27 Ekim 2019

Haydarpaşa Haydarpaşa olalı böyle zulüm görmedi

Başlık yanıltmasın; bugün Haydarpaşa'nın şahit olduğu güzellikleri anlatacağım. Mesire alanlarını, nehrinde yüzen timsahlarını ve İstanbul'da uçan ilk balonun öyküsünü!..

İstanbul Büyükşehir Belediyesinin Haydarpaşa ihalesinden elendiğini duyunca, Haydarpaşa’ya saygısızlık yapıldığını tekrar düşünmeye başladım. Yahu, nedir Haydarpaşa’nın çektiği bizden! Bir asrı aşan görkemli duruşunun ardında ne acılar var; keşke dili olsa da anlatsa. Birinci Dünya Savaşı sırasında havaya uçmasını, cephelere asker-mühimmat sevkiyatını, yaşadığı yangınları, işgali, depremleri, askeri darbeleri, ardında yanık türküler bırakarak gelen tahta bavullu gurbetçilerin kederine ortak olduğu günleri…

Herhalde, Dünyanın hiçbir yerinde böylesine görkemli bir gar binası, rant kaygısı ve siyasi itiş-kakışlar içinde, onun gibi dımdızlak bırakılmamıştır. Düşünsenize Eiffel Kulesinin satıldığını, Pisa Kulesinin yıkılıp yerine yenisinin yapıldığını, Taç Mahal’in otelcilere, Rusya'daki Aziz Basil Katedralinin de bizim yandaş vakıflara verildiğini. Ben inanıyorum, bizim fırsatçı – rantçı-yaratıcı (!) yandaşlarımız bir fırsat bulsalar, Çin Seddini de, Yunanistan'daki Parthenon tapınağını da, Kamboçya’daki Angkor mabedini de eşe dosta verdirerek gelir getirici işlerde daha yaratıcı (!) kullanabilirler.

Ayrılık ve kavuşmaların birleşik imgelerini taşıyan simge: Haydarpaşa

İstanbul'a hiç gelmemiş olanların da bildiği, akla ilk gelen anıtlardan biri o. Biliyorsunuz, Haydarpaşa, Yeşilçam’ın belki de en çok işlediği temalardan biri oldu. Köyünden ayrıldığı da, “taşı toprağı zengin İstanbul’da” yeni bir hayata başlayacağı da, ardında yaşlı gözler bıraktığı da tahta bavulundan anlaşılan şehrin yeni sakinlerinin İstanbul’la karşılaşmalarının ilk basamağı oldu hep. Özlemli buluşmaların sevincinin, ayrılıkların hüznünün taşlarına ilmek ilmek işlendiği, duvarlarında tarihi kişiliklerin önemli sözlerinin nakışlandığı bir abide; Haydarpaşa…


Hicaz Demiryolu'nun başlangıç noktasında görkemli bir gar binası yapma fikri, İmparatorluğu son günlerinde önemli bir saygınlık simgesi oldu

Ama şimdi… 

Garı trensiz,

İstasyonları yolcusuz

İskelesi vapursuz,

Merdivenleri insansız…

Oysa düne kadar, Nazımın dediği gibi, on binlerce kişi inip çıkıyordu o merdivenleri;

Haydarpaşa garında

1941 baharında

Merdivenlerin üstünde güneş, yorgunluk ve telaş...

Haydarpaşa yüzyıllardır iki kıtanın köprüsü oldu. Bugün yapılan kazılardan ortaya çıkarılan uygarlık aslında bilimsel çevreler tarafından tahmin ediliyordu. Zaten buranın ilk inşaatı sırasında da bu tür buluntularla karşılaşılmış ve başlarına hep konuştuğumuz şeyler gelmiş olmalı. Ama bugün gün ışığına çıkmaya başladığı haliyle ortaya böylesine bir medeniyetle karşılaşılacağı yine de tahmin edilmiyordu.


Haydarpaşa kazılarından çıkan buluntularla Kadıköy'ün tarihi tekrar yazılıyor

Haydarpaşa’nın bulunduğu yer, Doğu Roma Devrinde şehrin en önemli dinlenme ve ibadet yerlerinden biriymiş. Hristiyan Dünyası için çok önemli bir eşik olan Kadıköy Konsülünün toplantısı sonrasında Kadıköy’ün yıldızının parladığı ve burada azizlik mertebesine yükselmiş patrikler için inşa edilmiş bir saray yapısı bulunduğu biliniyor.  

Bölgenin ismini nereden geldiği konusunda farklı şeyler de yazılıyor ama en bilineni 1533’te vezirliğe yükseltilen Hadım Haydar Paşa’nın burada dillere destan bir bahçesinin olmasıymış. Aslında tarih boyunca yoğun bir yapılaşmaya sahne olmayan bölge, 19. yüzyıla kadar da bu özelliğini korumuş. Aslında Osmanlının son dönemlerine kadar burası “Haydarpaşa Çayırı” olarak bilinmiş.  Osmanlı, bu bölgeyi dinlenme alanı ve özellikle saray atlarının beslenme yeri olarak kullanmış. Her  baharda saray atlarının süslenip çayıra çıkarılması ve burada padişahın önünden geçirilmesi yıllarca uygulanan bir gelenek olmuş. Mevsim boyunca kurulan çadırlarda eğlenceler düzenlenirmiş. Haydarpaşa Çayırı bir yandan da, ordunun seferleri için de bir toplanma yeri olarak kullanılırmış.

Haydarpaşa'nın yanı başında akan, timsahların yüzdüğü Himeres Nehri

Ben sizlere bu yazımda Haydarpaşa'nın az bilinen, kaybolmuş ve unutulmuş yanlarından bahsedeceğim. Haydarpaşa'nın hemen yanı başında yüzyıllarca aktıktan sonra sayısı her geçen gün artan konutlar ve şehirleşmenin vahşi yüzüne mağlup olup sularını çeken Himeres Nehri varmış.  Sonradan “Haydarpaşa Deresi” adını almış olan bu nehir, Haydarpaşa Çayırının ortasından geçip garın yanından Kadıköy koyuna dökülürmüş. İnanmayacaksınız ama bu nehirde timsahlar yüzermiş. Kadıköy aşığı merhum Doktor Müfid Ekdal’ın çalışmalarında, M.Ö. 63 yılında Amasya'da doğan Strabon’un Kadıköy'den söz ederken ‘‘denizden biraz içerilerde, içinde küçük timsahların yaşadığı bir pınar vardı’’ sözü geçiyor. Müfid Ekdal, Kadıköy'de Mısırlılara dair izler bulunduğunu ve timsahların da onlarla beraber Anadolu'ya geldiğini, sonra da yavaş yavaş kaybolduklarını anlatıyor. Himeres nehrinin denizle buluştuğu yerdeki pitoresk tipi iskele de bugün kaybolmuş durumda.

19. yüzyıl İstanbul’unda ünlü mesire yerleri arasında olan bu bölge, Büyük Haydarpaşa ve Küçük Haydarpaşa Çayırı olarak iki ayrı yer olarak belirtilmiş. Haydarpaşa'nın biraz ilerisindeki bugün ulaşımın odak noktası haline gelmiş olan “Ayrılık Çeşmesi” bölgesi İbrahim Ağa Çayırı içindeymiş. Gerek Roma, gerekse de Osmanlı dönemlerinde, sefere çıkan orduların usulünce uğurlandığı bu bölge ayrılmayı çağrıştırdığı için hep “ayrılık - ayrılış” sözcükleriyle anılmış. Hoş seferden gelen orduların da karşılanıp onurlandırılma töresi de burada yapılmış ama adı hep ayrılıklarla anılmış. Bugün yerinde ünlü bir alış-veriş merkezi olan bu bölgede yakın zamana kadar bir kervansaray enkazı duruyordu. Geçmişimize her zaman sahip çıkan (!) törelerimiz, ranta burada da baş eğdi ve geride kalan her şeyin köküne kibrit suyu döküldü. Bölgenin arkeolojik alt yapısını bilmeden yapılaşmaya izin veren belediyelerin imar bölümleri, kendini ifade edemeyen ya da çıkardığı sesi duyuramayan Üniversitelerimizin arkeoloji bölümleri ve bu konularda sorumluluk hissetmeyen medya dünyasının olumsuz birleşenleri İbrahimağa çayırını geri dönülmesi çok zor olacak şekilde modernleştirdi (!).  Haydarpaşa ile İbrahimağa Çayırları, Kuşdili Çayırı'na, Kurbağalı Dere’ye açılıyormuş ve yanı başında da bir zamanların tüm Akdeniz'e açılan tacirlerinin sığındığı Fikirtepe Limanı varmış. Kumunda altın arayanların geçimini sağladığı, insan boyunda pelikanların sularına indiği eski resimlerdeki o güzel Kurbağalı Dere, çok uzunca bir süre şehrin lağımını, pisliğini Moda burnuna, Fenerbahçe Burnuna, Marmara Denizine taşıdıktan sonra nefessiz kaldı. Eskisi gibi övgüyle değil, yıllarca pislikle, iğrenç kokusuyla anıldı. 

Haydarpaşa, İbrahimağa ve Kuşdili olarak bilinen bu üç önemli “çayır” bir zamanların en gözde mesire ve eğlence yerlerini barındırıyordu. Hafta sonu gezmeleri, bahar piknikleri, çadır tiyatroları, sirkler, tuluat temsilleri, müzik dinletileri, at yarışları, cambaz gösterileri, sihirbaz gizemleri ve İstanbul'u gönenç içinde yaşatan farklı etkinlikler, burada kendine meydan buluyordu. Ütülü - fiyakalı elbiseleriyle piyasa yapan erkeklerle, mendilini düşürüp niyet belli eden, göz süzen genç bayanlar için buradaki çayırlar, şehrin nefes alacak güzellikleri arasındaydı.


Haydarpaşa'nın merdivenlerinden elinde tahta bavuluyla inme sahnesi, Yeşilçam Sinemasında en çok işlenen temalardan biri oldu

İstanbul’da uçan ilk balon Haydarpaşa’dan havalandı 

1844 yılında, İkinci Mahmud’un kızı Adile Sultanla Tophane-i Amire Müşiri Mehmed Ali Paşa'nın düğünü Haydarpaşa Tren İstasyonunun bulunduğu yerde ve arkasındaki geniş çayırlıkta yapılmış. Gelinin abisi, Sultan Abdülmecid’in huzurunda ve burada bulunan kasrı önüne kurulan süslü çadırlarda, sadrazam, askeri erkan, nazırlar, şeyhler, müderrisler, imamlar, ilmiye sınıfı, rahipler, patrik, hahambaşı, İstanbul'daki bütün yabancı devlet sefirleri, maslahatgüzarlar ve eşleri dahil olmak üzere çok sayıda davetli ağırlanmış. Düğün günlerce sürmüş, geceleri denizde sallar üzerinde meş'aleler yakılmış, havai fişekler atılmış, devrin itibar gören sanat gösterileri izlenmiş. 

Bu düğünde yaşanan ilginç bir şey var; o da İstanbul'daki ilk balon uçuşu. İtalyan asıllı, Bologna’lı baloncu Antonia Comaschi’nin uçuşu, izleyenlerin meraklı bakışları arasında seyredilmiş. Balonunu gizlediği örtülerin altından çıkararak havalanan (izin verin okunduğu gibi yazayım ) Komaski, ilk uçuşunda Kasır önünde balonunu döndüre döndüre padişaha göstermiş ve uzunca bir süre havada kalmış. Abdülmecid’e övgüler yazılı şemsiye şeklindeki renkli kağıtları, kendisini hayret dolu bakışlar altında izleyen topluğunun üstüne bırakmış. Bir süre sonra da kalktığı yere inmiş.

Akşamüstü tekrar havalanan baloncu, Büyükada ile Heybeliada arasında denize inmek zorunda kalmış. Yazıldığına göre, bir ayı balığının üstüne doğru geldiğini görünce telaş içinde tekrar havalanmış ve rüzgârın sürüklemesiyle, Yalova, Pazarköy civarında, Demirci Deresine inmiş. Burada balonunu bir ağaca bağlayan Komaski, köye gitmiş ve kendisine verilmiş olan yol fermanını göstererek yardım istemiş. Ertesi gün köyden gelen 40 kişinin yardımıyla balonunu toplamış ve tekrar İstanbul'a dönmüş. 

Belki bir gün Balon’un icadını ve İstanbul’da daha önce de balon uçuşu olduğu konusundaki tezleri ve Haydarpaşa uçuşlarını daha detaylı yazarım. Ama şu kadarını söyleyeyim ki, Komaski, Adile Sultan’ın yedi gün yedi gece süren düğününün son gününde topluluğu neşelendirmek amacıyla esen rüzgara rağmen tekrar havalanmış. İstanbul üzerinde 1 saat havada kaldıktan sonra şiddetlenen Poyrazla Şile istikametine doğru sürüklenen Komoski’yi bir daha da gören olmamış. Ceride-i Havadis Gazetesinin ayrıntılı verdiği haberde, Komaski’nin telef olduğuna kanaat getirilmiş.


Haydarpaşa'daki balon uçuşu, Avrupa'nın gözde dergilerinde yayınlanmış, merak uyandırmış

Bir hayalim var: Kadıköy’den Harem’e yeşillikler içinde yürüyüş!

Haydarpaşa konumu ve kazılarda ortaya çıkan bulgularıyla, İstanbul’da şehir içinde kalmış son değerlerimizden biri. Stratejik anlamda çok önemli olan bu değerli alanın kullanımı konusunda bazı önerilerimi de sizlerle paylaşmak istiyorum. Dikkatinizi çekerim, orada –bence- işlevini tümüyle yitirmiş olan hatta şehre artık yakışmayan limanı ortadan kaldırmak lazım. Bir ucu Kadıköy'e dayanan bu bölgenin diğer ucu Harem’e, Salacağa uzanmakta, hatta Üsküdar'a yaklaşmakta! İngiliz Mezarlığı, Haydarpaşa Lisesi, Selimiye Kışlasının nadide güzelliği ve entegresiyle birleştirilen bu bölge İstanbul halkı için inanılmaz büyüklükte bir nefes alma, yürüme, rekreasyon alanı olabilir. Gereksiz binalar kaldırılıp, özenle seçilecek ağaçların dikimiyle yeşillendirilirse ve bu alanda şu anda gözümüze çarpmayan tarihi yapılar tekrar göz önüne çıkartılırsa, tasavvur edilemeyecek ölçüde güzel bir alan ortaya çıkar. Belki silo gibi İstanbul’la özdeşleşmiş Cumhuriyetin ilk yıllarını anlatan yapılar yaratıcı mimari düzenlemelerle sanat alanlarına dönüştürülebilir.

Limanın Harem’e yakın ucuna yani her yerden görülecek bir yerde İstanbul'a yeni bir renk kazandıracak ve İstanbul’la anılacak özel bir şey yapılabilir. Örnek olarak Londra’daki Times nehri üzerindeki dönme dolabı düşündüm. Hatta ondan da büyük işlevsel bir tasarım, İstanbul boğazının başlangıcında şehrin yeni bir gerdanlığı olur, diye düşünüyorum. Mesela aklımdan baloncu Komaski’yi de simgeleyen, çok büyük ve yükseklere çıkabilen bir balon da geçiyor. Ama en iyisi uluslararası boyutta bir yarışma açılması ve yaratıcı beyinlerin düşün güçlerinin Haydarpaşa için odaklanmasının sağlanması. Görün bakın neler çıkar! Eminin, İstanbul’un ihtişamlı yüzüne değer katacak, güzelliğine, eğlence hayatına renk huzmesi olacak çok sayıda olağanüstü tasarımlar ortaya konacaktır.

Diliyorum ki, Haydarpaşa’ya bir hattan da olsa tren gelsin; yine vapurlar uğramaya başlasın. Kazılar sonuna kadar devam etsin, ortaya çıkarılanlar açık müze olarak halkın dolaşımına açılsın. Geçmişi yaşatacak tasarımlarla yüzyıllar öncesi canlandırılsın, bu bölge tekrar ete kemiğe bürünsün.

İnanıyorum ki, 451 Yılında yapılan Kadıköy Konsülüyle ilgili tek bir bilimsel kanıt bulunsun, Hristiyan Dünyasından gelip ziyaret edecek yüz binlerce, milyonlarca insanı yatıracak yer bulamayız. Var olduğunu bilsek de bir türlü etkin kullanamadığımız turizm potansiyelimizin neler kazandırabileceğini işte o zaman hepimiz görürüz; topraklarımızdan kültür fışkırdığına gönülden inanırız. 

Akıl vermeyi, burada kesip, koleksiyoncu gözüyle yazımı bitireyim. Dünyada Haydarpaşa gibi görkemli binalar ve bölgeler de tematik koleksiyonlara konu oluyor. Mesela benim de Haydarpaşa ile ilgili bir dosyam var ve bulduklarımı içine koyuyorum. Haydarpaşa resimli kartpostallar, pullar, maketler, gazete haberleri, madalyalar, dergiler ve şu anda aklıma gelmeyen çok şey o dosya içinde birikiyor. Bu konuda sahip olduklarıma her baktığımda güzel vakit geçiriyorum, bilgimi derinleştiriyorum ve bir şeyler bulduğumda da çocuk gibi seviniyorum. Günün birinde kitaba dönüşür mü bilmiyorum ama ben beceremezsem-belki de- vereceğim bir gencin, araştırmacının bu konudaki ilerlemesine basamak olurum. Haydarpaşa ile ilgili yazılacak çok şey, çok yaşanmışlık var. Bakarsınız bir gün tekrar bu konuya döner ve buraya sığmayan aklımda kalan diğer şeyleri yazarım...

Güzellikleri biriktirmenizi dilerim!..

Yazarın Diğer Yazıları

Koleksiyoncunun kaleminden: Jübilenin kültür tarihi

Tarih öncesinde kölelerin "azat" edilmesi için kullanılan "jübile" sözcüğü yıllar içinde evrilmiş, emeklilikten araba kornasına hatta tarlaları nadasa bırakmaya kadar farklı imgeleri yüklenmiş

Koleksiyoncunun kaleminden: Oy vermenin kültür tarihi

Antik tarihte suçlular ve istenmeyen kişiler de oylanmış; en fazla oy toplayanlar sürgüne gönderilmiş

Dünya Kukla Günü kutlu olsun: Koleksiyoncunun kaleminden "kuklanın tarihi"

Kukla, hareketli hikâye anlatımında eğlenceli olduğu kadar kendini ifade etmenin de bilinen en eski sanatsal gösterim biçimlerinden biri