Geçtiğimiz haftalarda Netflix'te gösterime giren Kağıttan Hayatlar filmi çok tartışıldı, çok konuşuldu. Beğenen de çoktu, eleştiri fırtınasına tutan da. Eğri oturup doğru konuşalım; ticari amaçlı bir filmde olması gereken her şey var bu filmde: Gözyaşı, görmezden gelinen hayatlar, iyi müzik, yakışıklı ve kendini limitini zorlayan başrol (Çağatay Ulusoy), yetenekli yan rol oyuncusu (Ersin Arıcı), aşırı yetenekli ve tatlı bir çocuk (Emir Ali Doğrul) ve hatta şiddet gören çocuk ve iyi bir hikâye. Daha ne olsun? Üstüne üstlük görüntüler gerçekten çok iyi. Hikâye daha iyi anlatılabilir miydi? Evet. Kesinlikle evet. Türk tipi bağırarak oynama yerine hikâyenin acısına daha da çok gömebilirdi bizi film. "Bir çocuğun" hikâyesi ile sokaklarda kağıt toplayan çocukların gerçekliğini daha çok görebilirdik. Ama işin bir de şöyle bir tarafı var; yabancı dizi-film formatlarını tercih ederek onları izleyen ve Netflix'teki her yapımda bunu bekleyen izleyici idi filmi beğenmediğini söyleyenler. Oysa Netflix'in ve Türkiye yapımlarının bu küçük kesimden çok daha fazla izleyicisi var. Çağatay Ulusoy, milyonlara hitap eden bir oyuncu, sırf onun için Netflix üyeliği alanlar olduğu kesin. Aynı şekilde filmin yönetmeni Can Ulkay'ın daha önceki filmleri (Ayla, Müslüm, Türk İşi Dondurma) de aynı derecede geniş bir kitleye ulaşmış yapımlar.
Can Ulkay'ın görüntülerinin başarısı inkar edilemez. Hikâyelere herkesin istediği şekilde bakmak zorunda mı? Hayır. Bu nedenle Kağıttan Hayatlar filmi, belki hâlihazırda çevresinde olan bitenle, görmezden gelinenlerle empati kurabilen kişilere göre değil ama çok daha büyük bir izleyici grubuna bambaşka hayatların kapısını araladığı, sokakta göz kaçırdıklarımızı anlattığı bir gerçek.
Bu nedenle Can Ulkay'la son filmi Kağıttan Hayatlar'ı konuştuk. Buyrun, sohbetimize siz de dahil olun.
- Can Bey hoş geldiniz. Filmin hem başrol oyuncusu hem yürütücü yapımcısı Çağatay Ulusoy'la ve senarist Ercan Mehmet Erdem'le nasıl bir araya geldiniz, fikir nasıl ortaya çıktı?
Aslında yazın pandemi döneminde bu fikir ortaya çıktı. Çağatay Ulusoy ve Ercan Mehmet bu senaryoyu önceden yazmışlardı. Ardından benimle buluştular. Yaz aylarında hemen senaryo üzerinden başladık ve karton toplayan kişilerin dünyasına indik, bir danışmanla çalıştık, kendisi gerçekten bu hayatta gibiydi. Her senaryoda olduğu gibi yaşadıklarını, neler yaptıklarını, psikolojilerini, neleri sevdiklerini, nasıl uyuduklarını, nasıl yemek yediklerini öğrendiğimiz ön araştırma süreci geçirildi. Bunların bir kısmı senaryoya da dahil edildi tabii; özellikle kovalama sahnesi vardı, yokuşlardan o inişleri.
- Evet, güzel bir sahneydi o! Gerçekten plastik şişeleri ayaklarına takıp mı iniyorlar yokuşlardan?
Evet, birebir onların yaptıklarını yaptık. Birçok malzeme var kullandıkları. Parçalara ayrıldık, materyalleri inceledik. Kendi hayatlarında bir yaşamları var çöpte, kağıt toplamada. Biliyorsunuz bu insanlar geri dönüşümü sağlıyorlar ve bu konuda çok büyük bir katkıları var doğaya, İstanbul'da yaklaşık 300'e yakın kağıt toplayan arkadaşımız var. Gerçekten onlarla iç içe olduk bu filmi yaparken. Ve gerçekten geri dönüşüme çok büyük katkıları olduğunu gördük; özellikle plastik ve metal açısından.
- Nasıl bir hayatları var?
Memur gibi hayatı var; her gün bir şekilde rastlıyoruz. Hayatlarımızın her yerinde varlar aslında ama hiç dikkatimizi çekmiyorlar; daha doğrusu dikkat etmiyoruz. Hayatımızın bir parçası olarak görüyoruz ama hiç ilgilenmiyoruz. Biz de bu süreçte bu hayatlara girip onların hayatlarının üstünde durduk. Ben bu işe biraz da sosyal sorumluluk projesi gibi bakıyorum. Bir film olsa da kendi içinde sosyal sorumluluk yükü de taşıyan bir iş. Böyle başladık. Dediğim gibi onlarla vakit geçirdik, onlarla sohbet ettik, onlarla yemek yedik, onlarla dolaştık. Çalıştıkları yerleri gördük, kaliteli arkadaşlıklar edindik. Filmde de birçoğuna rol verdik. Güzel taraflarını gösterdiğimizi düşünüyorum. Ama tabii bu sosyal sorumluluk içinde farkındalık oluşturmayı da hedefledik. Böyle başladı hikâyemiz. Senaryoya onların da katkısı oldu. Dışarıdan düşünmek farklı, onların dünyasına girince gördüğümüz farklı. Kağıttan Hayatlar kendi içinde bir psikolojik drama. Bir yetişkin ve üç çocuğun hikâyesini anlatıyor. Ama bizim konumuz, dekorumuz, rengimiz bu kağıt toplayıcılarının ve sokak satıcılarının kopyasını oluşturmaktı. Onun için de bu psikolojik dramayı devam ettirdik, bu yönde çalıştık.
- Genel olarak filmografinize baktığımızda biyografik yapımlar ve dramatik insan hikâyeleri görüyorum. Başka insanların hayatlarında sizi çeken nedir? Ya da hangi hayatın anlatılmaya değer olduğunu nasıl karar veriyorsunuz?
Ben çevremde gördüğüm insanlardan, yerlerden, karşılıklı konuşup yemek yediğim insanların hayatlarından parçalar kopyalıyorum aslında bilinçsiz olarak. Dolayısıyla bir film çalışması yaparken de o hayatların üzerinde biraz durduğum zaman çok şey çıkıyor. Biyografiye gelirsek: İki tarihi biyografi film de biraz şansa geldi. Hep bunu yapacağım diye bir şey yok; tam tersine çok farklı filmler yapmak istiyorum, her birinin değişik skalaları olsun yaptığım filmlerin. Elbet tarihi dram çalışmak güzel, biliyorsunuz Ayla da biyografi ve tarihi dram olarak geçiyor, dolayısıyla biyografi ilgimi çekiyor. Filmlere değerleri, insan ve yerlerin duygularını ve düşüncelerini katmak gerçekten çok keyifli oluyor. Hem benim için yapmak hem de seyirci için izlemesi güzel. Tarihimiz de bizim, hayat da bizim, sinema tarihi de bizim. Yapılmadık o kadar çok biyografi, o kadar çok gerçek olay, o kadar çok tarihi konu var ki... İnşallah özellikle platformlar desteklerini sürdürdüğü sürece bu tarz işler daha çok yapılacak, daha çok kabul görecek. Çünkü bu sofrada çok farklı lezzetler var. Üretirken de tüketiciyim de. Dolayısıyla kendimizi eğitmemiz açısından bir şeyler seyretmek açısından çok fazla katkı da sağlıyor. Biyografiler, gerçek hayatlar Türkiye'de çok fazla ama sinemalarda yer bulmak, bunları gösterebilmek daha zordu. Platformlarla işimiz daha kolaylaştı.
- Çocuk oyuncu Emir Ali Doğrul adeta Çağatay'dan rol çalmış filmde. İnanılmaz güzel oynuyor. Çocuk oyuncularla çalışmak nasıl? Yetişkinlerden daha mı zor?
Bütün bu yaptığım filmlerde genel olarak oyuncu performansı üzerine çok fazla eğiliyorum, bunu bütün filmlerde görebilirsiniz. Oyunculardan iyi bir performans bekliyorum. Oyuncuları daha özgür bırakıyorum, kendi karakterlerini duygu ve düşüncelerine göre oynamalarını istiyorum. Tabii ki yönetmen olarak çeşitli yönlendirmelerde bulunabilirim ama benim tarzım bu, oyuncunun görselin içine duygunun içine daha çok şey katacaklarına inanıyorum. Böyle bir çalışma sistemim var bütün filmlerde. Tabii şansa çocuklu filmler üst üste geldi.
Ben çocuklarla reklam filmi de çok çektim. Aslında hep "Çocuk ve hayvan olmasa rahat çalışılır" denir çünkü çok farklı çocuklar. Ama her zaman şuna dikkat ediyorum, çocuk kendini oyuncu olarak hissetmeli ve ekibin bir parçası olduğunu fark etmeli. Baştan sona bunların bilincinde olmalı. Dolayısıyla hepimiz aynı hedefle yürüyoruz. Küçük de olsa bunları ona anlatıyoruz çünkü sonuçta o da bir birey. Buna inanması ve buna özen göstermesi lazım. Tabii ki koçla ve psikolojik danışmanla çalışıyoruz. Yani hem pedagog, hem oyuncu koçu muhakkak oluyor. Çocuklar ezbere daha yatkınlar.
Emir Ali de, Ayla'daki oyuncumuz da kendi replikleri ile birlikte karşı tarafı da ezberliyorlardı, çok enteresanlar. Ekip olarak sevgi çemberi oluşturuyoruz, bunu mutlaka çalışıyoruz. Çocuk oyuncuların etrafına insan getirmemeye; dikkatlerini dağıtmamaya çalışıyoruz. Kağıttan Hayatlar için ben, oyuncu koçu, pedagog vardık o kadar, ailesi ya da ebeveynleri olmamasına dikkat ediyoruz. Bu tüm dünyada böyledir. Böylece beraber konuşuyoruz, beraber eğleniyoruz.
Çok dramatik sahneler var, Emir Ali bu sahnelerden çok iyi sıyrıldı. Ama biz hep birlikte oturup yemek yiyoruz, eğleniyoruz ve sahneye giriyoruz. Bu noktada sahne senin, bu işi bitiren sensin. Tabi Çağatay'dan da çok güzel duygular aldı, Çağatay da çocuklarla çok çalıştı. Çağatay'ın da çok özel bir yeteneği de var, Emir Ali çok güzel oynadı ve bizimle çok iyi anlaştı. En önemlisi bunun profesyonel bir şey olduğunu anladı. Çok başarılı olduk. Performansı çok iyi. Çok değerliydi benim için, çok daha iyi yerlere gelecek. Ama kendisini seyretmeyi sevmiyor, utanıyor. Hem montajda hem aradaki dublajda göstermek istediğimizde utandı. Bu da onun çocukluğundan geliyor yani, ne kadar büyük bir yüreği de olsa çocuk standardında kalıyor. Çocuklarla çalışmak zor ama işler rayına oturduğunda da harika gidiyor.
- Okurlar muhakkak Çağatay'la ilgili de sorular isteyecektir… Nasıldı onunla çalışmak?
Çağatay'la çalışmak çok keyifli. Çok farklı yerlere gidiyor, daha da gidecek eminim. Çağatay da her şeyiyle hikâyeye inanıp kendinden bir karakter oluşturdu. Çok zor bir karakteri çok iyi şekilde oynadı. Sahne sahne, karakter karakter, duygu duygu her adımda bunu önde tuttu. Ama izleyiciler bu filmde bambaşka bir Çağatay gördüler, görecekler.
Dünyanın her yerinden onu takip ediyorlar. Yakışıklılığı, karizması önde olsa da çok farklı bir karakter izleyecekler. Oyunculuğun aslında ne kadar önemli olduğunu Çağatay bu filmde çok net göstermiş oldu. Evet filmde aşk yok, aslında çok büyük bir aşk var; anne aşkı. Çağatay çok değerli. Çok değer veriyor, bu işe gönlünü vermiş bir insan. Bizimle birlikte okuyan, bizimle birlikte dert eden, bizimle birlikte mutlu olan, sayfa sayfa bu için içinde olan biri. Çok inandığım bir insandı, onunla çalışmaktan çok mutlu oldum. Çok bambaşka bir insan.
- Çağatay'ın canlandırdığı Mehmet karakterinin hikâyesi çok acı, filmin genel hikâyesine baktığımızda kağıt toplayıcılarının bir aile gibi olduğunu, birbirlerine bağlı ve destekleyici bir ortamda yaşadıklarını görüyoruz. Gerçekten böyle mi çünkü biz dışarıdan baktığımızda mafyanın elindeki çocuklar olarak biliyoruz bu çocukları, gençleri. Filmde sadece mıntıka dışına çıkmak konusunda zorluklar, kavgalar görüldü. İşin bu zor, mafyatik tarafını göstermeyi neden düşünmediniz ya da böyle bir tarafı yok mu işin?
Bizim senaryomuz, kurgumuz bizim anlattığımız tarafa daha yatkın. Başta söylediğim gibi bu arkadaşların hayatlarına girdik. Aslında bir buluşma noktaları var, bu kağıtların depolandığı birçok depo var, genellikle de kendi gruplarını oluşturmuş halde günde birkaç kere yaptıkları bu toplama işini depolara götürüp paralarını alıyorlar, bu insanlar dostlar, birbirleriyle arkadaş, birlikte yaşıyorlar. Dolayısıyla bu mafya dediğimiz insanlar da kağıt depolayıcısı.
Bu kamyonetlerin buluştuğu başka bir yer var, o kısmı bilemeyiz ama bu insanların sakin, kendilerine ait, güzel hayatları var. Danışmanımızla gördük. Kazandıkları parayla kendi cep telefonlarını alıyorlar, kulaklık alıyorlar, kendi içlerine dönüp sevdikleri müzikleri dinleyip rahatsız edilmemek istiyorlar, hayatlarına devam ediyorlar.
Kağıt toplamaları bittiğinde bizim algılayamayacağımız bir şekilde, hayatlarımıza girip sinemaya gidiyorlar, AVM'lere, deniz kenarlarına gidiyorlar. Sosyal hayatları da var yani. Kendi hayatlarında da bir umutla yaşıyorlar.
Paralarını kazanıyorlar ama bir parantez açmak gerekirse; geleceğe dair çok büyük planları olmuyor. Onun için o kıyafetlerini giyip, cep telefonlarını alıp hayatlarına devam ediyorlar. Evet zor bir hayat ama geri dönüşüme katkıları çok büyük. Bazı şehirlerde sigortaları yapılıp kadroya alınmaya başladılar. Çok değerli, son derece dürüst insanlar. Çok farklı hayatları var, bu yaşama alıştılar. İnşallah çok daha iyi şartlarda yaşama şansları olacak. Ama dediğim gibi çok sert taraflarını görmedik. Mıntıkanın durumu oradan çıkmak gibi çok ağır bir durumları olmuyor, hepsi kendi sınırlarını biliyor, her şeyin fiyatı farklı, o ayrımı da yapıyorlar, ayrıştırıyorlar, bunları yaparken de bambaşka bir hayat.
- İzleyiciler bunları izledikten sonra geri dönüşümle ilgili ne yapmalı sizce?
Bu tüm dünyanın sorunu. Küçük bir oğlum var ve okulda en çok bahsedilen konulardan biri bu. Geri dönüşüm mutlaka halledilmesi gereken bir konu, sadece bu insanlara da bırakılmamalı. Bu kadar karton, kağıt, cam, metal, alüminyum diye ayrılması bu sadece insan eliyle yapılır. Filmi seyrettikten bu insanların karşı kaldırımda karşımıza çıkacak olacaklarını, bu insanların ne kadar önemli iş yaptıklarını fark ettirebiliyorsak benim için en değerli konu bu. Yaşamları, tercihleri kendilerinin; ama daha saygılı, daha insani olabilir bence. Onlar hayatımıza çok katkı sağlıyorlar. Bu insanların aileleri yok ya da çok uzaktalar. Annenin, ailenin ne kadar değerli olduğunu bu filmle bir kez daha hatırlatabildiysek ne mutlu bize.