5 Nisan 1958 tarihinde İzmir Ticaret Odası toplantı salonunda yapılan iki günlük çalışma sonrasında Barolar Birliği'nin kuruluş çalışmaları başladığında katılımcılar İstanbul Barosu'nun bu tarihten 80 yıl önce 5 Nisan 1878 de toplanıp genel kurul yapmış olduğunu söyleyerek "5 Nisan" tarihinin "Avukatlar Günü" olarak ilan edilmesinde mutabık olmuşlar.
Karşılaştığım efemeralar ve eski belgeler ışığında İstanbul Barosunun resmi internet sayfasındaki tarihçeye itirazım olsa da, önemli olan avukatlarımızın bu gününü kutlamak ve hak arayışında başını eğmeyenlerin çabalarını takdir etmek. Aslında bu tarih evrensel değil, yani her ülkenin avukatlar günü kutlamaları farklı tarihlerde. Örnek vermek gerekirse, Guatemala'da 24 Eylül, Kolombiya'da 22 Haziran, Venezuela'da 23 Haziran, Ekvador'da 20 Şubat, Meksika'da 12 Temmuz, çok yerde de yoksulların ve çaresizlerin sesi, avukatların hamisi olarak 1347 yılında aziz ilan edilen Saint Ives'in ölüm tarihinin yıl dönümü olan 19 Mayıs olarak belirlenmiş. 2014 yılından beri de 10 Aralık tarihi Avrupa'da Avukatlar Günü olarak kutlanmaktaymış.
Savunma mesleğinin saygın geçmişi çok eskilere dayanıyor
Başkasının hakkını savunma eylemi, insanın yerleşik hayata geçerek mülkiyet edinmesi ve topluluk içinde yaşaması sonrasında ihtiyaç duyulan mesleklerden biri olmuş. Süreci Asur, Sümer hatta eski Mısır'a kadar götürerek, 6 - 7 bin yıl öncesinden başlatanlar da var, antik Yunan'a ve Roma'ya dayandıranlar da!
Denilen o ki, binlerce yıl öncesinde, insanlar arasındaki anlaşmazlıklarda, yapılan suçlamalara cevap verme gereksiniminin gerekli olduğu zamanlarda, iyi konuşamayanların, kendini doğru ifade edemeyenlerin haklı oldukları halde haksız çıkması zamanla üçüncü bir kişinin yardımını gerekli kılmış. Başkasını savunma mesleği Eski Yunan'da, önce akrabalık ilişkileriyle başlamış, sonra iyi konuşanlara, hitabet gücü yüksek olanlara dönmüş; "savunucu" kimliğiyle arkadaşının, eşinin, dostunun haklarını aramaya başlayanlar çıkmış.
Yapıtlarıyla tarih öncesinden bugüne kadar gelen savunucuların varlığı kaynaklarda yer alıyor. Mesela bunlardan biri silah yapımcısı zengin bir ailenin çocuğu olan Demosthenes. MÖ 384-322 yıllarında yaşayan bu kişi kekeme olsa da, ağzına çakıl taşları koyarak yaptığı konuşma pratikleri sonucunda, Antik Yunan'da iyi konuşan, siyaseti ve kanunları iyi bilen biri olarak savunma mesleğinin modern anlamdaki ilk temsilcilerinden biri olmuş.
Hukuk eğitimini "tüm yasaların ebesi" olarak gören Roma İmparatorluğunda MÖ 106-43 yılları arasında yaşayan Marcus Tullius Cicero, felsefe öğrenimini Epikürosçu Phaedros akademisinde Philon'dan almış biri olmasının yanında, yüzlerce yıl öncesinden günümüze tam 58 tane savunması ulaşmış bir hukuk - devlet adamı, hatip ve yazar olarak gelebilmiş.
Roma İmparatorluğu hukukunda "alkışçılar" ve "şakşakçılar"
Roma İmparatorluğu'nda savunucular özel şakşakçıları ile duruşmalara katılırlarmış. Önceden prova edildiği şekilde bazı konuşmaları yandaşlar tarafından şiddetli olarak alkışlanır, hangi taraf daha fazla alkışlarsa onun haklılığı etkin olur, şakşakçılar da bu işten nasibini (!) alırmış. Verilen cezaya karşı suçlu kişi -önceden çalıştırıldığı şekilde- sinir krizleri geçirme denemeleri yapar, taklit gücünün elverdiği oranda kararı vücut efektleriyle etkilemeye çalışırmış.
İlginçtir eski Roma'nın sözü geçen dönemlerinde bugün anladığımız anlamıyla noterlik müessesi de varmış ama noter olarak çalışanların verdiği hizmet tatmin edici değilmiş. Neden derseniz, genellikle kültürlü insanların arasından seçilmedikleri hatta çoğunlukla okuma yazma bilmedikleri için iki tarafın arasında yapıldığına şahitlik ettikleri anlaşmaların, söz verişlerin, ileriye dönük olarak düzenledikleri evrakların uygun bir şekilde saklanıp gerektiği anda ortaya çıkartılması konusunda bile kabiliyetleri yokmuş.
İtalya dışında doğmuş ilk Roma imparatoru olarak MS 41 ila 54 yılları arasında hüküm süren İmparator Claudius, Eski Roma'da "savunuculuk" mesleğini yasallaştırmış, hatta belli bir ücret alınmasına da izin vermiş. Bu izinle birlikte, mevcut yasalar üzerinde uzmanlaşmaya ve retorik alanında kendini geliştirmeye gayret edenlerin birlikteliğiyle, bugün adına baro dediğimiz meslek loncaları, 13. yüzyıldan itibaren kurulmaya başlanmış. Savunuculuk herkese açık bir kapı olmaktan çıkarak yüksek sınıflara verilen bir imtiyaza dönüşmüş; "hobi" ya da "iyilik yapmak" gibi algılanmak yerine, entelektüel aydınlardan oluşan bir grubun profesyonel anlamda iştigal alanı haline gelmiş.
Eski Roma'da para karşılığı yapılan "savunuculuk" mesleği yasal hâle getirilmiş.
Orta Çağ'da "adalet" kilisenin dediği olarak şekillenmiş
Her ne kadar İngiltere'de 1215 yılında, Magna Carta olarak bildiğimiz belgenin dönemin kralı I. John tarafından imzalanması sonucunda hiç kimsenin kanıt olmadan suçlanmaması, hapsedil(e)memesi, adaletin herkes için eşit ve satılmayan bir şey olarak yasalarda belirtildiği şekliyle uygulanması yürürlülüğe girse de, kıta Avrupa'sında işler pek de iç açıcı yol almamış.
Orta Çağ'ın savaşlarla, salgın hastalıklarla, skolâstik düşüncesinin baskısıyla, Haçlı seferlerinin ağır yükünün yönetimleri ezdiği zorluklarla geçen günlerinde meydan din adamlarına kalmış ve hukuk eğitiminin yerini kiliseye bağlılıkla kutsal kitap üzerine edilen yemin almış. Bırakın savunmanın kutsallığını, 1219 yılında, çağına göre son derece gelişmiş olan Romanın medeni hukuku din dışı bulunarak kilise tarafından yasaklanmış. Yani Avrupa'da çoğu kez savunmaya gerek kalmaksızın karar verilmiş, her defasında da güçlülerin ve din adamlarının dediği olmuş.
Fransız devrimi, filozoflarla hukuk insanlarının düşünüleri doğrultusunda, modern doğal hukuk anlayışı içinde kaleme alınan, "1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi" ile ceberut devletin kapılarını kırarak, hem hukuk adamlarının hem de bireysel aklıyla kendi kendine yeterli olan insanın ortaya çıkışını sağlamış.
Orta Çağ'ın dikenli yollarında avukatlara çok iş düşmüş.
Avukat sözcüğü, dilimize Fransızcadaki "avocat" kelimesinden geçmiş
Osmanlı'da örgütlü ve organize olarak çalışan avukatlık kurumu yokmuş. Bu ihtiyaç halkın dilek ve şikâyetini üst makamlara iletmesini sağlayan arzuhalciler, sonraki yıllarda da dava vekilliği ile karşılanmış. 16. ve 17. yüzyıllarda arzuhalcilik yapmak isteyenler Yeniçeri Ocağı zabitleri tarafından yetiştirilirler ve başarı gösterenlere "arzuhalcibaşı" ya da "ocakbaşı" unvanlarıyla ruhsatname verilirmiş.
Ne var ki, arzuhalciliğin gerektiği biçimde denetim ve disiplin altına alınamaması yanında savunma mesleğinin bir takım ilkelere - kurallara bağlanamamış olması nedeniyle görevler çok kere kötüye kullanılmış, tatmin edici şekilde yeterli denebilecek savunmaların yapılması oldukça güçmüş.
1760 yılında, arzuhalciliğin ve dava vekilliğinin içine düştüğü başıboş durumu engellemek adına bir padişah fermanı hazırlanarak şeriat hükümlerini bilmeyen, dürüst olmayan kişilerin bu meslekle iştigal etmelerinin önü kesilmeye çalışılsa da Tanzimat dönemine kadar bu başıboşluk devam etmiş.
Tanzimat'tan sonra, 10 Mart 1869 tarihinde yürürlülüğe giren "Mecelle" metnine uygun olarak bir takım yasalar çıkartılmış , "usul-u muhakemat-ı hukukiye kanunnamesi" nizamnamesinin 16 - 41 ve 42. maddelerinde dava vekilliği ile vekâletname deyimleri kullanılmış. Yani savunma çabası, ilk kez bu yasa ile birlikte "görev" ve "meslek" olarak kabul edilmiş.
Batı'daki örneklerinden yüzyıllar önce Beyrut'ta açılan Hukuk Fakültesi Roma İmparatorluğuna hukuk ve devlet adamı yetiştirmiş.
İstanbul'daki ilk baro 1870 yılında kurulmuş
Tanzimat dönemindeki modernleşme adımlarında avukatlık, noterlik ve savcılık gibi kurumlar oluşturulmuş; 1870 yılında İstanbul'da "Konstantinopolis Barosu Cemiyeti" (Sosiete Du Barreu De Constantinople) adıyla ilk baro kurulmuş. Bu oluşum her ne kadar İstanbul Barosunun resmi sayfasındaki tarihçede yer almasa da Fransız Hukukçu, yazar, Louis Amiable tarafından kurulan bu baroya 33 avukat üye olmuş, bunlardan sadece 5 tanesi Osmanlı uyrukluymuş.
Fransız Hukukçu, yazar, Louis Amiable 1870 yılında İstanbul'da kurulan baronun ilk başkanı olmuş.
Değerli dostum - takipçim İstanbul Barosu avukatlarından Nail Karakaş'ın İstanbul Barosu Başkanı Sayın Av. Mehmet Durakoğlu ile yaptığı görüşme neticesinde, onun izniyle baro arşivinde yaptığı araştırmalar sonrasında, daha önce de bu yönde yayınları olan değerli hukukçuların çalışmalarına eriştiğimde, İstanbul'daki bu oluşumun tarihçede yer almamasının saygın baromuzun nezdinde bir eksiklik yarattığı izlenimine kapıldım! Belgelerin kanıtlayıcı gücünün eşliğinde, kuruluşu daha önceye çekecek bu oluşumun varlığının –kurucularının çoğu yabancılardan da oluşsa- hukuk alanındaki örgütlü boşluğu doldurması açısından önemli olduğunu ve tarih sayfalarında saygın bir yeri olduğunu düşünüyorum.
Osmanlı vatandaşı olan avukatların, daha doğrusu o günün deyimiyle dava vekillerinin bağımsız bir meslek kuruluşu oluşturmalarına olanak veren ilk yönetmelik 13 Ocak 1876 tarihinde yayınlanmış; bu nizamname ile topraklarımızda ilk kez savunma görevi bağımsız bir meslek olarak kabul edilmiş. Şaşıracaksınız ama 5 Haziran 1880 tarihinde açılan ilk Hukuk Mektebinin (Mekteb-i Hukuk) 4 yıllık eğitimi sonrasında avukatlık yapmaya hak kazanan ilk mezunları arasında Müslüman tabadan kimse yokmuş.
5 Mart 1870 tarihli The Levant Times Gazetesinde İstanbul'da kurulan baronun haberi yer almış.
Türkiye Barolar Birliği'nin kurulması 1934 yılı Ocak Ayında, İzmir'de düzenlenen Türkiye Avukatlar Kongresi'nde gündeme gelmiş. Beş gün süren bu kongreye katılan baro temsilcileri, "Türkiye Avukatlar Birliği"nin kurulmasını kararlaştırmışlar. 1 Aralık 1938'de yürürlüğe giren Avukatlık Kanunu sonrasında 1957'de Ankara'da ve 1958'de de İzmir'de toplanan farklı şehirlerin temsilcileri, Türkiye Barolar Birliği'nin kurulmasına karar vermişler. 7 Temmuz 1969 tarihinde yürürlüğe giren 1136 sayılı Avukatlık Kanunu ile "Türkiye Barolar Birliği"nin kurulması 52 ilin temsilcilerinin oylarıyla kabul edilmiş.
Son Posta gazetesinin 1938 yılı 12 Nisan tarihli sayısında avukatlar arasındaki bölünmenin önlenebildiği haberi var.
Avukatlar kontrolsüz gücün karşısında halkı koruyan emniyet unsuru olmuş
Avukatlar yeri gelmiş dünyanın en güçlü imparatoru Napolyon'u eleştirmişler, yeri gelmiş güçlü liderlerin karşısında dik durmuşlar. İkinci Dünya Savaşı sırasında vatan haini ilan edilen Fransa Başbakanı Laval'ı savunan avukatlar, nefret kusmak için hazır bekleyen mahkemeyi protesto ederek duruşmalara katılmayınca, araya Devlet Başkanı De Gaule girmiş ve "Laval savunma yapılmadan mahkûm olursa, Fransız adalet tarihinden bu lekeyi söküp atmak mümkün olmaz " düşüncesiyle avukatları ısrarla ikna etmeye çalışmış.
Avukatlar arasından dünyanın her yerinde, her dönemde faşizme, ırkçılığa, teröre, askeri darbelere, mafya ilişkilerine ve militarizme karşı çıkanlar da olmuş, yandaş tavır takınıp sessiz kalanlar da. Tarihe mal olmuş avukatlar arasında Gandi ve Mandela gibi mücadeleleri insanlık tarihine geçenler de var, Abraham Lincoln gibi köleliği kaldıran, ya da Teacher gibi demir eldivenli devlet başkanları da. Dreyfus davasını üstlenen Demenge ve Labori gibi savunması modern hukuk işleyişinin panosuna bir daha hiç çıkmamacasına çivilenenler de var, birkaç yıl önce ülkemizde yaşandığı haliyle geldikleri illerin tüm kayıtlı avukatlarını temsil edenlerin arkasını döndüğü baro başkanları da.
İlk kadın avukatımız Süreyya Hanım (Ağaoğlu) 1927 yılında, duruşmalara girmeye başlamış.
Hatırlayacaksınız, 2014 yılındaki Danıştay'ın 146'ıncı yıldönümü törenlerinde yaptığı konuşmada sözü "yanlış konuşuyorsun, edepsizlik ediyorsun" denilerek kesilen zamanın Barolar Birliği başkanının çok kısa bir süre içinde hidayete ermesi ve güç erki sahiplerini mutlu edecek şekilde adım atarak baroları ezdirmeye – gücünü böldürerek azaltmaya çalışması son yıllardaki hukuk işleyişimizde çok etkili oldu. Göreve seçilirken Twitter yasağından, 1 Mayıs gösterilerine izin verilmemesinden, basına yönelik sansürden ve avukat haklarından bahseden malum başkan için "edepsizlik" uyarısı etkili oldu; cüppeleri ile polis tarafından tartaklanan ya da yaka paça gözaltına alınan meslektaşları için bile bir şeyler söylemeye cesaret edemedi.
Hukuk alanında dünyanın her yerinde tematik koleksiyonerler var. Eski mahkeme kararları, dilekçeler, zarflar, savunmalar ve ünlü ya da az bilinen hukuk adamlarına ait kişisel eşyalar meraklıları tarafından toplanıyor. Eldeki efemeralar eşliğinde yıllar sonra da olsa hukuksuzluk kendini belli ediyor, adaletin evrensel niteliği ile "adalet bir gün herkes için lazım olacaktır" sözü dünyanın her yerinde yeni umutların doğmasına yol açıyor.
Tüm avukatlarımızın bu anlamlı günü kutlar, güzellikleri biriktirmenizi dilerim.
İrfan Yalın
Koleksiyoncu. 1962 İstanbul, 9 Eylül Üniversitesi İktisat Fakültesi, objelerin – belgelerin ardında "Popüler ve Kültür Tarihleri araştırmacısı. Bizimev TV'de yayınlanan "Koleksiyoncu" programı sunucusu - yapımcısı. Asya ve Afrika ülkelerinden tek tek topladığı el sanatlarını sergilediği "Artemis"in kurucusu. Koleksiyonculuk alanında sergi, sempozyum ve derleme çalışmaları olan, kültürel değerlere gönül bağımlısı…
|