30 Haziran 2019

Çingenelerin renkli ve kederli tarihi

Çingeneler, her güne yeni bir umutla başlayan, acıyı neşeye, kederi ve tasayı yaşam sevincine dönüştüren insanlar

Yeryüzünün belki de en gizemli, en renkli, diğer halklarla karışmama konusunda da en hassas ve en egzotik insanları “Çingeneler”. Çağlar boyunca mülkiyeti ve yerleşik olmayı dayatıcı yaşam biçimlerinden, artı değeri ön plana çıkarıp, depolamayı - stoklamayı gerektiren deneyimlerden hep uzakta durmaya çalıştılar.

Tarih kayıtlarının Çingenelerden bahsettiği ilk zamanlardan bu yana, merakın odağı haline gelmişler ve hem popüler kültürün hem de akademik çalışmaların en çok ilgi çeken konularından biri olmuşlar.


Koşullar ne olursa olsun, dansı, müziği ve eğlenceyi yaşam biçimi olarak gören çingeneler, neşeli hayatlarından taviz vermeyen bir topluluk

Çingene dendiğinde akla göçebe yaşamları ve müzikle iç içe olan neşe dolu kültürleri geliyor değil mi? Tanıdığım Çingenelerin neredeyse her biri, eline aldığı her müzik aletinden tını çıkarabilen, yaşamının her anına müziği, dansı ve eğlenceyi ekleyebilen kişilerdi.



Çingeneleri renkli yaşamları İkinci Dünya savaşı sırasında faşizmin soğuk yüzü ile karşılaştı ve yüz binlercesi temerküz kamplarında öldürüldü

Dilleri var, yazıları yok

Çingenelerin tarih sahnesinde savaşları yok gibi. Yani kimse ile toprak kavgası yapmadılar, devlet kurmaya çalışmadılar, farklı kültürleri tahakküm altına almaya çalışmadılar. Kendilerine ait dilleri oldu ama yazılı belgeleri hiç olmadı. Onlar kendilerini “Roman” olarak adlandırdılar ve bu ismi evrensel anlamda da kullandılar.

Sevgilerinden, neşelerinden, birlikteliklerinden ve geleneksel yaşam biçimlerinden başka bir şey bırakmak istemediler yarınlara.

En belirgin özellikleri, belli bir yerde ikamet etmemeleri oldu! Bugün için biraz farklılık gösterse de, “ev” sahibi olmamaları, özellikle göçebe olarak yaşamaları, tercihlerinde hep etkili oldu. Varlıklı Çingenelerin İngiltere’de lüks karavanlarda yaşadığını gördüğümde de aynı şeyi düşünmüştüm; yerleşik hayatı tercih etmediklerini, her zaman doğaya yakın olma özlemlerini…

Hep yolda oldular, yolcu oldular, yollarda yaşadılar, yolları sevdiler, yollarda sevildiler, sanki yollarla akraba oldular.

Çingeneler Hindistan’dan Dünyanın her yerine göçtüler

Çingene dendiğinde genellikle akıllara“Kıpti” sözcüğünden dolayı Mısır gelir. Oysa bilimsel araştırmalarda Çingenelerin Hindistan'dan, Pencap eyaletinden dünyaya yayıldıkları yazılıyor.

Onuncu yüzyılda Çingeneler, Hindistan'dan İran'a ve Anadolu'ya doğru göç etmeye başlamışlar. Ana vatanlarında da az sayıdaki nüfuslarıyla Hindistan'ın kast sisteminde düşük etkisi olan bir topluluk olmalarından olsa gerek, hiçbir yerde çoğunluk olmayı ve çoğunluğu ele geçirmeyi düşünmediler.

Evliya Çelebi’ye göre Fatih Sultan Mehmed, Gümülcine ve Menteşe Sancağı’ndan getirerek İstanbul'a yerleştirdiği Çingenelere sur dışında Topkapı – Edirnekapı arasında yer göstermiş 1800’lü yıllarla beraber yine aynı bölgeler içinde sur içine geçmişler; yavaş yavaş İstanbul’un iç kısımlarına da yerleşmişler.

Çingene kelimesi, Osmanlı Türkçesinde “çingâne” olarak da kullanılmış.  “Çeng” ya da “çengi” ile “gan” kelimelerinin birleşiminden oluşmuş. “Çeng”, dik tutularak çalınan ve arp’a benzeyen bir tür müzik aleti. Çengi de bu sazı çalan veya oyun oynayan kızlara denilmiş.  Farsçada kelimenin sonuna eklendiğinde çoğul anlamı veren “gan” kelimesi ile birleşmesi sonrasında da çengi-gan, çengi-gane, çengilik, çengicilik ya da çengiler kelimeleri ortaya çıkmış ve uzun yıllar boyunca Çingeneleri adlandırmış.



Birlikte yaşadıkları toplumlar tarafından uysallaştırılmaya çalışıldılar, kendilerine benzemeleri konusunda baskı gördüler ama içinde bulundukları toplumla kesinlikle özdeşleşmediler. Bu nedenle de bütün tarih süreci içinde özellikle Avrupa'da farklı zamanlarda ve farklı toplumlarda katliamlara uğradılar, ayrımcılıklarla karşılaştılar. Çingene öldürenlerin cezalandırılmaları bir yana ödüllendirildikleri zamanlar bile oldu.

On ikinci yüzyıl İstanbul’unda fal bakan, ayı oynatan Çingeneler

Çingeneler genellikle hayvan ticareti-eğiticiliği, dilencilik, müzisyenlik, komedyenlik ve metal eşya tamiri – kalaycılık, yapmışlar. 20. Yüzyıl sonrasında doğan yeni şehir gereksinimlerinde de çiçekçilikle beraber şehir atıklarını toplama işlerine de el atmışlar.

Çingene dendiğinde çoğumuzun ilk aklına gelen ve yakın yıllara kadar da belli bir yaşta olanlarımızın hatırlayacağı ayı oynatmaları tarih kayıtlarında 12. yüzyılın İstanbul’unda da geçiyor. O yılların İstanbul’unda da fal bakmaları, kem gözlere ve beklemeyen kötü olaylara karşı muska yazmaları, büyücülük yapmalarıyla anılmışlar. Düşünmeden edemiyorum, kim bilir 1204 yılındaki haçlı seferinde İstanbul’un Ortodoks halkına hayatı zindan eden Katolik işgalciler, Çingenelere ne tür zulümler uygulamıştır?



Yakın zamana kadar çingene ile özdeşleşen işlerden biri de ayı oynatmaktı.

Günümüzde bazı devletler Çingene nüfusu hakkında net bir şeyler söylemekten kaçınsa da, hatta varlıklarını bile kabul etmede dirense de, Avrupa'da 10 -15 milyon Çingene'nin yaşadığı düşünülüyor. Dünyanın geri kalan kısmında da, yani ABD farklı ülkelerde de bir o kadar olduğunu tahmin ediliyor.

Orta Çağ'da Çingenelere baskı ve katliamlar  

On dördüncü yüzyılda, Avrupa’nın skolâstik din baskısı altında yaşadığı günlerde, ilk Çingene kafileleri Fransa’ya ulaştı. Şehir kenarlarına kurdukları çadırlarda en zor işleri yapmaya çalışan ve boğaz tokluğuna yaşamaya çalışan Çingeneler Fransa üzerinden İngiltere’ye gittiler, bir nebze de olsa Kuzey Avrupa ülkelerine dağıldılar, yaşama karışmaya başladılar. Ama onları oralarda da bekleyen şey acılar, saldırılar ve ayrımcılıktı. Çok kısa bir süre sonra başlayan katliamlar İngiltere’de ve Fransa’da Çingenelerin hayatını cehenneme çevirdi.

1700 lü yıllarda Bohemya ve Slovakya'da Çingene katliamları tekrar başladı. Katliamlardan kaçabilen bazı Çingene grupları, 1700’lü yıllarla beraber İngiltere'den yeni yeni yerleşimlere açılan, kurulacak yeni hayatlar için her türlü zorluğu göğüsleyip neyle karşılaşacaklarını bilmedikleri ABD'ye ve Avustralya'ya göçtüler. Oralarda, farklı yerlerden gelen toplumların kaynaştığı bir yerde, çok uzaklarda, bir potada eriyen kültür damlaları gibiydiler.



Vincent van Gogh resimlerinde sık sık çingene temasını kullandı, renklerine çingenelerin hayatlarını kattı

Amerika Çingeneler için uzaklarda açan bir çiçek, bahtsız kaderleri için doğan bir güneş oldu. Gerek siyahi halkın çektiği acılarla iç içe yaşamaları, gerekse de yerleşik kültürü olmayan bir kıtanın yeni yeni oluşan sosyal birikimlerinde, kendilerini toplumun dışında hissetmediler. Bu nedenle olsa gerek, Rusya'dan, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'ndan ve Romanya'dan ABD'ye göç 19. yüzyılda arttı.

Faşizmin ilk kurbanları da onlar

Avrupa'da yükselen faşizmin sesleri ilk kez Çingenelerin kulaklarında çınlamış olmalı. 1938 yılında Çingene ayrımcılığı tasarısı Almanya’da parlamentodan geçerek yasalaşmış. Yüzyıllardır çektikleri acılar, aşağılanmalar ve maruz kaldıkları katliamlar artık onları yeni bir soykırım tehdidiyle yüz yüze bırakmış. Lanetli kaderleri onları temerküz kamplarında yalnız bırakmamış ve 250.000 – 400.000 arasındaki bir Çingene topluluğu faşizmin soğuk yüzü ile karşılaşmış; ölümlerden ölüm beğenmiş, soykırımları yaşarken geleceğini aramış.


Çingeneler müziğe olan kabiliyetlerini Dünyanın her yerinde sergilediler ve çoğu zaman bunu meslek haline getirdiler

8 Nisan 1971 tarihinde, 14 ülkeden gelen Çingenelerin temsilcilerinin bir araya gelmesiyle gerçekleştirdikleri “Uluslararası Çingene Kongresi” Londra’da toplanmış. O tarihten sonra her yılın 8 Nisan günü Çingenelerin kültürel zenginlikleri ve bunun gelecek nesillere devamını koruma konusundaki çabaları “onur günü” olarak kutlanıyor. Eğer çingene dostunuz varsa bu tarihi ajandanıza ekleyin! Bu toplantıdan sonra yılların acılarını üstlerinde taşıyan Çingeneler Avrupa sınırları içinde de olsa, eşit haklara sahip azınlıklar statüsüne alındılar.

Hindistan, Dünyanın her yerindeki Çingenelerin en büyük savunucusu, haklarının koruyucusu durumunda! 1977 yılında Birleşmiş Milletler, Hindistan'ın girişimiyle Çingeneler lehine bağlayıcı bir karar aldı. Buna göre, BM anlaşmasına imza koyan ülkeler, kendi vatandaşlarına tanıdıkları hakları Çingenelere de aynen tanımakla yükümlü olmayı kabul ettiler. 

Kültürel özelliklerini korusalar da, siyasal ve ekonomik güçleri nüfuslarıyla ilgili orantılı değil. Aralarındaki köprüler yeni yeni kuruluyor, birleşik olarak hareket edip toplumsal paylaşımlarda sorunlarını dile getirmeleri konusunda yavaş yavaş gözleri açılıyor.

Çingene, mutlu ve güzel anlar koleksiyoneridir

Çingeneliğin de koleksiyonu olur mu demeyin. Dünyanın belli yerlerinde Çingene yaşamını ve kültürünü yansıtan müzeler var. Özellikle, erken dönem Çingene kartpostalları- resimleri ile her türlü kullanım eşyası ve giysileri tematik koleksiyon yapmaya çalışanlar tarafından toplanıyor. Biriktirilenlerin koleksiyonları süslemesi, zenginleştirmesi yanında, bir araya geldiklerinde bilimsel araştırmalara ve Çingenelerin tarihine ışık tutacak birikimler olarak toplumsal belleğimizin ürünleri halinde yarınları bekliyor olması önemli.

Güzellikleri biriktirmenizi dilerim!..

Yazarın Diğer Yazıları

Koleksiyoncunun kaleminden: Jübilenin kültür tarihi

Tarih öncesinde kölelerin "azat" edilmesi için kullanılan "jübile" sözcüğü yıllar içinde evrilmiş, emeklilikten araba kornasına hatta tarlaları nadasa bırakmaya kadar farklı imgeleri yüklenmiş

Koleksiyoncunun kaleminden: Oy vermenin kültür tarihi

Antik tarihte suçlular ve istenmeyen kişiler de oylanmış; en fazla oy toplayanlar sürgüne gönderilmiş

Dünya Kukla Günü kutlu olsun: Koleksiyoncunun kaleminden "kuklanın tarihi"

Kukla, hareketli hikâye anlatımında eğlenceli olduğu kadar kendini ifade etmenin de bilinen en eski sanatsal gösterim biçimlerinden biri