24 Mart 2019

‘Sıfır’ın öyküsü

'Sıfır’ın bugünkü haliyle normal bir sayı olarak kabul edilmesinin arkasında, düşünen, sorgulayan ve arayış içinde olan beyinlerin binlerce yıllık bir çabası var

Sıfır dendiğinde herkesin aklına gelen şeylerden biri değil midir, okul sıralarında yaşanılanlar. “Bilemedin, otur sıfır!” Sıfıra sıfır, elde var sıfır; sıfırı tüketmek ya da solda sıfır kalmak…

Sıfırın kullanıldığı iyi haller de var; örneğin sonucu iyi olan bir konuda sıfırdan başlamak gibi, sıfır hata ya da sıfır ürün gibi.

Düşünsenize hayatımızda sıfır olmasaydı ne yapardık! Fizik, kimya, mühendislik, tıp gibi dolaylı ya da dolaysız olarak matematik kullanan pozitif ve sosyal bilimlerin gelişimi ne olurdu acaba? Bilimin tüm alanlarında sağlıklı tanımlar yapıp doğru sonuçlara varılabilir miydik? Sıfırın önemini daha da detaylandıracak, sıfırın hayatımızdaki yerini ve önemini pekiştirecek bilgileri uzmanlarına bırakarak sıfırın kültür tarihini sizlere yüzeysel de olsa anlatmak arzusundayım. Baştan söyleyeyim, konunun uzmanı değilim; sürçü lisan edersem affedin, efendim!..

Roma imparatorluğu “sıfır yok” diye mi battı? 

Bugün kullanılmasa da onluk sistem dışında sayı sistemleri de olmuş tarihsel süreç içinde. Mesela, Mayalar, Aztekler, Keltler ve Basklar yirmişer yirmişer sayıyor, yirminin katlarıyla hesaplamalar yapmaya çalışıyorlarmış. El parmaklarının yanı sıra, ayak parmaklarını da matematik düşünülerinin içine almışlar. Bir de 60’lık sistem var ki, onu da Sümerliler ve çivi yazısı kullanan Babilliler geliştirmiş. Kullandıkları 60 ayrı rakamın her biri için 60 değişik şekil oluşturmuşlar. Rakamlarını olmasa da, bugün bu sistemi saatlerimizde, enlem boylam hesaplarımızda ve geometride kullanıyoruz.

Bugünkü 365 günlük takvimi bulan Eski Mısırlılarda da Roma ve Yunan medeniyetinde de sıfır yoktu. Roma imparatorluğunda sıfır “nulla” kelimesi olarak ifade ediliyordu ama matematik sistemlerinde yoktu. Bugün bazı düşünürler Roma imparatorluğun çökmesini ve tarih sahnesinden kaybolmasını kültürlerinde sıfırın olmamasına bağlıyorlar. Ne dersiniz, hukuk, şehirleşme, ekonomi ve mimarlık gibi alanlarda çok ileri olmasına rağmen ihtişamını koruyamamasında sıfırın da etkisi olabilir mi?

Hiçbir şey de bir şeydir

M.S. 632 yılında Hintli âlim Brahmagupta'nın astronomi ile ilgili olan Siddhanta adlı eserinde, sıfır rakamı ile hesap yapmayı gösteren kaideler ilk kez belirtilmiş ve sıfırın anladığımız anlamdaki varlığı Hindistan’da yeşermiş.

Sıfırın ilk kez Hindistan’da ortaya çıkışının ardında felsefi bir etken olduğuna inananlar, bunu “Nirvana” inancındaki hiçlik kavramının varlığına bağlıyorlar. Yani “hiçbir şeyin de bir şey olduğu” fikrinin Hint kültüründe yerleşik olarak algılandığı ve günlük yaşamda etkili olduğu düşüncesine.

Hiçliğin tüm korkulardan, endişelerden ve yaşamı saran arzulardan kaçınmak hatta arınmak olduğunu düşünen Hintliler, bunu bir sembolle ifade etmek istemiş olmalılar. Kelime kavramı olarak “hiç” yerine kullanılan bu sözcük zaman içinde de sayı olarak sıfır anlamında kullanılmış. İlginçtir, bugün kullandığımız neredeyse bütün sayılar şekil olarak tarih boyunca büyük değişim geçirmiş ama sıfır her zaman içi boş bir yuvarlak olarak kalmış. Sıfırın yuvarlağını bir delik olarak da görebilirsiniz, boşluk olarak da! Ya da Hint mistisizmindeki gibi devamlılık, yaşam döngüsü, sürdürülebilirlik veya ölümsüzlük olarak da!

Hiçlik düşüncesi gerek ölümle olan bağı gerekse de tükenmişlik duygusuyla günlük yaşamımızda hep yanımızda, yakınımızda bir yerlerde duruyor. Özellikle sanayi devrimi sonrasında akıl almaz şekilde yaşamımıza yerleşen “şehir yaşamı” olgusunda, sık sık içine düşülen “tükenmişlik duygusu” gerek tıbbın gerekse de filozofların da düşünü alanı.

Latince “hiç” anlamına gelen “nihil” sözcüğünden türetilen nihilizm, bütün yerleşik değerleri reddeden bir görüş.  İngilizceye “null” olarak da geçen bu sözcük, yerine göre boşluk, hiçlik, değersizlik, geçersizlik ve sıfır anlamlarında da kullanılıyor.

Kilise “sıfır”ı da yasakladı!

Neyse biz hiçliği bırakalım ve sıfırın peşi sıra yola devam edelim. İlk ortaya çıkmasının ardından 1,5 asıra yakın zaman geçer ve MS 773 yılında, Kankah isimli bir başka Hintli astronom, Bağdat’a gelir;  Brahmagupta'nın bu kitabı ile Halife El-Mansur'un huzuruna çıkar. Dönemin Arap alimlerini çok etkileyen bu kitap “Sinhint” adıyla Arapçaya çevrilir ve süratle yayılır. Sonraki yıllarda Harezmi tarafından özellikle astronomlar için yeniden hazırlanır ve İngiliz tercüman Baht'lı Adelhard tarafından da Latinceye tercüme edilir. Hint sayılarını açıklayan, toplama, çıkarma, ikiye bölme, iki misli artırma, çoğaltma ve bölme ile kesir hesabını öğreten hesap sanatına dair adlı bu eser önce İspanya'ya, 12. yüzyıl başlarında da Orta Avrupa'ya geçerek yaygınlaşır.

Sıfır için kullanılan kelimeler de ilginç. Arapçaya boşluk anlamına gelen "es”, Latinceye de “ephrum” şeklinde girmiş. Daha sonraki yıllarda, Avrupa'nın değişik memleketlerinde, önce “zefero” sonra da “zero” olarak kullanılmış. Fransa'da ise, gizli işaret anlamına gelen, “chiffre” şeklinde adlandırılmış ve “chiffer” olarak yaygınlaşmış. İtalyancaya da “zero” olarak giren sıfır, İngiltere'de “cipher” ve “zero” olarak benimsenmiş. Erken dönem Almancasında “ziffer” olarak görülse de 14. yüzyıldan sonra “ziffern” şeklinde kullanılmış.  

Tam sıfır günlük yaşamda kullanılıyor derken işin içine bu mevzuda da kilise girmiş ve 1299'da Floransa'da diğer bütün Arap rakamlarıyla birlikte sıfır da yasaklanmış. Neden derseniz, sıfır rakamı basit bir eklemeyle dokuza dönüşebiliyormuş ya da bankerler yaptığı hesaplamalarda rakamların sonuna bir ya da birkaç sıfır ekleyerek fiyatı arttırıyorlarmış. Bugünden 700 yıl öncesini anlamak kolay değil ama alın size sebepse sebep!

Rönesans, “sıfır”la başladı 

15. yüzyıla kadar tam 300 yıl beklemiş sıfır tekrar kullanılmak için. 15. Yüzyıl da ilginç gelişimlerle dolu. Bizim tarafımızdan bakarsak Fatih döktürdüğü toplarla Doğu Romanın merkezi İstanbul’u alıyor ve astronomi-matematik dersi veren bilgin Ali Kuşçu'yla beraber ressamları, hattatları, bestekarları İstanbul'a davet ediyor. Batıda ise Rönesans yaşanıyor, bilimsel ve kültürel çalışmaların desteklenmesi ile kağıt gelişiyor, matbaa çalışmaya başlıyor. Deney ve gözleme dayanan pozitif düşünce yaygınlaşıyor. Katolik Kilisesi eleştirilere uğruyor, reform hareketleri toplumun her kesiminde etkili oluyor. Ve yüzyılın sonuna doğru Kristof Kolomb, Amerika ‘ya çıkıyor; üniversiteler gelişiyor, yenileri açılıyor.

Bazı düşünürlerin bugün bile dile getirdiği gibi Rönesans, sıfırı da içinde barındıran Arap sayı sisteminin Batı’ya geçişiyle başladı tezinde haklılık payı vardır diye düşünüyorum. Çünkü dönemi anlatan eserlerde, o güne kadar tek düze işleyen matematiğin siyah-beyaz dünyasında, sıfırla birlikte bir anda ilkbaharda açılan çiçekler misali renk ahengi oluştuğunu vurguluyorlar.  

 Ne alakası var diye düşünmeyin; konu yine dönüp dolaşıp koleksiyonculuğa geliyor! Eğer Harezmi tarafından 830 yılında yazılan eserin 1143 yılına tarihlenen ilk el yazması kopyalarından biri, o günden başlayan bir süreç içinde, sizin ya da benim gibi koleksiyonerler tarafından sahip çıkılıp korunarak, elden ele bugün saklandığı Viyana Saray Kütüphanesine ve bir diğeri de Heilderberg’deki Salem Manastırı’na ulaşmasaydı, bizler bu konuda detaylı bilgi sahibi olamayacaktık. Ben yine aklımdakini tekrarlayarak bitireyim yazımı; koleksiyonlar toplumların belleğidir ve bilimsel araştırmalara kaynak oluşturur.

Güzellikleri biriktirmenizi dilerim!..

Yazarın Diğer Yazıları

Koleksiyoncunun kaleminden: 2025 öngörüleri tahmin mi, kehanet mi?  

The Economist dergisinin gelecek yıl için beklentileri “belirsizlik” ve “istikrarsızlık” içerikleriyle dolu

Koleksiyoncunun kaleminden: İmzanın tarihi

Kimliği doğrulamak, metni onaylamak, bir fikre katılmak ve yapılanı sahiplenmek için atılan imzanın ardında 5 bin yılı aşkın bir tarih var

Koleksiyoncunun kaleminden: Da Vinci’den önceki ve sonraki “Son Akşam Yemeği” tablolarının öyküsü

“Son Akşam Yemeği” temalı çizimler Leonardo Da Vinci’den tam 1300 yıl önce de tasarlanmış

"
"