Eskiden insanlardan bir meslek, bir de kurum seçmeleri ve çalışma hayatları boyunca bu kurumlarda kalarak emekli olmaları beklenirdi. Kurumları bir gemi, kurumun başındaki ismi o geminin kaptanı ve çalışanları da tayfalar olarak kabul edebilirdiniz.
Ancak, teknoloji otobanında alınan yol, yükselen y kuşağı, beyaz yakalıların çalışma sürelerinin kurumların faaliyet sürelerini aşması nedeniyle dalgalı denizlerde yol alırken herkesin kendi gemisinin kaptanı olması günümüzde en özenen durum haline gelmiştir.
İş hayatında çalışanla işveren arasındaki psikolojik sözleşmelerin geçerliliğinin hızla eridiği süreçte; toplu işten çıkarmalara karşı, bordroların sürekliliğini sağlayan sevgi bağlarının hızla diğer kurumlara atılan halatlara dönüştüğü bir dönemden geçmekteyiz.
Felsefi bir akım olarak materyalizm, karşıtı idealizme yenilmiş kabul edilse de, uygulamada maalesef maddenin elle tutulamayan soyut değerlere karşı olan kesin üstünlüğü devam ediyor. Herkes rafları dolduran ürünlerin peşine düştüğü; gönülleri dolduranların ise kimsenin umurunda olmadığı bir noktadayız artık.
Geriye dönüp baktığımızda; geçmiş dönemle bugünü birleştiren ve istikrarlı süregelen tek şey belki de; “kaptanla sıkı dost olmaya” tutkun insanların aynılığını koruyan aşırı profesyonel nezaket dediğimiz tavır paletleridir. Dümenin başındaki kişiye sınırsız muhabbet besleyenlerin değişen koşullara rağmen soylarının tükenmemesi şaşırtıcı değil elbette. Kaptanla sıkı dost olmak bir sanattır ve bu sanattaki ustalığın erbabına kazandırdığı birçok avantajlar vardır. İş hayatının anonim kitabı onların sırtının pek de kolay yere gelmediğini yazar.
Herkesin yapabileceği veya öğrenebileceği bir sanat da değildir. Sahte gülümsemeyi kaptanla her karşılaştığınızda yüzünüze yerleştirmek, bitmek bilmeyen şirinlik turları atmak, kaşların altından fışkıran hırsı hayran bakışlara dönüştürmek, sürekli yaranmaya çalışmak, seri yalan söylemek, alkışlamaktan nasır tutan ellere sahip olmak yazıyla tasvir edildiği kadar da kolay değildir. Gemilerdeki tayfaların birçoğu bu sanatı hiç beceremediği gibi bu sanatın sürekli sahneye koyulmasından esef duyarlar ve sistemden çıkış kapısı ararlar.
İster siyaset okyanusunda, ister plazalarda; ister yeşil sahalarda bir kulüpte kaptan olun etrafınızın bahsettiğimiz sanatın erbabı sıkı dostlar tarafından çevrilmesi kaçınılmazdır. Bir kaptanı, en yakını olduğunu iddia ederek aşırı iltifatlara boğan menfaatperverlerden ayrı düşünmek hayatın gerçeklerine aykırıdır. Saf olmayanlar hayranlık maskesinin altında çok farklı beklentilerinin saklı durduğunu bilir.
Onları tanımak için terminolojilerindeki kelimelerine kulak vermek yeterlidir. Aslında bu çok eskilerden gelen ve sayısız örnekle aydınlatılabilecek bir durumdur. Vakti zamanında Darmouth milletvekili Sir Nicholas Bacon, İngiltere kraliçesi Elizabeth’in yanında krallık mühürdarlığı yaparken günün birinde Kraliçe, onunHerfordshire’deki evini ziyarete gelir. Kraliçe, evi dolaştıktan sonra, ‘’Bu evi neden bu kadar küçük yaptırdınız Sir Bacon’’ diye sorar. Bacon’ın yanıtı ‘’kaptanın sıkı dostu olma’’ sanatının tarihe geçen muhteşem bir örneğidir; “Yanlışınız var majesteleri’’ der. ‘’Aslında ev küçük değil, sizin büyüklüğünüz onu minik gösteriyor.’’
“Siz en dogrusunu bilirsiniz’’, ‘’Ne eylerseniz güzel eylersiniz’’ cümleleri kaptan dostlarının dillerine pelesenk olmuştur. Hiçbir emek harcamadan, konformist beklentilerle sadece dümendekinin ruhunu okşayarak prim elde etmek isteyenlerin joker ifadeleridir bunlar. Bu tür ilişkilerde menfaat beklentisini aradan çıkardığınızda geriye sadece boş övgüler kalır. Ve bu boş övgüler havaya salınan sabun köpükleri gibi çok geçmeden ve hiçbir iz bırakmadan kaybolur giderler.
Liyakat sahipleri ise çıkış için hamle yapmadıkları sürece olanları çaresiz gözlerle izlemenin ötesine geçemezler. Belki biraz da kaptan dostlarının kendilerini düşürdükleri duruma bakıp yüzlerini buruştururlar. Kaptanın has adamı değiliz ama en azından başımız dik diye düşünürler. Sıkı dostlara sorarsanız bu sadece züğürt tesellisidir. İnsanlık onuru açısından mezhebi geniştir onların. Duygusal değil sayısal değerlendirmelerin insanıdırlar. Matematiği yapıp beklentilerinin karşılanmadığını gördüklerinde hemen yanlış kaptana hizmet verdiklerini anlarlar. Yeni bir kaptan seçerken bir öncekinin sifonunu çekmekte de hayli hızlıdırlar.
Aslında kaptan dostlarının yaşamlarındaki en anlamlı eylem, bir bar taburesinde veya meyhane masasında kendilerinden dilemeleri gereken özürdür. Onların sanatı, çevreye ve gemiye verdiği zarar bakımından bir insanlık hastalığıdır.
Gemiler batabilir, kaptanlar kaçabilir. An gelir denize düşersiniz ve kaptanı şişirerek boğulmaktan kurtulamazsınız. Belki bir ihtimal daha vardır. O da yüzmek mi dersiniz? Neden olmasın, bazen sadece kendi kulaçlarınızla da hayatta kalabilirsiniz.