25 Aralık 2023

Titus Kompleks: İnsanın vicdan eksikliği

DasDas’ın yeni oyunu Titus Kompleks, 1500’lerden beri insanın değişmediğini anlatan bir oyun. Uluslararası bir kadro ile sahnelenen oyunun iki genç oyuncusu Elçin Afacan ve Doğukan Polat ile oyun ve oyunculuk üzerine derin bir sohbete daldık

Instagram’da 1.9 milyon takipçisi olan genç oyuncu Elçin Afacan ve en son 2023’ün en çok konuşulan dizilerinden birinde izlediğimiz Doğukan Polat, DasDas’ın yeni yapımı Titus Kompleks oyununda izleyiciyi beklenmedik duygulara sürüklüyor.

Shakespeare hikayelerini hep romantizm ve duygusallık dolu olarak düşünenleri şaşırtan Titus, Shakespeare’in en sert oyunu. Cinayeti bile romantik bir dille anlatan yazar bu oyunda ilk kez daha kanlı bir dil kullanıyor. Ama DasDas’ta izleyebileceğiniz Titus Kompleks’i şaşırtıcı yapan sadece hikayenin kendisi değil. Sahne tasarımı, alkışlamaya doyamadığımız müzikleri, kostümleri ve oyunculuk performansları ile Titus Kompleks Shakespeare’i başka bir boyuta taşıyor.

Olga Helen Bach ve Thomaspeter Goergen tarafından günümüze uyarlanan oyun, İlksen Başarır’ın çevirisi ve Türkiye kökenli Alman yönetmen Ersan Mondtag’ın yönetmenliği ile sahneleniyor. Mert Fırat ve Didem Balçın’ın başrollerinde olduğu oyunda Elçin Afacan ve Doğukan Polat’ın yanı sıra, Can Sipahi, Onur Dilber, Ferit Kaya, Hilal Attar ve Yalım Danışman muhteşem bir oyunculuk sergiliyor. Yalnız izleyiciyi uyarmakta fayda var: Bu oyun biraz tetikleyici ve hatta duygusal anlamda yorucu olabilir. Çünkü 1600’lerde yazılmış bir oyunda anlatılan “insani çirkinliklerin” günümüzde hâlâ ve hatta fazlası ile geçerli olması çok üzücü. Oyun günümüze uyarlanırken bugünün sorunlarına da yer verilince insan olmaktan utanmamak zor...

Bu düşüncelerle iki genç oyuncuyla sohbet edip Titus Kompleks deneyimlerini konuştuk.

Elçin Afacan-Doğukan Polat sahnede

-Titus Andronicus Shakespeare oyunları içinde en çok kan ve vahşet barındıran oyunu diye biliyoruz. Size teklif nasıl geldi, siz ilk neler düşündünüz bu oyunla ilgili?

Elçin Afacan: Didem Balçın beni aradı, oyunda olmak isteyip istemediğimi sordu. Bende gerçekten heyecanlandım ve çok oynamak isteyeceğimi ilettim. Sonrasında Titus Andronicus’u okudum. Oyunu okurken gerçekten dayanamayıp “Durmam lazım, kaldıramıyorum” dediğim oldu. Ben korku dolu, şiddet dolu ya da gerilimli filmdir dizidir kitaptır çok izleyip okuyamıyorum. O sebeple benim için biraz zor oldu.

Doğukan Polat: William Shakespeare’in yazdığı Titus Andronicus oyununu okul yıllarında okumuştum. Oyun bu haliyle de oldukça şiddet ve vahşet barındırıyor, oyun esnasında yer yer fiziki yer yer psikolojik şiddete şahit oluyoruz.

-1500’lerde yazılmış bir oyunun hala daha güncel olması, sanayi, mimari, teknoloji gelişirken insanın gelişmemesi, aynı hırslarla yaşaması neden sizce?

E.A.: Vicdanın eksikliği olarak görüyorum ben bu konuyu. Birçok gelişimi akla bırakıyoruz ki lazım. Fakat aklımızla geliştiremeyeceğimiz şeylerden biri vicdan bence. İnsan kalbinin varlığını hissetmeyi reddettiği her an evrimini tamamlayamadan yola devam ediyor olacak bence. Dolayısıyla hala şiddetin karşısında durmaktansa yok sayması, hırslarına yenik düşüp hatalarının bedelini yaşarken dahi farkında olamaması bundandır diye düşünüyorum.

D.P.: Günümüz yaşantısıyla paralel akan olay örgüleri ve benzerliklere tanık olmakta insanı daha da dehşete düşürüyor. 1500’lerde de bunu yazdıran geçmişten o güne gelene kadar insanlığın yine aynı olmasıydı sanırım, onlar da o günün modernleriydi. Sanayi ve teknoloji insanlığa bir hız ve kolaylık sağladı ama estetik olarak aynı şeyi söyleyemiyorum. Mimari olarak estetik olarak eski yapılardan ve dönemlerden geri olduğumuzu düşünüyorum. Oyunumuzdaki dekor mimarisi de tam olarak günümüz mimarisinin ve ilişkilerinin çarpıklığını vurguluyor.

-Sahne hazır olduğunda ilk gördüğünüzde ne hissettiniz? Sahne tasarımı izleyiciyi de dahil ediyor bence. Hikayeye katkısı ne bu tasarımın?

D.P.: Oyunun metni ile birlikte sahne tasarımı ve dekor birbirini tamamlayan çok güçlü bir ifade oluşturuyor. Bu tasarım Karakterleri ve oyun örgüsü ile birlikte yaşananlara tüm şeffaflığıyla seyirciyi de ortak ediyor. Bu proje çok fazla dikkat ve konsantrasyon gerektiriyor çünkü sahne üzerinde birçok şey aynı anda işliyor bir yandan koca bir bina dönerken bir yandan kameraların sizi çektiği aynı zamandan da repliğinizi söylediğiniz ve teknik anlamda da çok fazla dinamiğin çalıştığı bir ortam. Bunları oturtmak da hayli stresliydi.

E.A.: O kadar büyüleyici ve heybetli duruyor ki öncelikle çok etkilendim. Sonra ilk hissettiğim biz bunun içinde bu ev dönerken nasıl koşuşturacağız oldu. Bir ufak tedirginlik geldi. Sonra içine girince en küçük detayına kadar düşünülmüş bu evde oyun oynamak ne kadar zevkli olacak diye düşündüm. Ve şu an çok büyük keyif alıyorum böyle bir dekorda oynadığım için. Yönetmenimiz Ersan Mondtag mükemmel bir tasarım yaptı. Ben izleyici olsam içine girip gezmek isterdim.

D.P.: Ersan Montag dekor, sahne ve kostüm tasarımında harika bir iş çıkardı. Bu harika tasarımları uygulayan zanaatkar dostları da ayrıca tebrik etmek isterim.

 

“Saygının ve sevginin daha güçlü olduğu bir çevrem oldu hep”

-Elçin, muazzam bir oyun sahneliyorsun! Çok da zor bir karakter. Duygusal olarak özellikle sizin karakteriniz çok vurucu. Nasıl hazırlandın bu role?

E.A.: Çok teşekkür ederim öncelikle. Karakterin yaşadığı şeyleri hissetmeye odaklanmak açıkçası çokta zor olmadı. Dünyamızda hala bugün ailesi tarafından istismara uğrayan şiddete maruz kalan bir sürü insan var. Hatta her gün bu haberlerle uyanıp bu haberlerle uyuyoruz. Ve açıkcası oyunda tam olarak bu istismarı yaşayan insanların sesi olduğunu düşündüğüm bir bölüm var. Beni motive eden en önemli unsurlardan biri bu bölüm. Herkesin duyabileceği bir sesle söylediklerimi söylemek bana iyi hissettiriyor. Hatta keşke lavinia’nın söylediklerini herkes duyabilse.

-Hayatta hiç; gerçekten hiç duyulmadığın, anlaşılmadığın hissine kapıldın mı oyundaki karakterin gibi? Nasıl baş ettin?

E.A.: Bu hisse kapılmadım dersem yalan söylemiş olurum. Çok zamanlar, çok kere hissettim ben bu hissi. Hayvanlar hakkında, kadınlar hakkında, insanların yaşam standartları hakkında çocuklar hakkında, eğitim hakkında… Fakat tabii yakın çevremi buna göre şekillendirdiğimden, birinci derecede böyle hissettiğim olmadı. Belki aşk konusunda diyebilirim. Bazen sanki ben konuşmuyormuşum benim söylediğimin bir önemi yokmuş gibi hissettiğim oldu. Ama haricinde şükürler olsun bir yolunu hep buldum. Ve yine şükürler olsun ki saygının ve sevginin daha güçlü olduğu bir çevrem oldu hep.

-Prömiyer günü ilk kez seyirci karşısında oynayınca neler hissettiniz?

E.A.: Açıkçası çok heyecanlıydım. Fakat bir güzel tarafı var benim için oyunun; oyunda iki katlı bir bina olduğu için başlangıçta ben oyuna başlarken seyirciyi görmüyorum. O sebeple aslında garip; hem seyircinin olduğunu bildiğim hem de onları tam görmediğim; yani yüz yüze gelmediğimiz bir sahneyle başlıyor oyun. Bu sebeple biraz daha rahat başladım diyebilirim. Tabii siz benim rahat dememe bakmayın. Zangır zangır titremedim diyelim! Kuş kadar titredim daha doğru olur. Sonrasında seyirciyle ilk kez yüz yüze geldiğimde inanılmaz bir heyecan ve haz doldum. Çok özlemişim. Fakat oyunda o kadar çok kollamamız gereken durum var ki pek uzun süre bu hissi devam ettiremiyorsun.

-Sesinin ne kadar muhteşem olduğunu öğrendik bu oyunla! Oyunun şarkıları zaten apayrı şahane. Canlı şarkı söylemek, buna hazırlanma sürecinden de bahsedebilir misin?

E.A.: Çok teşekkür ederim. Oyunumuzun dramaturgu çok güzel sözler yazmış. Fakat Almanca edebî bir metin yazdığı için biz Türkçeye çevirirken ve bunu şarkının sözlerini müziğe uyarlamaya çalışırken baya zorlandık. Sağ olsun oyunumuzun vokal koçu Kübra Şenyaylar bize yardım etti. Ve bence çok güzel eserler çıktı ortaya. Ben biraz panik bir insanım. Şarkı söylerken bu daha da üst seviyelere çıkıyor. Umarım hakkını verebilmişimdir. Ayrıca oyunumuzun müziklerini besteleyen sevgili Tristan Brusch’un hakkını da vermek lazım yaptığı tüm eserler şahane oldu. Süreçte hazırlanırken sürekli gece gündüz şarkıyı söyleyerek ve dinleyerek hazırlandım diyebilirim. 

“Mevki, makam çok konforlu ve kolay alışılan standartlar”

-Doğukan, senin canlandırdığın karakter bir yönetici ve asırlardır “yönetici” koltuğundaki kişilerin özellikleri veya çevresindekiler pek değişmemiş, oyunda da gördüğümüz gibi. İnsanlar seçmeyi mi bilmiyor yoksa yöneticiliğin özünde “çirkinliklere de bulaşmak” mı var?

D.P.: Bu oyunda halkın pek bir seçim şansı yok, oynadığım karakter ise bir şirketin yöneticisi bu da babadan oğula geçmiş. Mevki, makam çok konforlu ve kolay alışılan standartlar silsilesi, bırakmak ya da bir başkasına devretmek kolay olmayabilir.

-Oyunda yapay zekâ kurbanı bir eşsin aynı zamanda… Yapay zekanın olası boyutları korkutuyor mu heyecanlandırıyor mu?

D.P.: Yapay zekâ beni heyecanlandırıyor, sanırım iyi ellerde çok faydalı işlerde kullanılabilirken kötü ellerde de korkunç bir silaha dönüşebiliyor. Karakterin yapay zekâ kurbanı olduğunu düşünmüyorum bu arada, daha çok kendi yargılarının ve düşünce yapısının kurbanı olduğunu düşünüyorum. Bu durum karşısında herkes aynı tepkiyi vermeyebilir.

-Kulisten inip sahneye çıkmadan önce aklınızdan neler geçiyor?

D.P.: Seyirciler ne güzel rahat rahat yerlerine oturuyor diye düşünüyorum, giydiğim çoraplar uğurlu gelecek mi diye düşünüp her oyun farklı renk çorap giyiyorum. Bir de oyun içerisindeki kullandığım yanımda olan aksesuarları kontrol ediyorum, bir de şapkamın tam ortasında bir ayna var acaba tam ortada mı diye oyuncu arkadaşlara soruyorum.

E.A.: Oyunda cebimde olması gereken aksesuarlarım oradalar mı diye kontrol ediyorum en son. Son düşündüğüm genelde oyunun hatasız başlaması için şarkının girişi oluyor. Sonra pek bir şey düşünmeye de zaman olmuyor. Bir ritüelim var, evet. Duamı ederim sahneye çıkmadan. Şarkıyı bir kere kendi kendime söylüyorum ve oyun arkadaşlarımın bundan haberi yok ama oyun başlamadan hepsinin gözlerine bakıp içimden, “İyi oyunlar başaracağız. En iyi oyunumuz olsun” diyorum.

-Tiyatro açısından zengin bir dönemdeyiz, hangi oyunlar var izlediğiniz ya da izlemek istediğiniz yakın zamanda?

D.P.: Bu yıl güzel oyunlar izledim Eylül, Taxim, Jykel Hyde, Cimri, Amadeus, Timsah Ateşi, 1923 Müzikali, Deli Bayramı, Bütün Çılgınlar Sever Beni, Mağrur Fil Ölüleri, Küçük Prens, Münasebetsiz bu sezon izlediğim oyunlar. Saatleri Ayarlama Enstitüsü ve Kel Diva’yı merak ediyorum ilk fırsatta gideceğim.

E.A.: Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü çok izlemek istiyorum. Serkan Keskin’i sahnede izlemek çok keyifli bir şey. Bunu kaçırmak istemiyorum.

-Uluslararası bir ekiple sahneleniyor oyun. Oyunu çıkarma süreci nasıldı sizin açınızdan? Daha önceki oyunlarınızdan farklı bir süreç geçirdiniz mi?

E.A.: Açıkçası böyle bir prova sürecini ilk kez geçiriyorum. Ve çok keyifliydi. Ne yapacağını çok iyi bilen, hayal gücü inanılmaz gelişmiş, oyuncuya tam isteyeceği gibi bir özgürlük alanı tanıyan, her fikre açık bir ekiple çalıştık. İlk günden itibaren yönetmenimizin kafasında her şey çok netti. Ve tabi bu netlik süreç içerisinde kişinin rolü çıkarmasında çok faydalı oluyor. Ben çok keyif aldım süreçten. İyi ki böyle bir projenin içerisinde bulunmuşum. Ve iyi ki böyle bir ekiple bu işi yapmışız.

-Çok güçlü bir oyuncu kadrosu var Titus’ta. Sizin için nasıl bir deneyim süreci oldu?

E.A.: Tüm oyuncu arkadaşlarım çok değerli insanlar. Hepsiyle bir arada olmaktan onur ve mutluluk duyuyorum. Hatta o kadar şanslıyım ki gerçekten sürekli insanı motive eden, başarılı olacağımızı hissettiren, sevgi dolu ve neşeli bu kadar insan bir kerede nasıl bir araya gelir diye düşünmüşlüğüm var. Aman nazar değmesin!  Hepsi ayrı ayrı çok kıymetli. İyi ki onlar. Sürecimin çok daha sağlıklı geçmesine sebep oldukları için. :)

-İlk izlediğiniz oyunu hatırlıyor musunuz?

E.A.: Müthiş bir soru. Açıkçası hatırlamıyorum. Ben küçükken babam ve annem beni oyunlara götürürdü her hafta sonu. O sebeple ne izlediğimi hatırlamıyorum. Ama daha iyi bir şey hatırlıyorum; bana hissettirdiği şeyi. Mutluluğu. Ailemle olmanın gülmenin neşenin ve büyülenmenin hissini hatırlıyorum.

D.P.: İlkokulda şehir tiyatrolarında Taylan Erler'in oynadığı bir çocuk oyunu izlemiştim, büyüleyiciydi.

-Sizi başka nerelerde göreceğiz 2024’te?

E.A.: Bir projemiz var. İspanya’da yayınlanmak üzere çekilecek bir dizi, “Asya”. Orada oynayacağım, çekimleri yeni başlayacak. Yurtdışında prova süreci devam eden bir projem var. Şimdilik bu şekilde.

D.P.: Yeni sezonda TRT ekranlarında “Ağlayan Gelin” adlı dizide olacağım, çekimleri henüz başladı. Ocak ayı gibi ekranda olur diye düşünüyorum. “Hayatla Barış” adlı bir sinema filminde konuk oyuncu olarak yer aldım. Bir de müzik alanında da müzisyen dostum Cem Yıldız ile yeni bir nefes seslendirdik, ocak ayında o çıkacak.

 

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Starsailor’ın vokali James Walsh: Kadın sanatçılar inanılmaz şeyler yapıyor ve şu an dünyayı ele geçiriyorlar

"Solo müziklerim tamamen bana ait. Benim etkilendiğim şeylerden çıkıyor lirikler. Grubun müziklerinde ise sözleri ben yazsam da, hoşlarına gitmeyen bir şey olduğunda hemen söylerler ve herkes şarkıya kendi katkısını yapar"

Biz, siz, onlar ve köpekler

İnsanların yaptıklarının ve yapması gerekip yapmadıklarının cezası köpeklere kesildi. Peki şimdi toplanıp slogan atmaktan başka bir şey yapacak mıyız yoksa babası tarafından cezalandırılmış çocuklar gibi inatlaşmaya devam mı edeceğiz? Uzun bir yazı bu. Uzun bir sorgulama, yüzleşme, iç dökme

Lionel Boyce, The Bear'ı anlattı: Her şey bir fikir olarak başladı, ikinci sezonda gerçeğe dönüştü, peki şimdi ne olacak?

Disney+'ta yayınlanan ve yıllar sonra 2020'lere dönüp bakınca muhakkak kült diziler listesinde olacak The Bear, üçüncü sezonunda ilk iki sezonu alıp ortaya her saniyesi önemli, anlatım dili ile çıtayı çok yükseltmiş, tadı damakta kalan bir sofra kuruyor. Dizinin basın toplantısından notlar ve Marcus'u canlandıran Lionel Boyce ile sohbetimiz de üçüncü sezonun etkisi ile gerçekleşti

"
"