bu tartışmalar nedeniyle de hâkim önüne gidiliyor. Hakimler gürültü olup olmadığını, “taşkınlık” kavramı ile birlikte değerlendiriliyor çünkü Medeni Kanun’un 737. maddesinin ilk fıkrası şu şekilde: “Herkes, taşınmaz mülkiyetinden doğan yetkileri kullanırken ve özellikle işletme faaliyetini sürdürürken, komşularını olumsuz şekilde etkileyecek taşkınlıktan kaçınmakla yükümlüdür.”
Bir komşunun taşkınlıktan kaçınıp kaçınmadığı ise “yerel adet”ler , “görgü kuralları” , “adap”, “ahlak” gibi yorumlanan kavramlarla ele alınıyor ve şunun gibi sonuçlara ulaşılıyor:
- Dava; gürültü nedeniyle komşuluk hukukundan kaynaklanan el atmanın önlenmesi davasıdır. Her ne kadar yerleşim yerinin köy olması nedeniyle komşuluk hukukundan kaynaklanan ve mülkiyet hakkının kullanım sınırlarını belirleyen kısıtlamaların kentsel yerleşime göre farklılık gösterebileceği düşünülse de davalı tarafından kullanılan spiral cihazının çıkardığı gürültünün köy yerleşimlerinde dahi katlanma sınırlarında kalmadığı ve hoşgörülemeyeceği kanaatine varıldığından davacının davasının kabulüne karar verilmelidir. ( Yargıtay 14. Hukuk Dairesi 2014/2009E, 2014/6031 K, 8.5.2014 tarihli kararı)
- Dosya içindeki kanıtlara göre, davalının tüm yaz sezonu boyunca gürültü kontrol yönetmeliğinde ön görülen sınırların üzerinde ses çıkaran ve davacılar binası ile içinde eşyalarda dahi hissedilen ölçüde sarsıntılar yaratan iş makineleri ile çalışmalar yapıldığı anlaşılmaktadır. Taraflara ait binaların İstanbul Boğazı kenarında oluşu da gözetildiğinde, sessizliği ve sakinliği nedeniyle tercih edilen böyle bir yerde tüm yaz boyunca aşırı gürültü ve sarsıntılardan davacıların rahatsızlık ve sıkıntı duydukları anlaşılmaktadır. İnşaat çalışmalarının çok uzun süre devam ettiği ve adeta hakkın kötüye kullanıldığı görülmüştür. Böylece davacıların oturdukları evdeki huzur ve sükunun bozulduğu, sinir sistemindeki dengenin sarsıldığı kabul edilmelidir. Bunun sonucu olarak da davacının kişilik değerleri içinde yer alması gereken ruh bütünlüğü de bozulmuş olacağı için kişilik haklarına zarar verildiği kabul edilmeli davacılar için uygun bir miktarda manevi tazminata hükmedilmelidir. (Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 2002/13785 E., 2003/7489 K., 10.06.2003 tarihli karar)
Gürültü nedeniyle çıkan tartışmalar yalnızca hukuk mahkemelerinin önünde çözümlenmiyor. Alevlenen tartışmalar kimi zaman cezai hükümlerin devreye girmesini gerektiriyor. Komşular yaşanan tartışmalarda iftira, hakaret, tehdit hatta adam öldürme gibi suçların işlenmesi nedeniyle birbirlerinden şikâyetçi de oluyorlar. Örneğin:
- Maktulün güvercin beslediği yerin apartman sakinleri tarafından şikayet edilmesi üzerine maktulün komşularına husumet beslediği, maktul ile sanık arasında çıkan tartışma sırasında maktulün sanığa hakaret etmesi üzerine sanığın silahla maktule ateş ederek onu öldürdüğü olayda; Maktulden sanığa yönelen ve hakaretten ibaret olan haksız eylemi sebebiyle sanık hakkında asgari düzeyde haksız tahrik indirimi yapılması gerekir. (Yargıtay 1. Ceza Dairesi, 2015/5845 E., 2016/4203 K, 7.12.2016 tarihli karar)
- Alkollü olan sanığın, babasının av tüfeği ile bahçede havaya ateş etmesi üzerine müşteki komşusunun rahatsızlık duyarak sanığı uyarması şeklinde gelişen olayda, genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçunun unsurları oluştuğu gözetilmeden yazılı gerekçeyle beraat kararı verilmesi yasaya aykırıdır. ( Yargıtay 4. Ceza Dairesi, 2015/100 E, 2015/24646 K, 16.3.2015 tarihli karar)
-
Şahsi davacının tanıkları hakaret teşkil eden sözleri duyduklarını ve bu sözleri sarfeden sanığı gördüklerini beyan edip, yapılan keşifte de sanığı göstermişlerdir. Savunma tanıkları apartman komşuları ise olayı duymadıklarını ifade etmişlerdir ki olayın kapıları kapalı ve evlerinde oturan komşular tarafından duyulmaması mümkündür. Bu durumda suç sübuta erdiği halde beraat kararı verilmesi isabetsizdir. (Yargitay Ceza Genel Kurulu 1992/2-356 E., 1993/15 K. ve 1.2.1993 tarihli karar)
- Uyuşmazlık; sanığın üzerine atılı cinsel taciz suçunun sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir. Kendi şeref ve namusunu ilgilendiren bir konuda sanığa iftira atması için geçerli bir sebep bulunmayan katılanın, aşamalarda birbiriyle uyum gösteren samimi, ısrarlı ve herhangi bir tereddüde mahal bırakmayan beyanı, bu beyanı doğrulayan tanık anlatımları, sanığın katılanın ev telefonunu arayarak söylediği, “seninle olmak istiyorum, rızanla gel bana, istersen seni kaçırırım, rızanla olmazsa eşine söylerim, evliliğin yıkılır” şeklindeki sözlerinin cinsel amaç taşıdığı, katılanın bu eyleme rızası olduğuna dair bir delilin bulunmadığı, aksine aşamalarda sanıktan şikâyetçi olup yakalanmasını sağlayarak eyleme rıza göstermediğini ortaya koyduğu, sanığın iddia ettiği şekilde katılan ile daha önce bir ilişkisi olmasının, katılanın cinsel taciz suçunun mağduru olamayacağı anlamına gelmediği, kaldı ki sanığın savunmasında belirttiği üzere, olaydan 2 yıl önce bu ilişkiyi sonlandırdıkları, ev telefonu hattına sahip olan sanığın, gece saat 22.08'de ankesörlü telefondan katılanın evini aramasının makul olmadığı göz önüne alındığında, sanığın telefonda, “seninle olmak istiyorum, rızanla gel bana, istersen seni kaçırırım, rızanla olmazsa eşine söylerim evliliğin yıkılır” şeklinde cümleler kullanmak suretiyle katılana karşı cinsel taciz suçunu işlediğinin sabit olduğunun kabulü gerekmektedir. (Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2014/14-669 E, 2015/68 K, 24.3.2015 tarihli karar)
Bunun gibi kararlardan; kesinleşmiş bir hükümden sonra, “kusurlu komşu”, “zarar veren komşu”, “suçlu komşu” ; “iyi bir komşu” olabilir mi? Yüksek mahkemeler önünde taraf olmuş kişiler arasında yeniden basit, sıradan bir komşuluk ilişkisi kurulabilir mi?
Kim bilir… Hukukçuların sık sık söylediği gibi buna da; “somut olayın özelliklerine gore karar vermek gerekir.”