07 Kasım 2021
Linç, bir kalabalığın adaleti sağlama bahanesi altında, yargı sonucunu beklemeye gerek duymaksızın genellikle işkence ve bedensel sakatlama uyguladıktan sonra, suçlu olarak görülen kişi ya da kişileri infaz ettiği bir cezalandırma biçimi. Yani adil bir yargılama olmadan, durumu anlayıp dinlemeye çalışmadan, yerine göre sonu genellikle ölümle biten en eski ve en ilkel şiddet yöntemi!
Tarihsel süreç boyunca neredeyse tüm toplumlarda görülen bu cezalandırma şekli, yasaların olmadığı, kamu düzenin –ilkel de olsa- oluşmadığı her coğrafyada görülmüş, bu suç –genellikle- galeyana gelen topluluklar tarafından ortaklaşa olarak işlenmiş.
Linç olgusu, tarihsel süreç içinde değerlendirildiğinde, gelişmişliğin zenginlikle eş değer olmadığını göstermiş, toplumun kültürel birikiminin artmasında erdemli paylaşımların önemini, ortak aklın getirisini ve bilimsel bilginin ışığı altında oluşan insani değerlerin medeniyete giden ilerleme yolunun tek ateşleyicisi olduğunu vurgulamış. Batıl inancın, ırkçılığın, yobazlığın körüklediği toplumsal öfke, önce “öteki” olgusunu yaratmış, sonra da “öteki” olarak ayrıştırdığı kişi ya da topluluklar üzerinde biriktirdiği kinini kan içerek bastırmaya çalışmış.
Tarihin eski zamanlarında şiddet bir kader ya da doğa kanunu olarak algılanmış, hatta ilkel toplumlarda şiddet uygulamak iletişim aracı gibi de görülmüş. İlkçağda şiddetin sergilenişi her zaman açık olmuş, aleni olarak tatbik edilmiş; hiçbir şekilde utanılacak bir eylem olarak görülmemiş. Şiddetin karşısında her zaman farklı bir şiddet yer almış, yargılama sistemi onarıcı, ehlileştirerek topluma kazandırıcı olarak işlememiş, hukuk kuralları her zaman sertçe cezalandırıcı hükümler içermiş. Bu yıllarda linç olgusu sosyal denetim ve caydırıcılık yöntemi olarak kullanılmış ama ilginç bir şekilde “linç” olgusunun bariz olarak adı konmamış. Linç, her kültüre sızmış; her yaşam biriminde yeşermiş, farklı kültürlerin arasında şiddete olan özenti yolculuğunda yeni sertliklerle gelişmiş. Arapların, Moğolların, Haçlıların ve diğer fetihçi saldırgan toplumların ele geçirdikleri topraklarda yaşamış, yerleşik halka yaşatılmış, vahşet yeni yerleşim alanlarının fethedilmesi olgusunun –sanki- özendirici yanı olmuş.
Orta Çağda linç edilen insan -özellikle de kadın- sayısı Avrupa'da “cadı avı” ile çok yüksek rakamlara ulaşmış. O dönem linç olarak adlandırılmasa da, yapılanların bugünden bakıldığında tam manasıyla bu olguyu yaşatması tümüyle kilise şiddetinin topluma yansımasıyla kadınları alevlerin arasına almış. Kilisenin cadı olarak işaret edilen tüm kadınların ateşe atılmasını meşru ve haklı görmesiyle kendine özgü bir ahlak dayatması toplulukları galeyana getirmiş, bu süreçte farklı inanç sistemleri kendini idam sehpalarında ve ateşin içinde bulmuş. Özellikle kadınlar Ortaçağda yaşanan açlığın, yoksulluğun günah keçileri sayılmış, karşılaşılan tüm olumsuzlukların sebebi olarak görülmüş. Bu dönem içinde toplumsal meselelerde şiddete dayalı düşünü biçimleri içinde çözüm aranılmış.
Hıristiyan kilisesinin batıl inançlarından beslenen teolojik sapkınlıktaki cadı avlarının ilk kurbanları ebeler ve otlardan-bitkilerden anlayan şifacı kadınlar olmuş. Zaman zaman erkekler ve çocuklar da büyücü oldukları savıyla tutuklanmışlar, işkencelere maruz bırakılarak linç edilmişler.
Güçlü kilisenin zalim kural koyucuları çağın yaşanan tüm olumsuzluklarından kadınları, heretik görüşleri ve farklı mezhepten olanları sorumlu tutmuş. “Cadı avı” olarak bilinen bu zaman dilimi 1300’lü yıllarda görülmeye başlasa da, 1450 ila 1750 yıllarında en hararetli dönemini yaşamış, tahminen –büyük bir kısmı kadınlardan oluşan- 40.000 ila 100.000 kişinin linç edilmesine yol açmış. Tarihsel süreç boyunca görülen linç örneklerinde olduğu gibi yaratılan sözde bir suçluluk üzerinden meşrulaştırılmaya girişilen toplumsal cinayetler, her zaman yeni günah keçileri bulmuş, şeytanla işbirliği adı altında kurgulanmış, heretik inanç sahipleriyle bilimsel bilgi arayışı içinde doğayı anlamaya çalışan bilim öncüleri fırsattan istifade edilerek linç edilerek cezalandırılmış.
Linç kelimesi Batı dillerinin yanı sıra Belgalceden Sırpçaya, Malaycadan Kırgızcaya, Zulu dilinden Nijerya’nın yerel aksanlarına kadar çok lisana aynı şekilde girmiş, var olan şiddetin adı olmuş
Yapılan araştırmalarda “linç” kelimesinin kökeni hakkında çok farklı şeyler söyleniyor ama bu tabirin ad ya da –özellikle- soyadı olduğu yönünde çok kaynak hemfikir. 19. yüzyılı işaret eden Oxford ile Collins sözlükleri, terimin “Lynch” adında bir Virginia çiftçisinden geldiğini belirtse de bu terimin ilk kez 15. yy İrlanda'sında dillendirildiğini savunanlar da var.
Özellikle ortaçağda İngiltere'nin sınır bölgelerinde, belirli bir miktarın üzerinde gerçekleşen hırsızlıkların infazında uygulanan “Halifax darağacı yasası” ya da infazdan sonra yargılama gibi garip “Cowper adaleti” uygulamaları bu konuda yapılan araştırmalarda ön plana çıkmaktaymış. Aynı yıllarda İspanya'da faaliyet gösteren “Santa Hermandad” isimli bir çeşit ilkel polis (!) yapılanması, Rusya ile Polonya'da Yahudilere yönelik yapılanlar ve Almanya’daki bazı uygulamaların da -yasal olarak kurulmuş gibi gözükse de ve yetkililerin kararıyla desteklense de- bugünden bakıldığında “linç” kavramı içinde ele alınması gerekiyormuş.
Yazılı kaynaklarda “linç” kelimesinin kökeni olduğu savı taşıyan 5 ayrı kişi var ve bunların hepsi İrlandalı…
Tabii ki tarihsel kaynaklarda görülen “linç” isimli ya da soyadlı bu beş kişinin de İrlandalı olması bu kelimenin kökeni hakkında net bir tespit yapıyor olmalı!
Ortaçağın karanlık sayfalarından sizlere tanıtacağım ilk linççi katil, 1493 Yılında İrlanda’nın Galway Kasabasında 1493 ila 1494 yılları arasında belediye başkanlığı yapan James Lynch Fitz Stephen. Denilen o ki, bu adamın kötü ahlaklı, dolandırıcı ve kumarbaz bir oğlu varmış; babasının sahip olduğu gücü kötü yönde kullanmakta ısrarlıymış. Bu delikanlı bir gün ticaret için kasabalarına gelen bir İspanyol taciri dolandırmış ve parasını ısrarla geri isteyen bu kişiyi öldürmeye niyet etmiş; hatta bu düşüncesini güç aldığı babasına da açmış. Böyle kötü bir olayın yaşanması durumunda yabancı tacirlerin kasabalarına gelmeyeceği endişesi taşıyan başkan oğlunu kendi eliyle öldürmüş ve cesedini de sarayının meydana açılan bir penceresine asmış. Yabancıların aldatılmak ve can emniyeti korkuları taşımadan Galway Kasabasına gelebileceklerinin bir teminatı olarak yaşanan bu oğul cinayeti, kulaktan kulağa dağılmış, sınırlar ötesinden güvenin teminatı gibi görülmüş. Babanın oğluna uyguladığı bu ceza, linç kelimesinin –belki de bilinen- ilk kökeni olmuş. Denilen o ki, Amerika'ya göçen ilk İrlandalılar bu öyküyü de beraberlerinde götürmüşler, topraklarından ayrılarak yeni kıtada hayata tutunma mücadelesinde başkan Lynch’in adını hiç unutmamışlar.
Tarihe izi düşen diğer linççiler Amerika’da yaşamışlar, bu yeni kıtada ellerini kanla yıkamışlar! Bunlardan biri 1687 yılında Güney Carolina Eyaletinde adalet dağıtma işine tek başına sahip olmayı başaran John Lynch. O yıllarda Avrupa'dan gelen korsanların, macera arayanların ve köle ticareti yapan suç işleme kapasitesi yüksek kişilerin sahillere musallat olmasının önüne en fazla 1 ila 1,5 yıl içinde geçebileceğinin sözünü veren John Lynch, kendi kendine kurduğu kurmaca mahkemenin birinci çekicini kullanmaya başlamış, kör adaletini yağlı urganla uygulamaya girişmiş. Ticaretin durduğu, sahillere çıkanların etrafa dehşet saçtığı, yaşanan anarşinin tarlaları ve yerleşim alanlarını talan ettiği kaos ortamından yararlanan hakim (!) Lynch, kendi gibi vicdansız tiplerden oluşturduğu milis gücüyle ortaya çıkmış ve tanımadığı herkesi, karşılaştığı tüm yabancıları asarak görevini sürdürmeye başlamış. Hızını alamayan vahşi mahkeme heyeti o kadar çok kişiyi asmış ki, bir süre sonra ne suçlu kalmış, ne konuşulacak kişi, ne de ticaret yapacak bir topluluk. Tarlalar kanla sulanmış, masumların kemikleri yenidünyanın kurulmaya aday yeni düzeninde temel (!) dolgusu olmuş.
John Lynch’in torunu Thomas Lynch de dedesinin misyonunu aynı bölgede devam ettirmeye çalışmış, İngiliz ayaklanmasının ve teşkilatlanmasının önüne geçmek için İngiliz yanlısı herkesin linç edilmesini, asılmasını istemiş ve devraldığı dede mesleğini zevkle uygulamış.
Bir diğer linççi katil, 18. yüzyıl sonunda Kentucky Eyaletinde yaşamış bir çiftçi. O yılların bomboş topraklarında çok az kişinin yaşadığı bu yerleşim yerinde kendilerini koruyacak bir güvenlik zinciri kurmaya çalışma yolunda birleşen çiftçiler, gece-gündüz nöbetleşe olarak elleri tetikte nöbet tutmuşlar, kovboy filmlerine ilham verecek şekilde herkesten hatta en yakınlarından bile korkmuşlar. Altın arayanlar, Avrupa’dan bu yeni kıtaya göç etmiş maceracı yoksullar, hapishane kaçkınları, topraklarından olmuş Kızılderililer, paralı savaşçılar, soyguncular ya da o yıllarda Fransız – İspanyol sömürge bölgeleri olan Louisiana ile Florida yerleşimlerinden kaçanlar kendilerini korumak (!) amacıyla bekleyen bu köylülerin yağlı ipleriyle karşılaşmışlar. Yakalananlar kendilerini sorgusuz-sualsiz darağacında bulmuşlar, azgın toplulukların linçine maruz kalmışlar. Hayatlarının tehlikede olduğu savıyla örgütlenen bu köylüler, bir süre sonra katlettikleri canlar için bir yasal statü arayışı içine girmişler ve aralarından Lynch isimli birini hakim seçerek uydurma bir mahkeme kurmuşlar. Yakalanan yabancılar, o bölgeye yolu düşenler, potansiyel suçlu (!) olabilecekleri kanısıyla yakalanıp hakim (!) Lynch’in huzuruna çıkartılmış ya da sürüklenerek onun evinin önüne götürülmüş. 24 Saat görev başında olan bu katil hakimin verdiği kararlar hep aynı yönde olmuş; onun yargılama şeklinde para cezası, hapishaneye atma, sürgün etme gibi kararlar alınmamış; konu ne olursa olsun 3-5 dakika içinde verilen kararların sonu hep idamla bitmiş. Suçlu bulunanların kendilerini savunma, olup biteni anlatma ya da nereden gelip nereye gittiklerini anlatmaya fırsatları bile ol(a)mamış; onların suçlu olduklarına dair şahit ihtiyacı da duyulmamış. Verilen kararı da bizzat Lynch uygulamış, çünkü maliyet az olsun diye cellâtlık görevini de o yıllarda bizzat kendisi yürütüyormuş.
Linç yasası terimi, kendi kendini kuran bir mahkemenin hukuka uygun bir süreç olmaksızın ceza vermesini, dilediği şekilde karar almasını ve hiçbir yazılı kurala dayanmadan cinayet işleyebilmesini ifade ediyormuş.
Bu konuda yapılan araştırmaların çoğunda ve bu terimin yaygın olarak kullanımını işaret eden çalışmalarda adı geçen asıl kişi Albay Charles Lynch. Tüm Dünya dillerine geçmiş olan bu kelimenin 1780’li yıllarda Amerikan İç savaşı sırasında yaptıklarıyla kimi tarafından vatansever, kimi çevrelerce de eli kanlı katil olarak nitelenen Albay Charles Lynch’in adından geldiği çok yerde yazılıyor, özellikle 19. yy Amerika coğrafyasında yapılan insanlık dışı uygulamalar bu isim altında toplanıyor.
Amerikan iç savaşı sırasında kendine karşı gelenleri cezalandırmak için oluşturulmuş düzensiz bir mahkemeye başkanlık eden Charles Lynch (1736-96) devlet tarafından sağlanamayan adaleti yıldırma ve terör yoluyla kan dökerek tesis etmeye çalışmış. Linç uygulamalarıyla ünlenen Virginia Eyaletinin şüphelileri cezalandırma yöntemi olarak kullandığı şiddet ve sözde kalan adalet (!) arayışı, zaman içinde başka bir şeye dönüşmüş, ırkçılığın, farklı yaşam biçimlerinin, sosyal sınıf farklılıklarının üstünde sallanan kılıca evrilmiş! Uygulanan linç şiddeti, herkesin mevcut baskın inançları kabul etmeye zorlanmasına, sermayesi olmayan kişilerin ölüm cezasıyla karşılaşmasına, Afrika kökenli insanların potansiyel suçlu olarak görülmesine ve diğer inanç sistemlerinin ezilerek tüketilmesine yol açmış. Ve o günlerden sonra hukuk kurallarına girmeye çalışan bu uygulama kendini masum gibi gösteren katillerin maskesi haline gelmiş, kanlı ellerini kapatan kirli eldivene dönüşmüş.
Sanayi devrimi sonrasında yaşanan hammadde ihtiyacı nedeniyle farklı ülkelere olan sistematik yolculuklar ve farklı kültürlerle karşılaşma olanağının yükselmesi gücün vahşice kullanılmasını özendirmiş. Sonrasında yaşanan büyük savaşların hepsinde uygulanan vahşet ve gözü dönmüş düşmanlıklar ortak aklın ortaya çıkmasıyla belli kurallara bağlanmaya çalışılsa da, yıllar içinde çok cana kıyılmış, çok kişi öfkeli (!) vahşilerce linç edilmiş.
Bugün Dünya basınına baktığınızda her köşede uygulanan birbirine benzer linç vakalarıyla karşılaşılıyor. Kenya'nın Başkenti Nairobe’de kendi gözlerimle gördüğüm linç vahşetinin yaşattığı deneyim içinde fark ettim ki; şu ya da bu nedenle oluşan şiddet kolayca yasaların önüne geçebiliyor, cinnet hali her kültürde kendine meşru zemin arayabiliyor. Zaten Kenya linç vakalarının sık yaşandığı ülkeler arasında. Geçtiğimiz Temmuz ayında Kabete bölgesinde iki çocuk cesedinin bulunmasının ardından yakalanan ve beş yıl içinde 12 çocuğu öldürdüğünü, en az birinin de kanını emdiğini itiraf eden Masten Milimo Wanjala isimli zanlı, -nasıl olduysa- duruşmaya çıkmadan önce kaçmaya çalışmış ama karakolun yakınlarında bir eve sığınmaya çalışırken çevredekiler tarafından linç edilmiş. Bölge Komiser Yardımcısı Cornelius Nyaribai, "Linç kültürünü teşvik etmiyoruz ama şüphelinin bir grup tarafından takip edildiğini ve öldürüldüğünü doğrulayabiliriz" demiş.
Bu konuda sicili bozuk ülkeler var; bunlardan biri Guatemala! İnsan hakları örgütleri, Guatemala'da 2020 yılında 100'ü aşkın linç vakası yaşandığını ve bu olayların genellikle polisin hiç olmadığı ya da çok az faaliyet gösterdiği yerlerde yaşandığını açıklamış. Bu ülkede zor koşullar altında, yoğun bir baskı içinde çalışan sivil toplum kuruluşlarının dediğine göre linç olayları her sene artan bir hızda yaşanıyormuş, çok sayıda kişinin öldüresiye dövüldüğü, ağır şekilde yaralandığını sık sık görülüyormuş.
Geçtiğimiz Ağustos ayında, 3 gün boyunca tarihinin en kötü orman yangınlarını 18 bölgede 71 farklı yerde yaşayan Cezayir’de, 320 km uzaklıktan söndürme faaliyetlerine katılma amacıyla yardıma koşan sanatçı Djamel Ben İsmail, öfkeli kalabalıklar tarafından ateşe atılarak linç edilmiş.
Hindistan görüldüğü kadarıyla linçin en çok yaşandığı, müşterek cinayetin en çok işlendiği ülkelerden biri! Linç sebebi çoğu zaman inek taşıdığı, inek kestiği, etini yediği ya da çocuk çaldığı söylentisi üzerine oluyormuş. Hindistan’da linç vakaları o kadar dehşet verici ki, akrabalarını ziyaret için köyünü ziyaret eden bir adamın, Assam eyaletinde yol sormak için durduğunda linç yoluyla öldürüldüğünü bile okudum.
BBC’de yayınlanan bir haberde, 2018 yılının Mayıs ve Haziran Aylarında şu ya da bu nedenle linç edilen insanların dökümü yayınlanmış; dehşet verici olaylar sıralanmış. İşte bu iki ay içinde yaşanan cinayetlerin birkaçı ve nedenleri;
Ülkenin güneyindeki Tamil Nadu eyaletine bir adam sokakta amaçsızca dolaşırken görülmesinin ardından bir güruh tarafından dövülerek öldürülmüş.
55 yaşındaki bir kadın Tamil Nadu eyaletinde çocuklara şeker verdiği için, Bangalore Eyaletinde de bir adam çocuklara çikolata dağıttığı iddiasıyla bir direğe bağlanmış; kriket sopalarıyla ölene kadar dövülerek linç edilmiş.
Güneydeki Andra Pradesh eyaletinde bir adam yerel dil Telugu değil de Hintçe konuştuğu için, Telengana Eyaletinde de bir adam gece mango bahçesine girdiği için gözü dönmüş bir güruh tarafından vahşice öldürülmüş.
Jharkhand eyaletinde 17 yaşındaki bir kişi bilinmeyen bir nedenle suçlandığı için tecavüz edilerek yakılmış, Ülkenin doğusundaki eyalette de 16 yaşındaki başka bir kişi aynı yöntemle öldürülmüş.
Ülkenin kuzeyindeki Uttarakhand Eyaletinde Hindu kız arkadaşıyla bir tapınağı ziyaret eden Müslüman genci, "aşk cihadı" yapmakla suçlayan bir grup öfkeli Hindu’nun linç girişiminden kurtaran bir polis memuru, olayın videosunu sosyal medyada yayınlandıktan sonra, ölüm tehditleri almaya başlamış.
İlginçtir, Hindistan'da linç olaylarını ateşleyen kışkırtıcı haberler sistematik olarak genellikle WhatsApp üzerinden yayılıyormuş. Suçlanan ve tepkileri üzerine çeken ırkçı görüşe sahip çetelerin cep telefonları üzerinden yaydıkları bu mesajların engellenmesi yolunda gelen isteklere kayıtsız kalamayan WhatsApp şirketi, sadece 2018 yılında tam 2 milyondan fazla hesabı kapatmış, şüpheli mesajların kullanıcılarını mercek altına almış.
Linç için kanunsuz yasallıktır demek linçin görünen ve görünmeyen yüzünü saklamaya yönelik mahcup bir teşvik planı gibi! Sosyolojik de olsa sapkın bir olgu olan linçi savunmak, teşvik etmek, belirli bir ortak yanı olan insanların bir araya gelmesini sağlayarak onları müşterek bir suç işlemeye itmek, ne insani ne de modern yaşam biçimleriyle bağdaşmıyor.
Kültürlü ve erdemli insanı diğerlerinden ayıran en önemli özelliklerinden biri olan şiddeti bastırabilme güdüsünü boşa çıkaracak şekilde kalabalık güruhlardan bu yolla güç alma hevesi, yapana da yaptırana da bugüne kadar saygınlık getirmemiş. Muhalefeti projelerle, söylemlerle, icraatla ya da ortaya konacak gelecek vizyonuyla sandıkta yenmek yerine linçle hizaya getirmek ne düşmanlarını yediği söylenen İdi Amin’in Uganda’sına, ne Şili’nin adı nefretle anılan eli kanlı Pinochet yönetimine ne de Hitlerle birlikte Nazi dönemini yaşatan Avrupalı faşist katillere bir fayda getirmemiş, hesap vaktinde kaçabilecekleri delik bırakmamış. Politik arenada kullanılan kin ve nefretin toplum katmanlarında olsa olsa vahşeti yükselteceği insanlık tarihi boyunca defalarca test edilip her defasında da aynı sonuca ulaşılsa da, insanlaşma yolunda erdem eksiği olan bu hayvansal dürtüyü engellemede başarısız olabiliyor.
Çağdaş bir devlete yakışmayacak şekilde karanlık hücrelerde planlanarak aynı tornadan çıkmış sopalarla girişilen linç tecrübelerini 6-7 Eylülde, Sivas’ta, Kahramanmaraş’ta ve buraya eklenebilecek çok yerde yaşasak da ne olayların üstüne gidebildik, ne de içimizde yaşayan kanser hücrelerini açığa çıkartabildik. Yapan yaptığıyla, ölüler yiten değerleriyle, mağdurlar hüzünle yoğrulan hayal kırıklığıyla, bizler de bir türlü düze çıkamadığımız demokrasi yolculuğunda yaşadıklarımızın, yaşattıklarımızın utancıyla kaldık.
Günümüzün bilgi toplumu düzeyinde, yoğun İnternet kullanımı sayesinde, bir konuda fikir beyan etmek için bilgi sahibi olmaya gerek duyulmayabiliyor. Kimliksiz kişiliklerin ya da kişiliksiz kimliklerin oluşturduğu sahte hesaplar üzerinden birilerini linç etmek için tuşlara basmak yeterli. “Ağzı olan konuşuyor sözü” sanki altın çağını yaşıyor, bilgili ile bilgisiz farklı sanal ortamda belli olmadığı için, şu ya da bu nedenle, linçe uğrayanların sayısı her geçen gün artıyor.
Bugün linç şiddetine dayalı koleksiyonlar geçmişe ait utanç verici yaşanmışları sergilemek ve ders çıkarmak adına ibretle sergileniyor. Gelişmiş toplumlar geçmiş kuşaklarını kuru bir böbürlenme yerine yaşanan gerçeklerle anlamaya çalışıyor, yapılan hatalar bu yolla, geleceğe umut tohumu olabiliyor. Umarım bu yolda linçi teşvik eden ve bunları da iyi günlerimiz olarak açıklayan zihniyet sahipleri de nasibini alır, insanlığa karşı işlenen suçların sınırları aşıp tüm kutsal değerlere karşı yapıldığını anlayabilir.
Güzellikleri biriktirmenizi dilerim.
The Economist dergisinin gelecek yıl için beklentileri “belirsizlik” ve “istikrarsızlık” içerikleriyle dolu
Kimliği doğrulamak, metni onaylamak, bir fikre katılmak ve yapılanı sahiplenmek için atılan imzanın ardında 5 bin yılı aşkın bir tarih var
“Son Akşam Yemeği” temalı çizimler Leonardo Da Vinci’den tam 1300 yıl önce de tasarlanmış
© Tüm hakları saklıdır.