Son senelerde iklim grevinin başlamasına, iklim değişimine dikkat çekmeye yönelik protestoların olmasına neden olan İklim Değişikliği Konferansı'nın bu seneki zirvesi, 26. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP26 - 26. Conference of Parties yani '26. Taraflar Konferansı'), tüm tartışmaları, güzel haberleri, protesto görüntüleri ve iklim konusundaki uyarıları ile geçtiğimiz haftalarda Glasgow'da gerçekleşti.
Küresel ısınmaya yönelik hükümetler arası ilk çevre sözleşmesi olan UNFCCC'nin yürürlüğe girdiği 21 Mart 1994'ten bu yana, COP zirveleri düzenleniyor. Bu zirveler, C40 adlı 100 şehrin belediye başkanlarının oluşturduğu network ağının yıllık zirvesi. Her yıl düzenlenen zirve, Türkiye'nin de içinde bulunduğu 197 ülkeyi bir araya getiriyor. 2020, Covid-19 nedeniyle COP'un olmadığı tek yıldı. Üretilen zararlı sera gazlarının miktarını azaltmak, rüzgar ve güneş enerjisi gibi yenilenebilir enerji kullanımını artırmak, küresel sıcaklık artışını 1.5°C'nin altında tutmak ve az gelişmiş ülkelere bu hedefleri sağlamaları için maddi destek vermek amacı ile çözümler üretmek zirvenin gündemini oluşturan yıllık konular. Bunun yanı sıra her 5 senede bir ülkelerin verdikleri taahhütlerin yerine getirilip getirilmediği de kontrol ediliyor.
Seneler içinde özellikle Çin ve Amerika'nın zirvedeki taahhütleri kabul etmemesi ya da yerine getirememesi ile yeterli verime ulaşamayan ve zirveye katılan iş insanlarının, politikacıların böyle bir etkinliğe dâhi özel jetleri ile gelip "karbon emisyonunu azaltmak"tan bahsetmeleri zirvelerin protestolarla anılmasının sebebi olmuş, Greta Thunberg'in öncülüğünü yaptığı iklim grevlerine de ilham vermişti.
Bu sene durum geçen yıllardan farklı mıydı, daha başarılı oldu mu konusu hâlâ tartışılırken Türkiye açısından iki güzel haber vardı: Türkiye'nin iklim değişikliğiyle mücadeleye yardımcı olacak hedeflerin belirlendiği Paris Anlaşması'nı imzalaması ve bu doğrultuda hareket sözü vermesi ilk sevindirici haberdi. İkinci haber ise İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun BM ve C40 davetlisi olarak iki ayrı panelde konuşma yapmasıydı.
Tüm bu öne çıkan haberlerin dışında COP 26'da Türkiye'nin bir dokunuşu daha vardı: Arup tarafından altyapısı hazırlanan sanal sergi. Arup, dünyayı ve sürdürülebilirliği ön planda tutan projeleri ile tanınan İngiltere merkezli global bir tasarım ve danışmanlık firması. Türkiye dahil dünyanın farklı yerlerinde şubeleri var ve verdikleri hizmetler arasında Barcelona'daki meşhur La Sagrada Familia bazilikasının tamamlanma projesine danışmanlıktan tutun da Björk gibi sahnesi bir sanat eseri gibi olan müzisyenin turnesi için özel bir ses ve sahne tasarımı ile "akustik yankı odası" kurmak bile var. Arup, İngiliz Hükümeti tarafından COP 26 konferansının sürdürülebilirlik danışmanı olarak da görevlendirildi..
Arup'un altyapısını hazırladığı, COP 26 ülkelerinin zirve hedefleri kapsamındaki şehir projelerini anlatan sanal sergi bizi dünyanın dört bir yanında yolculuğa çıkarıyor ve farklı şehirlerin birbiri ile yarışan "sürdürülebilir şehir hayatı" çalışmalarını, hedeflerini anlatıyor. Global Cities Climate Action adresinden gezebileceğiniz sergi hâlâ daha açık ve tabii içinde İstanbul odası da var. Bu sergide İstanbul için hazırlanan İklim Eylem Planı ve Sürdürülebilir Kentsel Hareketlilik Planı ve bu planlar dâhilindeki hedeflere, projelere göz atabiliyorsunuz.
Biz de bu serginin ve başka şehirlerde de projeleri hazırlanan "sürdürülebilir şehir hayatı" kavramının detaylarını öğrenmek için Arup Türkiye Direktör Yardımcısı Maral Mitilyan ile buluştuk.
- Önce Arup nedir oradan başlayalım isterseniz…
Arup İngiltere merkezli, globalde 16 binden fazla çalışanı olan bir tasarım ve danışmanlık firması. Bu sergiyi İngiltere ofisimiz ile birlikte hazırladık. Arup'un C40 ile bir global çerçeve anlaşması bulunuyor. İstanbul odasının içini belediye ile birlikte yaptık. 1982'den beri Türkiye'deyiz. Merkezimiz İstanbul'da, Ankara'da da şubemiz var. Şu an 190 kişiyiz. Mimari, mühendislik, statik elektrik, sismik, ulaştırma, altyapı, enerji, sürdürülebilir şehirler, sürdürülebilirlik gibi alanlarda tasarım ve danışmanlık hizmetleri veren multidisipliner bir firmayız.
- Sürdürülebilirlik son senelerin trend kavramı oldu ve artık marketing amaçlı kullanılmaya başlandı, içi boşaltıldı. Olması gereken sürdürülebilirlik nedir ve inşaat sektörü ile tamamen zıt bir kavram gibi görünürken aradaki bağ nasıl kuruluyor?
Buna ben kendi yorumumu katarak cevap vereceğim. Belirli bir standardı tutturarak tasarım yapmamız gerekiyor ki sürdürülebilirlik amaçlarını yerine getirebilelim. Sonrasında geri dönüşümlü bir sistemi kurduğumuzdan emin olmamız gerekli. Bu kavramın içinin boşaltılıyor olmasının sebebi, işin teknik kısmını çıkarıp kavramsal hale getirmemiz. Oysa düşündüğünüz zaman şehirdeki her şey mühendislik ve mimari projelerden oluşuyor. Kavramları bir kenara bırakıyorum, sürdürülebilirlik aslında sayıya dayalı bir iş. Biz bunu düzgün kurguladığımızda nasıl mesela depreme dayanıklı binalar yapıyorsak, bunu da sismik mühendislik ile, ölçülerle hesaplarla yapıyorsak ve o zaman o bina depreme dayanıklı oluyorsa sürdürülebilirlik de aynı şekilde. Siz doğru kurguyu yaptığınız zaman, geri dönüştürülebilir malzeme kullandığınız, karbon emisyonunu gerçekten hesaplayarak kısıtlamayı hedeflediğiniz zaman doğru noktaya ulaşılır. İnşaat yapılırken sürdürülebilirlik kriterlerini ölçüp ortaya koymamız gerekli. O inşaat gerçekten bu kriterlere uyuyor mu? Yaşamı boyunca da bu projeyi gözlemlemek gerekli. Mesela şimdi dünya sıcaklığını 1.5 derece düşürme hedefi var. Nasıl ölçeceğiz biz bunu? Neye dayanarak, nasıl hesaplar yapacağız? Bana bu matematiği yapmadan sadece kavramsal konuşmalar yapılması nedeni ile içi boşaltılıyor.
- C40 ile Arup tam olarak nasıl bir işbirliği yapıyor?
C40 tam olarak şöyle işliyor: Bizim gibi bir teknik ekiple anlaşıp bir şehre geliyorlar ve şehrin iklim veya çevre dairesinden iklim ile ilgili verileri alıyorlar. Bu veriler alındıktan sonra mevcut durumu analiz ediyoruz. Elimizde ne var? Su, hava kirliliği, yağmur suyu oranı, ulaşım, hareketlilik… Bir altyapı hazırlanıyor. Sonra 4 farklı sektörde (Enerji, binalar, atık, su ve ulaşım) analiz yapılıyor ve bu analiz doğrultusunda 2050'de sıfır karbon oranına ulaşmak için hangi yollardan geçmeniz gerektiği ortaya konuyor.
- Peki bu eylem planı ortaya konduktan sonra bunun hayata geçirilip geçirilmediği ya da hangi oranlarda başarıya ulaştığı takip ediliyor mu?
Belirli ölçümlendirme kriterleri var. Bu kriterler çevre dairesi ile paylaşılıyor. C40 sene sonunda belediye başkanlarından bu kriterlere göre rapor istiyor ve web sitesinde yayınlıyor. Hatta rekabet ortamı yaratmak ve özendirmek için "en iyi 10" gibi listeler yapıyor.
- Sergide de İstanbul odasında belirtilen kriterlerden biri "iklim adaleti". Nedir iklim adaleti ve İstanbul'da bu kriter nasıl işleyecek?
Adalet her konuda söz konusu olduğu gibi, iklimde de var. İklim değişikliğinden en çok etkilenecek kesimler temsiliyeti daha az olanlar. Bu cinsiyet eşitliği ve sosyal kapsayıcılık ile parallel ilerleyen ve şehir geneli birçok konuda ele alınması gereken bir konu.
- İklim konusu konuşulurken Türkiye ve İstanbul özelinde inşaatlardan bahsetmemek imkansız. Eskiden şehir dışına doğru yayılan ve ciddi alanda ormansızlaşmaya yol açan inşaatlar artık şehir merkezinde, daha yüksek, daha lüks yapılar olarak karşımıza çıkıyor. Yurt dışında bu yeni yapıların "yeşil binalar" olmasına özen gösteriliyor. İstanbul'da bu yapıların çevreye duyarlılığı konusunda yeni düzenlemeler var mı?
Elbette, bu konuda yeni kriterler getirildi. Belli düzenlemeler yapıldı. İstenen sertifikasyonlar var. Gerek çevreye duyarlılık, gerek deprem yönetmeliklerine uygunluk açısından olması gereken düzenlemeler yapıldı. Ancak inşaat büyük bir sektör. Bu düzenlemelerin denetimini de yapabilmek gerekli. Denetleme olmadıkça gerisinin çok önemi kalmıyor.
- Şehir direnci diye bir durumdan bahsediliyor projede. Bunu açabilir misiniz?
Bu da bir strateji dökümanı aslında. O şehirde yaşamın devam etmesine engel olacak bütün doğal felaketler (yangın, deprem, pandemi, sel gibi) durumunda şehrin ne kadar hazırlıklı olduğunu görmek, kırılgan noktalarını belirleyerek bu kırılganlıklara çözüm bulma stratejisi diyebiliriz özetle. Bu felaketleri tek tek inceliyorsunuz, her birinin gerçekleşme riski ne kadardır, gerçekleşmesi halinde şehrin en çok zarar göreceği noktalar nerelerdir, nasıl bir zarar görecektir? Bu noktalar nasıl güçlendirilebilir? Güçlendirilse bile neler olabilir, neler yapılabilir? Diyelim ki belirli bir metro istasyonunu su basabileceğini tespit ettik. O zaman bu açıdan o istasyonu güçlendirmemiz, dayanıklılığını artırmamız gerekli. Buna çözüm sunulabilir ama çözülemeyecek noktalar var. Mesela depreme karşı şehrin belli bölgelerinin zarar göreceğini bilsek de güçlendirmemiz mümkün değil. O zaman bir B Planı oluşturmamız gerekli. Burada toplanma alanları belirlenecek, sığınak kurulacak, okul ve hastaneler başka yerlere taşınacak gibi…
- Ulaşım konusunda da çalışmalar yapıyorsunuz. Şehirden şehire elbette değişiklikler oluyor ama bizim kültürümüze göre ulaşım nasıl tasarlanıyor? Örneğin Arup, Kopenhag şehrinin metrosunu da tasarladı. Orada sıraya girme kültürü var, nüfus daha az. Bize göre nasıl şekilleniyor tasarlanan duraklar, araçlar?
Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkıınma Hedeflerini hedef alarak kültürel değişiklik hedefleniyor. Mesela daha çok bisiklet kullanımı artırmak, bisiklet kültürü oluşturmak. Ankara'ya Ankara Büyükşehir Belediyesi ile birlikte, Birleşik Krallık Dışişlerı ve Kalkınma Bakanlığı- Stratejik Ortağı Birleşmiş Milletler İnsan yerleşimleri Programı tarafından finanse edilen Küresel Geleceğin Şehirleri Programı Türkiye kapsamındabisiklet master planı yaptık ve çok ilginç sonuçlar çıktı bu planın analizinden. Amsterdam ve İrlanda ekiplerişmizle birlikte gerçekleştirdiğimiz bu tasarım- Ankara'da Büyükşehir Belediyesi hayata geçirecek. Genelde bisiklet denince parklar, bahçelerde bisiklet yolları oluşturma fikri geliyor ama biz dedik ki daha düşük gelirli mahallelere bisiklet yolu yapalım hatta o mahallelerde bisiklet alalım, kadınlar işe bisiklet ile gitsin. Bu mesela bir kültürel değişim istiyor. Buna nasıl ulaşacağız? Hangi kesimlere hitap ederse daha iyi olur? Neden bisiklet kullanmak istemiyorlar? STK'lar ile çalıştık. Kısıtları öğrenmek istedik. "Bisikleti park edecek yer yok" gibi kısıtlar var. Engelleri anlayalım ki çözüm bulalım. Bir de toplum tarafından nasıl karşılanıyor sorunu var… Bu nasıl değişecek? Yaptığımız tasarımların kültürel değerlere uygun olması gerekli. Bir de o proje, o komüniteye adapte olabilmeli. Biz hep tersini beklersek bir şey değiştiremeyiz.
- Sürdürülebilir Kentsel Hareketlilik Planı'ndan bahsedebilir misiniz?
Sürdürülebilir Kentsel Hareketlilik Türkiye'de ilk kez yapılan bir proje Türkiye'nin başka şehirlerinde de olacak. İstanbul'da sürdürülebilir ulaşım üzerine iki senedir çalışılıyor. Sürdürülebilir Kentsel Hareketlilik Planı sürdürülebilir hareketliliğe erişimi arttıran, uzun vadeli stratejiye uygun projeler üreten, kapasiteyi göz önünde bulundurarak diğer ulaşım modlarıyla entegrasyonu sağlayan, özellikle motorsuz ulaşımı destekleyen ve en önemlisi halkı ve paydaşları da sürece dahil eden bir plandır. İklim Eylem Planı ile birlikte yürütüldüğü için birçok farklı proje çıktıları olacak. Ocak-Şubat gibi detayları açıklanacak projenin.
- Son olarak şunu da sormak istiyorum; belirlenen hedefler, hazırlanan projeler harika ancak bunların yüzde kaçı gerçekten hayata geçirilebilecek ve bu hedeflere yüzde kaç oranında ulaşabileceğiz sizce?
Hedeflerin tamamına ulaşmak sadece İstanbul ya da Türkiye için değil tüm dünya ülkeleri, şehirleri için çok zor. Ancak iklim değişikliğinin ciddiyetinden bahsediyorsak ne yaparsak kâr şu anda. Bu hedeflere ulaşması maddi olarak öz kaynağı olmayan ülkeler için fonlar hazırlanıyor, yöntemler öğretiliyor. Tüm bunlar olması gereken adımlar. Zor hedefler olsa da umutluyuz ve doğru adımlar atılırsa ulaşılması mümkün hedefler.