Heraklitos da demiş, diyalektik-materyalist düşüncenin diğer mimarları da. Evren zıt unsurlardan kuruludur, doğa zıtlıklarla doludur. Yani doğada her şey karşıtıyla var. Pes ve tiz sesler olmazsa uyumun olmayacağı, çirkinin güzeli, uzunun kısayı tamamladığı düşüncesi aynı zamanda felsefenin yüzyıllar boyunca tartıştığı temel kuramlardan. Birbirine karşıt erkek ve dişi unsurların canlı hayatı birlikte kurduğu bir gerçekse de dişi unsur, dişiliği yanında aynı zamanda annedir. Yaşamın mimarı, hayatın anlamı, dünyaya getirdiği canlı varlığın sütüyle besini, sevgisiyle hayat kaynağı, kucağıyla sıcak korunağı, her şeyi, kısaca annesidir. Hiçbir şekilde karşılığını ödeyemeyeceğimiz bir gücün ete kemiğe bürünmüş hali, annemiz, annelerimiz…
Efendim, malumunuz bugün Anneler Günü. Sevgimizi minnetimizi anlatmaya kelimelerin yetmeyeceği bir günün değil, yaşamın tüm anlarına yayılacak bir sevgi kaynağının köklerinde kendini arayacağımız annelerimizin simgesel günü.
Anneler günü için ilk kutlama, 1872 yılında ABD’de Julia Ward Howe tarafından başlatılmış. Kendi halinde ve düşük etkinlikte devam eden Anneler Günü olgusu, 1908 yılında Anna Jarvis tarafından organize edilen bir törenle, 400’ü aşkın çocuğun ve annesinin katılımıyla bir kilisede kutlanmış. Anna Jarvis’in çok farklı kesimler üzerindeki tanıtım faaliyetlerinin ve yaratıcı kişisel uğraşlarının toplumun geniş kesimlerince kabul görmesi sonucunda da konu ülke yönetimine kadar ulaşmış. Ve zamanın Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Wilson, 1914 yılında, mayıs ayının ikinci pazarını “Anneler Günü” olarak ilan ederek, ulusal tatil olarak kabul görülmesini sağlamış.
Anneler Günü’nü kurdu, sonra iptal ettirmeye çalıştı!
Bugün çoğu sohbetlerde bu tür günleri kapitalist sistemin ticari kaygılarla oturtmaya çalışmasından, alış-verişi arttırmak için suni olarak yaratıldığından bahsederiz ya! Anna Jarvis de bir süre sonra bu şekilde düşünmeye başlamış. İlginçtir, ulusal tatil statüsüne aldırma başarısı gösterdiği “Anneler Günü” olgusunu, yaşamının geri kalan kısmında sıradan bir güne dönüştürmek için didinmiş durmuş. Kararlı ve akılcı mücadelesi ile kabul ettirdiği Anneler Günü’nü, çok daha büyük bir uğraş içinde verdiği savaş ile iptal ettirmeye çalışmış. Olmayınca da küsmüş, dünyadan elini eteğini çekmiş ve bu uğurda her şeyini hatta ailesinden kalan evini bile kaybetmiş. Kalan hayatını adadığı, gözleri görmeyen kız kardeşini de kaybetmenin verdiği yıkım sonrası sağlığı bozulmuş ve dostlarının el vermesiyle kabul edildiği sanatoryumda mutsuz, umutsuz ve gözleri az görür bir halde, 1948 yılında 84 yaşında ölmüş.
Ne diyelim, bu konudaki başarısızlığını geçmiş başarısından alan ve adını tarihe yazdıracak şekilde başarılı bir iş yapmış desek doğru olur mu acaba!..
Anne sevgisi gibi güçlü bir temele oturan Anneler Günü kutlamalarında söylem zenginliği açısından hiç eksiklik yaşanmamış. Zaten Kızılderililerden Masaai kabilesi insanlarına, Eskimolardan Orta Avrupa’daki çadır Çingenelerine kadar her sosyal topluluğun bağrında var ederek yaşattığı doğurgan güce yani anneye saygı düşünceleri birbirini yücelten mitlere, filozofik açılımlara kısaca her daim saygın temellere oturmuş. Her sosyal topluluk diğerinden aldığıyla, “annelik” gücünün başka bir yönünü keşfetmiş, kendinde olana başka açılardan bakmaya başlamış.
İşte bu gelişmeler ışığında, ABD’de kutlanmaya başlayan Anneler Günü, çok kısa bir süre içinde tüm dünyaya yayılmış. Her ne kadar 1. Dünya Savaşı’nın zor günlerini yaşayan Avrupa ve bizim coğrafyamız içinde bu konu duraksamış olsa da dünyanın farklı bölgelerinde hoş bir kabul görmüş ve etkinliklere konu olmuş. İki dünya savaşı arasındaki krizlerin, toplumsal kıpırdanmaların ve teknolojik buluşlarla yaşama renk katan gelişmelerin yanı sıra, tüketimin de hızla yayılmasına paralel olarak neredeyse tüm ülkelerde “Anneler Günü” olgusu saygın bir kabul görmüş. İkinci Dünya Savaşı’nın yarattığı kriz ortamının yaralarını sarmaya çalışan Türkiye’de Anneler Günü kutlaması ilk kez 9 Mayıs 1955 tarihinde yaşanmış. İlk birkaç yıl içinde bile, toplumdan karşılık bulmuş ve yaygınlaşmış.
Hemşirelik de annelik gibi şefkat, sıcaklık ister
Efendim, Anneler Günü bu yıl Hemşirelik Günü’ne denk geldi; yani bugün aynı zamanda Dünya Hemşirelik Günü! Sizce de iyi bir hemşire olmak için annelik duygularının gelişkin olmasına ihtiyaç yok mu? Hoş bugün hemşirelik mesleği sadece kadınlarla özdeş tutulmuyor ama içinde taşıdığı simgesel değerlerin annelik güdüleri ile yakın ilişkide olduğunu düşünüyorum. Yani nasıl bir bebeğin doğduğu andan itibaren içinde olduğu tüm çıplaklığı sadece annesi yaşıyorsa, hemşirelerin de karşılaştığı, dokunduğu yaşamlarda, hastalığa, güçsüzlüğe ve çaresizliğe el uzatmanın sevgi dolu kucaklayıcı şifa elinin annelik güdülerine benzediğini düşünüyorum.
Hemşirelik gibi, hasta bakıcılık gibi, hastalara yardım etme, şifa verme çalışmalarının tarihsel süreç içinde ciddi bir geçmişi var. Hasta yatağındaki insanların tedavi ve iyileştirme süreçlerinde onlara el uzatan girişimlerin de yerine göre kurumsal birliktelikleri olmuş. Mesela Haçlı seferlerinde yaralanan askerlere bakan meslek oluşumları, zaman içinde hastanecilik konusunda yol alarak hastaneciliğin her alanında çaba gösteren şövalye tarikatlarına dönüşmüş.
Lambalı kadın: Florence Nightingale
İşte her ne kadar hemşirelik, hasta bakıcılık çok geçmiş yıllardan beri gelen bir meslek olsa da kurumsal olarak ortaya çıkışı ilk kez İstanbul’da olmuş. Malumunuzdur, hemşirelik dendiğinde akla Florence Nightingale gelir. Kendisi ilginç biri! 1820 yılında, İngiltere'nin Florence şehrinde varlıklı bir ailede doğmuş. Çocukluk yaşlarında bile hastalara yardım etme isteği, o yıllarda kötü bir iş olarak kabul edildiği için ailesi tarafından hiç tasvip edilmemiş. Ailesinin baskısına rağmen, hasta bakıcılığın kötü adını silmek ve bunu bir meslek haline getirmek adına ideallerinin peşinden giderek 1853 yılında Londra'daki hasta kadınların bakımı kurumuna yönetici olarak girmiş. Sonra da ani olarak patlak veren Kırım Savaşı sırasında, İngiliz ordusundaki yaralı askerlere bakmak üzere gönüllü hemşire ve rahibelerle birlikte İstanbul’da Selimiye kışlasında kurulan askeri hastaneye gönderilmiş.
Okuduğum bazı kaynaklarda, yaptıklarıyla çok büyük bir başarı gösterdiğini, ölüm oranlarını ciddi olarak düşürdüğünü gördüm. İnanın bana, bırakın bugün anladığımız anlamdaki modern hemşirecilik uygulanmasını, yaralı hastalara su vermenin bile bu başarıda etken olduğu yazılıyor. Çünkü o güne kadar bir kenara bırakılan yaralı askerler yerine göre susuzluktan bile ölüyormuş. Her ne kadar aynı anda Fransız ordusunda da nitelik ve nicelik olarak en az aynı etkinlikte hizmet veren profesyonel kadın hasta bakıcılar olsa da hemşirelik mesleğinin kurumsal yapısı içinde kurucu olarak adı geçen Florence Nightingale olmuş.
Selimiye Kışlası’nda Florence Nightingale Müzesi
Bugün Londra'da St Thomas' Hospital bünyesinde Kırım Savaşı’nda yaşanmışlıkları öne plana çıkaran Florence Nightingale müzesi var. Aynı konsepte Selimiye Kışlası’nın o günü yaşatan tarihi mekânı içinde de bir müze var. Daha doğrusu varmış, çünkü gidip göremedim. Dilekçe ile başvurmak, bazı istenenleri de dilekçe ekinde sunmak gerekiyor.
Florence Nightingale ve Kırım Savaşının İstanbul ve Osmanlı yaşamı üzerindeki etkileri belki de ayrı zamanlarda yazılacak çok farklı makalelere konu olacak zenginlikte. Şunu söylemeliyim ki, Kırım Savaşı müzesi halka açılmalı ve kültürümüze katkı sunacak şekilde Kırım Savaşı izlerini taşıyan o tarihi mekânda yeniden düzenlenmelidir.
“Anne” teması başlı başına bir koleksiyon alanı; hemşirelik de öyle. Pullardan madalyalara, atılmış kartpostallardan verilmiş hediyelere, kitaplara, efemeralara, objelere ve resimlere kadar çok geniş bir yelpazede biriktirilecek çok şey bulunabilir.
Her şey bulunur, toplanır da anne sevgisi ve şefkati bulunmaz. Varken değerini bilmezsek, yokluğunda dövünür durur, yaşamımız boyunca özlemini ve vicdan azabını yaşarız.
Tüm annelerimizin de hemşirelerimizin bu onurlu günlerini kutluyorum. Sıcaklıkları tenimizde, sevgileri yüreğimizde olsun.
Güzellikleri biriktirmenizi dilerim!..