01 Mayıs 2022
Balık tutmak, atalarımızın doğada var olduğundan beri beslenmek için bildiği bir uygulama. Bu konuda yapılan araştırmalarda gördüm ki, Neandertaller bile 200 bin yıl önce balık tutuyorlarmış. Doğu Asya'da yaşayan Tianyuan insanının 40 bin yıl önce, yani Üst Paleolitik çağın başlangıcında balık tuttuğu bilimsel verilerle kanıtlanmış; bulunan kalıntıların izotopik analizinde düzenli olarak tatlı su balığı tükettikleri anlaşılmış. Kazı alanlarından çıkan kabuklu deniz canlıları, balık kılçıkları ve mağara resimlerine yansıyan çizimler deniz ürünlerinin hayatta kalmak için her dönemde önemli olduğunu göstermiş. Denilen o ki, Afrika'da balıkçılık, insanlık tarihinin çok erken dönemlerinden beri yapılan yaşamsal bir faaliyet olmuş.
Yapılan arkeolojik kazı çalışmalarından çıkan sonuçlara göre on binlerce yıl önce yaşayan atalarımız balık yakalamak için çok sayıda farklı ilkel araçlar tasarlamışlar, akıllarını kullanarak yöreye ve o coğrafyadaki balıklara özgü av metotları geliştirmişler. Daha fazla balık yakalamak için sepet kullanan, ağ ören, lif eğiren atalarımız farklı dokuma biçimleri de geliştirmişler.
Bilinen en eski balık avlama örneklerinden biri, 1957 yılında Japonya'da keşfedilmiş; MÖ 27.000 ile 29.000 arasına tarihlenen kemikten oyulmuş bir olta olarak literatüre geçmiş. Sadece dikkatli bir gözün fark edebileceği bir kemik parçasıyla 30 bin yıl önce yaşayan atalarımızın beslenme yollarını ve tasarım gücünü anlamaya çalışmak ne kadar ilginç bir şey olmalı!
Balık tutma eylemi, insanın evrimsel gelişimi içinde gelişerek devam etmiş. Yapılan arkeolojik çalışmalar sonrasında ulaşılan bilimsel veriler coğrafyalar arasında farklılıklar gösterse de, 4000 yıl öncesinden başlayan bir süreç içinde ucu sivriltilen ağaç - bamboo çubukları özellikle nehir ve göl balıkçılığında zıpkın olarak kullanılmış. İlerleyen yıllarda kancayı keşfeden ve geliştiren atalarımız atkuyruğu, deri, boabab ağacı lifi, ipek örgüsü ve Latince adı "Leschina" olan ela çiçeğinin örülmüş liflerini çubukların arasına sıkıştırarak kullanmış.
Mısır ve Mezopotamya'da yaşayan eski kültürlere ait keşfedilen yazılı kayıtlarda dönemin balıkçılık teknikleri hakkında bilgi sahibi olunması 19. yüzyıl araştırmalarına konu olmuş. MÖ 2000'li yıllara tarihlenen balık tutmayı, balık pişirmeyi tasvir edilen mezar taşı oymalarında ve günümüze ulaşan papirüs parşömenlerinde soyu hala devam eden Nil levreği, yayın balığı ve yılan balıkları görülmüş; dokunmuş ağlar, zıpkınlar ve ilkel kancalar gün yüzüne çıkartılmış.
Japonya'da yapılan araştırmalarda Edo döneminde, yani günümüzden 3 bin yıl öncesinde balık ağlarının bilindiği anlaşılmış ve ticari balıkçılığın izlerine rastlanmış; eğlenceli olmasının yanı sıra beslenmek ve ayakta kalmanın yolu olan "sinek balıkçılığı" konusunda son yıllarda farklı veriler bulunmuş.
Balık tutma görüntüleri ve balıkla ilgili kullanılan sözcüklerin çokluğu Eski Yunan ve Roma İmparatorluğu dönemi üzerinde araştırma yapan bilim adamlarının dikkatini çekmiş. O günlerden günümüze ulaşan balık tutma tekniklerinin yanı sıra, balıkla ilgili mozaikler, vazo resimleri ve deriler üzerine yazılmış notlara ulaşılmış. İlginçtir, karşılaştırıldığında bugün Makedonya'da kullanılan balık tutma yemlerinin binlerce yıl öncesinde de aynı şekilde bilindiği ortaya çıkmış, o yıllarda bile Makedonların oltalarına yem olarak -bulunmadığı mevsimlerde- yapay sinek taktığı anlaşılmış.
Antik Çin'in geçim kaynağı büyük ölçüde balıkçılığa dönükmüş, ipek iplerden yapılan oltaların ucuna pişmiş pirinçten hazırlanmış yem takılıyormuş. Bugün kıyı balıkçılığının simgesi olan çubuklar, bamboo dallarıyla birlikte o günlerde de kullanılıyormuş; çubukların ucuna takılan halkalarla ipe bağlanan batmayan ağaç parçaları yemin belli bir seviyede durmasını sağlıyormuş. Kıyılarda yaşayan insanlar yüzyıllar boyunca tuzlanmış, kurutulmuş balıkları iç kısımlara taşımışlar. Çinlilerin MS 3. yüzyılda keşfettikleri makara tekniğinin Batı dünyasında tam 1300 yıl sonra kullanıldığı, yakın yıllarda yapılan bilimsel araştırmalar sonrasında anlaşılmış.
Kuzey Amerika yerlileri balık yakalamak için sadece mızrak değil, aynı zamanda tahta kancalar da kullanmışlar. Bu da şunu anlatıyor ki, birbirini tanımayan kültürler aynı sorunsala benzer yollarla çözüm aramışlar, kanca ile balık tutma yöntemlerini farklı coğrafyalarda benzer tasarımlarla denemişler. Peru'da keşfedilen pişmiş toprak kapların üzerine çizilmiş balık avı resimleri ve Kaliforniya kıyılarında bulunan tahtadan - kemikten yapılmış kancalar, olta takımları hakkında geçmişe dönük veriler ortaya çıkarmış.
Bakır ve bronz kullanımının başlamasıyla birlikte, metalden yapılan ilk aletlerden biri balık tutma için kullanılan kanca olmuş. Metal kancalar tutulan balığı karaya çıkarma konusunda o yıllara dek kullanılan ağaç -bamboo- liflerden daha sağlam olduğu için balığın ağzına saplanması sonrasında deriden ya da bitkisel malzemeden yapılmış iple kolayca kıyıya çekilmesini sağlıyormuş. Yine de MS 4. yüzyılda Roma'da eklemli bir çubuğa takılarak uzatılan tipine kadar olta ipi kısa kalmış, çok uzun yıllar boyunca ipin bağlı olduğu çubukla kanca arasındaki mesafe 1 metre civarındaymış.
Balık tutma uğraşı, tutulan balıkların masaya gıda olarak taşınması dışında insanlık tarihinin başlangıcından beri popüler bir eğlence de olmuş. Tümüyle vakit geçirmeye dönük rekreasyonel balıkçılığın en eski basılı kaydı, Benedictine manastırının baş rahibesi olan İngiliz Wynkyn de Worde'nin 1496 tarihli "Fysshynge Antlaşması" ile "Angle" adlı kitabında yer almış.
Eğlence amaçlı balıkçılık İngiliz iç savaşı sonrasında büyük bir sıçrama yapmış, gösterilen ilgi nedeniyle çok sayıda kitap yazılmış; makaleler kaleme alınmış. 1589'da Leonard Mescal o sırada İngiltere'de spor ve vahşi yaşam üzerinde kaleme aldığı gözlemleriyle etrafındaki dostlarının da tecrübelerini kullanarak "Kanca ve Olta ile Balık Tutma" Kitabını yazmış. Spor balıkçılığı üzerine bilinen en eski yazılı çalışma olan bu eseri 1653 yılında İngiliz Izaak Walton'ın erken olta balıkçılığına literatür kazandıran "The Compleat Angler" isimli, çalışması izlemiş; ikinci basımında Walton'ın arkadaşı Charles Cotton tarafından yeni bir bölüm eklenmiş.
Büyük yelkenli gemilerin inşa edilmesiyle kıyılardan biraz daha açık denizlere açılan insan, 1600'lü yıllarla beraber organize balık avı teknikleri konusunda gelişim göstermiş. Bu yıllarda balıkçıların zanaatlarını geliştirmelerine yardımcı olacak olta makaraları geliştirilmiş, olta takımlarının uçları balığın zokayı yutması sonrasında kaçmasını engelleyecek, sert dokulara saplanarak sudan çekimini kolaylaştıracak şekillerde daha etkili tasarlanmış. Metal halkalı tahta olta makaraları, tel halkalar, balıkçının baş parmağına takılan mekanizmalar ile eklenip kolayca uzatılabilen takımlar geliştirilmiş.
Aynı dönemde Osmanlı denizleri ve özellikle de Marmara denizi ve İstanbul kıyıları balıkçılık için verimli coğrafyaya sahipmiş. Karadenizden gelip boğazı geçerek Ege denizi ve Akdeniz'e gitmek üzere Marmara'ya dolan balık sürülerinin çokluğu İstanbul halkının besinini oluşturuyormuş. Uskumru, kefal, palamut ve lüfer, kılıçbalığı avı çok popülermiş, Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan Rumlar balıkçılığa çok yatkınmış. Evliya Çelebi'nin yazdığına göre, İstanbul'da bu yıllarda 300 balıkçı esnafı buluyormuş. Karadeniz balıkçılığa çok eskiden beri uygun olsa da, belli mevsimlerdeki sert iklimi işleri zorlaştırıyormuş.
"Balık Emini" balıkhanenin amiriymiş ve tüm balıkçı esnafının ana görevlerinden biri sarayın balık ihtiyacını gidermekmiş. Kıyılara yakın olarak yakalanan balıklar balık eminine gösterilerek kayda geçilip bu yolla yasa dışı avlanmalar engellenmeye çalışılırmış. Osmanlı Devletinde herkes balık avlayamıyormuş; balık tutacak kişinin elinde izin belgesi olması gerekiyormuş. Tüm bu izinler ve kontrolü de balık emini ve yardımcıları tarafından yapılıyormuş.
1650'li yıllarda bugün bildiğimiz haliyle ve dünyanın her yerinde yaygın olarak kullanılan şekliyle olta ucundaki kıvrımı icat eden, kanca tasarımında - üretiminde devrim yaratan Charles Kirby olmuş. Bağırsaklardan yapılmış olta iplerinin balık tutmada kullanılabileceği savı 1667 yılında Samuel Pepys tarafından ortaya atılmış; bu yöntem 1676 yılında Albay Robert Venables tarafından başarıyla uygulamış ve geniş kitlelere tanıtılmış. Bugün Dünyanın her yerinden talep gören, İngiliz kanca imalat endüstrisinin şu anki merkezi olan Redditch Kasabası, Kirby ve arkadaşları tarafından 1730 yılında kurulan basit bir imalathanenin izlerini taşıyormuş.
Artık balıkçıların rüzgârı, havayı, tuzluluk oranını, mevsimi, akıntıyı ve balıkların yaşadığı ortamın dip özelliklerini anlamaları gerektiği konusu, gözleme dayalı deneysel arayışların odağında yer alıyormuş.
1770'li yıllara gelindiğinde çubuk ucunda olta ipi boyunca kılavuz teli olan makara kullanımdaymış; bugünkü haline benzeyen bu düzenek bir kez çevrildiğinde makarayı birkaç devir hareket ettirdiği için kullanımı ve çekimi kolaymış.
Özellikle buharlı gemilerin açık denizlerde boy göstermesi ve sanayi devriminin üretim çarklarının dönmeye başlaması sonrasında balıkçılıkla ilgili teknikler ve kullanılan teknoloji çarpıcı biçimde gelişmiş, insanın kendisi dışındaki canlılara olan acımasız kırımı balıklar üzerinde de kendini göstermiş. Artık açık denizlerde ağlar sıkı örgülü, kıyı balıkçılığında kullanılan çubuklar ise daha ince ve hafifmiş.
1800'lerin sonlarında, birkaç bambu şeridini birbirine yapıştırarak yapılan çubuklar daha güçlü ve daha inceymiş. Keten tohumu yağı sürülmüş ipek ipler sayesinde oltalar daha uzaklara atılabiliyor, yakalanan büyük balıklar kolayca çekilebiliyormuş. 1810'da saatçi George Snyder tarafından tasarlanan yeni tip yem atma makarası İngiltere de pek kullanılmasa da Amerika Birleşik Devletleri'nde çok popüler olmuş, gelecekte atılacak adımlara ilham vermiş.
1800'lerin sonlarında, çok sayıda bambu şeridinin birbirine eklenmesiyle çubuklar biraz daha güçlenmiş ve incelmiş. 1870'li yıllara gelindiğinde, Atlantik'in her iki tarafında da aynı tipte bambu çubuklarla balık tutuluyormuş. 1880'den sonra olta takımlarının tasarımı bir kere daha değişmiş, pamuk ve ketenden yapılmış ipler sayesinde üç kat daha uzağa atılabilecek oltalarla yapay yemlerin geliştirilmesi döneme damga vurmuş.
1900'lerin başında, oltalar artık fiberglastan yapılıyormuş, bugün tüm denizlerin ve deniz canlıların başına bela olan plastik kullanımı olta uçlarında bile kendini gösteriyormuş. 1905 Yılında İngiliz tekstil patronu Holden Illingworth, sabit makaraya ilişkin ilk patenti almış, küçük çaplı yeni makarası misina ipiyle atış mesafesinde arayı çok açmış. Bu buluş özellikle tatlı su balıkçılığında devrim yaratmış.
1930'larda naylon monofilament, yani misina geliştirilmiş ve dökümden yapılma makaralar popüler hale gelmiş. 1940'ların ortalarında örgülü ve sentetik hatlar üretilmiş, 1960'ların sonunda, karbon fiber kullanımıyla oltalar güçlü, sopalar kısa, ağırlıklar hafif ve dengeli hale gelmiş. Plastik kullanımı ahşabın yerini almış, yemlerde bile artık yoğun olarak plastik kullanılıyormuş.
1910-1917 yılları arasında İstanbul Balıkhanesi müdürlüğü, daha sonraki yıllarda da balık işleri başmüfettişliği yapmış olan Karekin Deveciyan 1867 yılında Harput'ta doğmuş bir Osmanlı vatandaşı. Deveciyan Efendinin 1915 yılında bastırdığı Türkiye'de Balık ve Balıkçılık adlı eseri aradan geçen bir asırlık zamana rağmen bugün için bile yapılmış en değerli çalışmalardan biri olarak görülüyor. 1926'da yılında Fransızcaya çevrilmiş eser Avrupa'da da herkesin takdirini kazanmış; aradan geçen bir asır boyunca konuyla ilgili başvuru kaynağı olmuş.
Yazar bu eserinde Türkiye'deki deniz ve tatlı su balıklarıyla tüm deniz canlılarını, av aletlerini, volileri, dalyanları anlatmış, yakalama teknikleri hakkında ipuçları vermiş. Kerteriz göstermekten yakalanan balıkların bozulmadan saklanmasına, mevsim balıklarından pişirme çeşitlerine kadar akla gelebilecek her konuda zengin bir içerik sunan kitap ünlü tarihçi Reşat Ekrem Koçu'nun İstanbul Ansiklopedisi Ne de konu olmuş; iltifatlar alarak kendi mevzuunda tek eser olarak tanımlanmış.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının yıkıcı etkilerinden kurtulan insanlığın yaygınlaşan turizm faaliyetleriyle farklı coğrafyaları görme isteğinde balık tutma güdüsü de etkili olmuş; farklı gelir sevilerine göre deniz, göl ve nehirler balıkçılık sevdalıları için yeni rotalar oluşturmuş. Zenginin de, fakirin de zevk aldığı balıkçılık hafta sonlarının vazgeçilmez tutkularından biri olmuş; seyahat acentelerine programlar yaptırmış.
Balıklar ve balıkçılık ciddi bir hobi olmanın yanında aynı zamanda önemli bir koleksiyon alanı! Bugün dünyanın her yerinde balık temalı koleksiyonlar yapılıyor, birikimler müzelerde sergileniyor. Fosilinden kurutulmuşuna, karakalem çiziminden puluna, madalyasından olta takımına kadar çok şey tematik balıkçılık koleksiyonu içinde ele alınıyor. Soyu gittikçe tükenen balık çeşitlerinin koleksiyonlardaki varlığı, tükettiğimiz türleri de gözler önüne seriyor olmalı. Yakın yıllara kadar 125 ayrı balık türünün yaşadığı Marmara'da kirliliğe, müsilaja ve uygunsuz avlanmaya karşı direnmeye çalışan 7 çeşit balık kaldığı söyleniyor. Diğerleri anılarda, yazılanlarda ve koleksiyonlarda…
İşçilerin, emeğiyle geçinenlerin, kol-akıl gücünü hayata geçirenlerin, doğaya saygılı balıkçıların, hobi sahibi olanların 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü kutlu olsun.
Güzellikleri biriktirmenizi dilerim.
İrfan Yalın Koleksiyoncu. 1962 İstanbul, 9 Eylül Üniversitesi İktisat Fakültesi, objelerin – belgelerin ardında "Popüler ve Kültür Tarihleri araştırmacısı. Bizimev TV'de yayınlanan "Koleksiyoncu" programı sunucusu - yapımcısı. Asya ve Afrika ülkelerinden tek tek topladığı el sanatlarını sergilediği Kadıköy'deki "Artemis"in kurucusu. Koleksiyonculuk alanında sergi, sempozyum ve derleme çalışmaları olan, kültürel değerlere gönül bağımlısı… |
The Economist dergisinin gelecek yıl için beklentileri “belirsizlik” ve “istikrarsızlık” içerikleriyle dolu
Kimliği doğrulamak, metni onaylamak, bir fikre katılmak ve yapılanı sahiplenmek için atılan imzanın ardında 5 bin yılı aşkın bir tarih var
“Son Akşam Yemeği” temalı çizimler Leonardo Da Vinci’den tam 1300 yıl önce de tasarlanmış
© Tüm hakları saklıdır.