Olan ilkbahara oldu. Distopik bir film izlercesine izliyoruz olan biteni. Ülkeden ülkeye sıçrayan virüs ile bir oyunun puan levhasındaki rakamlar gibi artıyor ölüm sayıları. Güzelim bahar dallarını umursayan pek yok bu bahar. Neyse ki sahillerde hâlâ babasının tuttuğu ilk bisikletini sürmeyi öğrenen kız çocuklarının kahkahâlârı arada duyuluyor. Kuşlar da hiçbir şeyden habersizmiş gibi ötmeye devam ediyorlar. Çiçekler renk renk fışkırıyor topraktan.
Hadi bunu sesli söyleyen ilk ben olayım; "Korona belki de güzel bir şeydir" diye düşündüğüm anlar var. Belki de dünyanın donmuş bir telefon/bilgisayar gibi kapanıp açılmaya ihtiyacı vardır. 2020'de teknolojik aletleri düzeltmenin en kolay yolu bu değil mi hâlâ? Belki dünya için de geçerlidir bu. Amerikan Borsası'nın bile işlemlerini durduğu bir dönemde, uçaklar uçmaz, insanlar sokağa çıkmazken belki de bu sadece dünyanın kendi kendini resetlemesidir… Üstelik bu sayede dünya seneler sonra ilk kez karbon salınımını azalttı. Küresel ısınma ilk kez yavaşlama gösteriyor.
(Diğer yanda hangi bin yılın 20'lerinde olduğumuzu da karıştırmak mümkün: Biten katı gıda stokları, dünyada büyük bir salgın, İtalya başta olmak üzere Avrupa'da kaos, ufukta büyük bir ekonomik kriz ve artan sağcılık… Hangi '20'ler bu?)
Belki de bu virüsün çocukları yaşlılar kadar etkilememesinin bir sebebi vardır… Dünyanın kıymetini bilen, atalarının öfkesinden arınmış, eşitsizliklere yol açan yargılardan uzak nesilleri tercih ediyordur belki de dünya. İnsanlığa ikinci bir şans veriyordur, herkesin eşit olduğu bir şans.
Çünkü aslında hayatta her birimiz sadece tek bir yerde eşitiz: Ölümün karşısında. O bile tam bir eşitlik sayılmaz. Kimi acı çekerek ölürken kimi mışıl mışıl uykusunda göçüyor. Kimisi daha yapmak istediği onca şey varken, hiç istemeden gidiyor, kimi yaşlılığını bile sonuna kadar kullanıyor.
Ama şimdi, hepimiz, 8 milyarın her biri, onlarca yıl sonra ilk kez aynı şekilde ölme tehdidi ile karşı karşıyayız: Aynı virüs dolayısıyla, öksürerek, bir tedavi bulunmasını umut ederek. Ne savaşlar ne aşklar şimdi nafile. Herkes can derdinde.
Ne yazık ki yine de korkarken eşit değiliz. Evini makarnayla, kolonyayla, buzdolabını etle sebzeyle doldurabilenlerin yanında aynı imkanların yarısına bile sahip olamayanlar var.
Henüz marketteki son makarna paketi için kavga edenleri görmedik ama olursa da şaşırmam. Çünkü kısa hayatlarımızda nihayet bu derece ciddisi (ve gerçeği) ile karşı karşıya olduğumuz salgının içimizdeki birlik duygusunu ortaya çıkaracağından şüpheliyim.
Hali hazırda birbirine öfke besleyen, saygıdan bihaber bir toplum olarak, tehlike karşısındaki bireyciliğimiz, içimizdeki asıl virüs olacak.
"Ben gencim, bize bir şey olmaz" diyen gençlerin yakınlarındaki yaşlılara virüsü bulaştırma riskini düşünmemeleri, yaşlılığı bir silah gibi kullanan yurdum yaşlılarının aile fertlerinden, çevresindekilerden yardım isterken virüsle temas etme riski, en sağlıklı insanı bile hasta edecek havasızlıktaki otobüsler, metrobüslerden inip binerken zorla yanındakileri ittirenler, sırasını beklemeyenler, temizliğin sadece su ve sabundan ibaret olduğunu öğrenemeyenler, sokaklardaki insanlar, mülteciler, kendinden daha şanssız olanlarla hâlâ daha empati kuramayanlar, hepsinden öte kolonya, maske ve benzeri ürünlerin fiyatlarını artıran fırsatçılar bu virüsten bile daha tehlikeli olanlarımız.
Belki de bu salgın sayesinde insanlığımızı yeniden hatırlarız. Bu ülkede büyümüş insanlarda sıfır seviyesinde olan kişisel alana saygı kavramını öğreniriz. Ellerimizi yıkamayı, yaz aylarında en pis kokan milletlerden olmamayı, AVM'lerde değil açık havada, doğada yaşamayı öğreniriz. Yeniden birbirimize kolonya ikram ederiz. Hatta belki şu "kafa tokuşturma" selamlaşması biter. Belki metrolarda inenlere öncelik vermeyi bile öğreniriz…
Biliyorum, çok iyimserim ve ilkbahar çiçekleri öyle güzeller ki, kimse onların farkına varmayınca kalbim kırılıyor.
Ama yine de bir umut… Belki bu sayede yaşamanın, başarının bireysel bir iş olmadığını hatta iş olmadığını öğreniriz. Dünyayı Instagram için ya da her gördüğüne burun kıvırmak için değil; sevecek, keyfine varacak, mutlu olacak daha fazla şey bulabilmek için gezeriz. Daha çok güleriz, daha az kızarız kendimize ve haliyle sevdiklerimize, sevenlerimize, hatta hiç sevmediklerimize.
Korona karar vermenizi istiyor
Hayatında hiç İtalya'ya gitmemiş, İtalya'nın sarı sokaklarına, yemeklerine, tarihine hayran kalmamış, minik Fiat otomobiller ve Vespalar arasında yürümemiş, İtalya'nın muazzam gün batımlarında gülümsememiş kaç binlerce kişi için artık İtalya sadece Korona ile anılacak? Kaç kişi belki de Roma'da filmlerde gördüğü şu çeşmeye para atıp dilek tutma hayalini gerçekleştiremeden öldü ve ölecek?
Onlardan biri mi olacaksınız yoksa yaşayacak mısınız? Korona şimdi size bunu soruyor.
Ben mi çok iyimserim yoksa tam da şimdi tüm o hırslarımızı, kavgalarımızı, nefretimizi, komplekslerimizi bir yana bırakıp düşünme vakti değil mi? "Ben ne yaptım" diye düşünme ve güzel anlarımızı hatırlayıp daha güzellerini yaratmak için yaşama vakti... Yoksa çalışmak, daha çok çalışmak, düşünceler ve olasılıklar hakkında konuşmak, para kazanmak ve bankada biriken paralarınla, gayrimenkullerinle kendini başarılı saymaktan mı ibaret hayat? Annenden babandan öğrendiğin duyguları, davranışları devam ettirmek ya da onların tam tersi olmaya çalışmaktan mı ibaret?
Korona olduğunu bildiği halde yanına gelecek biri var mı hayatında?
Kaç kişiyi gülümsettin bugüne kadar? Kaç kişinin içi seni hatırlayınca sıcacık oluyor? Kaç kişi şu an Korona olduğunu bilse seni arayacak? Hatta Korona olduğunu bildiği halde yanına gelecek biri var mı hayatında?
Ne kadar cesur oldun bu hayatta? Ne kadar risk aldın? Yeri gelince her şeyi bırakıp gittin mi? Özür diledin mi içtenlikle? Yaptıklarının, sözlerinin sorumluluğunu aldın mı? Hatalarını kabul edebilecek kadar, kendine saygı duyacak kadar cesur oldun mu? Hepsini bırak, sevdiğin bir müzisyeni görünce gidip konuşacak, onu rahatsız etmeden birlikte fotoğraf çekecek kadar cesaretin oldu mu? Yoksa sevdiğin her şeyin yanından uzaklaşmasını mı izledin?
Sevdin mi gerçekten? Kendine rağmen, tüm olumsuzluklara rağmen çözümler üretecek kadar sevdin mi? Sırf onu mutlu etmek için, sana anlamsız gelen şeyler yaptın mı? O üzülünce tek yapman gerekenin sevgi dolu bir kucaklama olduğunu anlayabildin mi? Huzursuzluğu mu seçtin egonu, haklı olmayı mı? Sevmeyi ve sevilmeyi mi seçtin yoksa kurbanı oynamayı, suçlamayı, kendinde olanı ona yansıtmayı mı?
Yeniden yeniden yeniden hayat kurabilecek kadar güçlü oldun mu? Sırtının ve kalbinin her bir milimetresi sonsuz derecede acısa da gülümseyerek sevdiğin işi yapmak için uğraştın mı? Sahi sen ne iş yapıyorsun? Bu dünyada tek bir insanı gülümsetebildin mi yaptığın işle? Tek bir insanda bile "yalnız değilmişim" hissi yaratabildin mi şu hayatta?
Hâlâ göremediğin onca şehir, onca şelale, onca deniz kenarı olsa da için rahat mı?
Korkmayı ve daha çok tuvalet kağıdı, makarna ve kolonya almayı bir kenara bırak da şimdi, şu an Korona'ya yakalandığını öğrensen ne hissederdin?
Hayatına teşekkür eder miydin? Kendine? Hayatında bir kişiye? Kimi arardın? Kim seni sevdiğini söylerdi bağıra bağıra? Kim Korona olsan da koşarak gelir, seni gülümsetmeye, güçlendirmeye çalışırdı?
Belki de bugün -henüz Korona'ya ya da başka bir virüse yakalanmamışken, henüz elimizde olmayan bir savaş yüzünden evimizden, ülkemizden sürülmemişken, bir doğal afet sonucu dımdızlak ortada kalmamışken kendimizle yüzleşme, hesaplaşma zamanıdır. Belki bir daha tarihte hiç kimse bizim kadar şanslı olamayacaktır ve hayatının ortasında bunları düşünme ve hayatta ikinci bir şans elde etme fırsatı yakalayamayacaktır.
Şimdi Korona'ya asla yakalanmayacağını ve başına senin elinde olmayan başka bir felaketin gelmeyeceğini öğrensen ne yapardın? Nasıl yaşardın? Yaşlılığını görecek olsan, nasıl bir hayata devam ediyor olurdu o yaşlı insan?
İkinci şansını iyi kullanman ümidiyle…