11 Ağustos 2021

Avrupa’daki mülteci Türkler, Türkiye’deki yabancılar

Alman hükûmeti nasıl Suriye’ye tatile gidenleri tekrar ülkeye kabul etmiyorsa, bizler de aynı şeyi talep ediyoruz. Bizleri bu nedenle ırkçı olarak nitelendiremezsiniz.

Irak, Suriye ve Afganistan’dan ülkemize kaçan kişilerin varlığı artık halkın bir bölümünde rahatsızlık yaratmaya başladı. Bu rahatsızlıklar bazen ırkçı içeriklere varan söylemlerle ifade edilmektedir. Irkçı yaklaşımları peşinen reddettiğimi ifade etmeliyim.

Ancak bu “misafirlerden” rahatsız olan vatandaşların şikâyetlerini de ciddiye almak zorundayız.

Ülkemizde misafir edilen bu kişiler ile ilgili yapılan yorumlara en sert tepkileri iktidar ortaklarının taraftarları ve yazarları göstermektedir. Bu kesimin argümanlarının yetersizliği ve geçersizliğinden dolayı bu yazıya konu etmiyorum. Onlar sadece liderlerinin işaret ettiği yönde tepki gösteriyorlar.


Bu konuda tepki gösteren diğer bir kesim ise yurt dışında yaşayan, mülteci ya da göçmen statüsündeki Türkler ve Kürtlerdir. Bu arkadaşların önemli bir bölümü 12 Eylül zulmünden kaçıp, Avrupa ülkelerine yerleşmek zorunda kalmış, sol görüşlüler.

Kendi konumlarından dolayı, yabancıların varlığına her itirazı ırkçılık olarak görüyorlar. Ülkeye gelen her yabancının koşulsuz olarak kabul görmesini istiyorlar.

Oysa yabancı ülkeye sığınmanın da tanımlanmış kuralları ve süreçleri vardır.  Bu koşullara uygun kişilerin, gerekli süreçlerden geçtikten sonra bizlerle birlikte yaşamalarında hiçbir sakınca yok.

* * *

Ülkelerinden kaçıp, Türkiye’ye izinli ya da izinsiz giriş yapan kişilere güncel dilde mülteci denilmektedir. Oysa hukuk dilinde bu kişilerin koşulları mülteci statüsüne girmemektedir. Konuyu daha iyi anlayabilmek için önce kavram kargaşasını ortadan kaldıralım.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin yayınladığı tanımlara bir göz atalım:

“Mülteci, ırkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönmeyen veya dönmek istemeyen kişidir”.[1]

Bu tanım neticesinde mültecilere, uluslararası anlaşmalarla özel statü ve hukuki koruma sağlanıyor. Ancak bir kişinin mülteci olarak kabul görebilmesi için yukarıda belirtilen koşullara sahip olduğunu ispat etmesi gerekir.

Bir başka kavram ise “sığınmacı”dır. Sığınmacı; mülteci olduğu iddiasıyla ülkesini terk eden ama mültecilik statüsü başvurusu sonuçlanmamış kişilerdir.

Göçmen” ise, ülkesinden ekonomik veya diğer nedenlerle gönüllü olarak ayrılan kişi demektir.

Bir de “geçici koruma” statüsü verilen kişiler vardır.

“Geçici koruma kavramı; ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye dönemeyen acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak gelen yabancıları ifade etmektedir. Suriyeliler, mülteci ya da göçmen değil, geçici koruma altında kişilerdir.”[2]

İç içe geçmiş bu kavramları kavramadan ülkemizdeki bu misafirlerin yarattığı sorunları da anlayamayız.

* * *

BM’nin Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşmesi’nden aşağıdaki alıntıları yaptıktan sonra rahatsızlık konularını sıralayalım:

Söz konusu sözleşmenin 31 ve 32.maddelerine göre ülkelerinden kaçan mülteci adayları, sığındıkları ülkelerin yetkili makamlarına başvurarak ülkeye yasa dışı yollardan gelmelerinin nedenlerini belgeleri ile sunmak zorundadırlar.

Mülteci, sığınmacı ve geçici koruma statüsündeki kişiler, ülkelerindeki onları göçe zorlayan koşullar değiştiğinde, söz konusu sözleşmenin 5 ve 6.maddelerine göre ülkelerine dönmek zorundadırlar.

* * *

Şimdi gelelim yaşanan sıkıntılara:

Ülkeye, hangi statüde olursa olsun, yabancı “misafir” kabul etmenin birtakım kuralları olmalıdır.

Bu kişiler belli bir süre ikamet edecekleri yerlerde, ülkenin hukuki yapısı, kültürü, ahlaki değerleri, lisanı gibi konularda eğitime tabi tutulmalıdırlar. Ülkemize gelen Suriyeli sığınmacılar, belli bir süre çadır kamplarda, çok ilkel koşullarda ikamet ettirildikten sonra şehirlere dağıtılıp, kendi başlarına bırakılmışlardır.

Bu kişiler, ikamet ettikleri şehirlerde kaçak ve ucuz iş gücü olarak değerlendirilmektedirler. Özellikle inşaat işleri gibi fiziki güce dayalı işlerde, asgari ücretin altında, sigortasız olarak çalıştırılmaktadırlar. Bu durum bir yandan sığınmacıların acımasızca sömürülmelerine neden olurken diğer yandan da yerel insanların iş imkânlarını kaybetmesine neden olmaktadır.

Ülkenin önemli bir bölümü işsiz iken, devletin bu durumu görmezden gelmesi haklı olarak tepki yaratmaktadır.

Bu kişilerden maddi imkânları olanlar bulundukları illerde bakkal, manav, lokanta ve emlak ofisi gibi küçük işletmeler kurmakta ve kendilerine sağlanan vergi muafiyeti gibi ayrıcalıklardan dolayı yerel esnafa karşı haksız rekabet gücü elde etmektedirler.

Pandemi ile birlikte zor günler yaşayan yerel esnaf kirasını, vergisini, borçlarını bile ödeyemezken, bu kişilerin işlerini ellerinden almalarına tepki göstermeleri gayet doğaldır.

Maddi durumu kötü olan işsiz kesimin önemli bir bölümü ise yasa dışı işlere bulaşmakta, etnik mafya grupları oluşturmaktadırlar.

* * *

Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Finansmanını iyi yönettiğimiz için mültecileri Türkiye'ye alıyoruz, daha da almaya devam edeceğiz" diyor.

Peki finansmanı kim sağlıyor?

Suriyeliler ve Iraklılar için Avrupa Birliği ülkeleri, Afganlar içinse muhtemelen ABD. Bu insanların Türkiye’ye getirilmeleri insani amaçlardan çok siyasi ve mali amaçlar taşıyor. Bu çaresiz insanlar Avrupa ve Amerika’dan elde edilecek finansman için bir pazarlık unsuru olarak kullanılıyor.

Bu insanların, Avrupa ve ABD’den “finansman” elde etmek için ülkeye kabul edilmeleri insan haklarına aykırı değil midir?

Üstelik bu insanların hukuki statülerine de bir açıklık getirilmiyor. Zira mülteci statüsüne geçirilseler Avrupa ülkelerine göç ettirme tehdidi ortan kalkacak ve “finansman” akışı duracak.

* * *

Doğru olan yol bence şudur:

Ülkemize sığınan Irak ve Suriyelilerden, mülteci olma koşullarını sağlayanlar varsa, derhal bu kişiler belirlenip, mültecilik hakları tanınmalıdır.

Mültecilik hakkı demek, ülkeye adaptasyon süreci tamamlandıktan sonra yerel halkla eşit haklara sahip olmak demektir.

Geçici koruma statüsünde misafir edilenler ise, denetim altında bulundurulmalı, barınma, gıda, eğitim ve sağlık gibi temel ihtiyaçları karşılanarak, her türlü ticari faaliyetlerden men edilmelidir. Avrupa’dan gelen “finansmanın” amacı da budur.

* * *

Ülkemize sığınmış olan Iraklı ve Suriyeli kişi ve ailelerin büyük çoğunluğu geçici koruma statüsünde olduklarından, ülkelerindeki onları göçe zorlayan koşullar değiştiğinde, söz konusu sözleşmenin 5 ve 6. maddelerine göre ülkelerine dönmeleri gerekmektedir.

Her bayram tatilinde binlerce Suriyelinin, sınır kapılarından rahatça geçerek, Suriye’ye tatile gittiklerini ve haftalar sonra tekrar Türkiye’ye döndüklerini görmekteyiz. Bu durum, yukarıda belirttiğim nedenlerden dolayı Suriyelilerin varlığından rahatsız olan kitlenin tepkisini çekmektedir.

Bu kişiler günlerce ülkesinde kalıp, sonra tekrar Türkiye’ye dönebiliyorlarsa, onları göçe zorlayan koşullar değişmiş demektir. Dolayısıyla yukarıda belirtilen sözleşme hükümlerince Suriye’ye geri yollanmalarında ne hukuki ne de vicdani bir sakınca yok demektir.

(Almanya’nın bu durumda olan kişileri tekrar ülkeye girişini engellediğini basından takip etmiştik)

* * *

Şu anda sıcak konulardan biri de Afganistan’dan kaçan binlerce insanın, hiçbir makama başvurmadan, İran sınırından ülkeye girmesidir.

Kim oldukları, niye geldikleri, ülkede nereye gittikleri belli olmayan bu insanlar, vatandaşlarımız arasında haklı olarak kaygı yaratmaktadır.

25-30 yaşlarında olan bu kaçakların tamamı erkektir. Yanlarında hiç yaşlı, kadın ve çocuğun olmaması bu kişilerin sığınma amaç ve nedenleri hakkında şüpheler doğurmaktadır.

Afganistan ile Türkiye arasındaki mesafe yürünerek kat edilecek bir mesafe değildir. Ayrıca iki ülke arasında İran bulunmaktadır. Bu kişilerin göçünün organize bir şekilde gerçekleştiği, İran’ın da buna göz yumduğu aşikârdır. Bu durum bile tek başına, bu göçün nedenleri hakkında şüpheler doğurmaktadır.

Bu kaçakların, ABD’nin Afganistan’da kullanıldığı milis güçler olduğu iddiası bulunmaktadır. Nitekim ABD geçtiğimiz hafta bu şüpheyi doğrular nitelikte bir açıklama yapmış, sonra gelen tepkiler üzerine açıklamayı değiştirmiştir.

Bu kişilerin ülkede nasıl misafir edileceklerine dair, yetkili makamlar tarafından açıklanmış herhangi bir plan yoktur. Kontrolsüz bir şekilde ülkeye dağılan bu kişilerin hangi koşullarda ve ne kadar süre ile ikamet ettirilecekleri bilinmemektedir.

Ülkemizde uygulanan pandemi önlemlerine göre; Afganistan’dan turist olarak gelen ile son 14 günde bu ülkede bulunduğu anlaşılan 6 yaş ve üzeri yolcuların Türkiye’ye girişten azami 72 saat önce yapılmış negatif sonuçlu PCR test raporunu ibraz etmeleri gerekmektedir. Bu yolcular, valiliklerce belirlenen karantina otellerinde 10 gün süreyle karantinaya alınmaktadırlar.

Son günlerde ülkeye akın akın giren Afgan genç erkekleri ise ne PCR testine tabi tutulmakta ne de karantinaya alınmaktadır. Bu kişilerin başta Covid-19 olmak üzere pek çok başka bulaşıcı hastalığı ülkemize taşıma riskleri bulunmaktadır.

* * *

Avrupa’da yaşayan Türk mülteci kardeşlerimiz; sizlerin şu an bulunduğunuz ülkelere sığınma talebinde bulunduğunuz dönemde yaşadığınız yasal süreçleri hatırlayınız. O süreçler, bulunduğunuz ülkeye adapte olmanız ve kendi yaşamanızı kurmanızı kolaylaştırmanız için gerekli süreçlerdi.

Bizler de ülkemize sığınan geçici sığınmacılardan, içlerinde mülteci olma koşullarına sahip onların belirlenerek, sizin geçtiğiniz süreçlerden geçmelerini ve bizlerle eşit haklara sahip olmalarını istiyoruz.

Ama geriye kalan geçici sığınmacıların da koşullar oluştuğunda, güvenle evlerine dönmelerini istiyoruz. Bunu isteyenleri ırkçılıkla suçlayamazsınız.

Alman hükûmeti nasıl Suriye’ye tatile gidenleri tekrar ülkeye kabul etmiyorsa, bizler de aynı şeyi talep ediyoruz. Bizleri bu nedenle ırkçı olarak nitelendiremezsiniz.

Afganistan’dan göçenlerin ise ne mülteci ne sığınmacı ne de göçmen olamayacaklarına inanıyoruz. Bu milis güçlerinin ülkemizde çıkartacağı huzursuzluklardan tedirgin oluyoruz.

Bu kişilerin ülkeye girişinin engellenmesini ve ülkeye kaçak olarak girenlerin derhal geri gönderilmesini talep etmeyi ırkçılık olarak yaftalayamazsınız.

Ne olur birbirimizi suçlamadan önce biraz sakin olalım.

  


[1] https://www.multeci.org.tr/wp-content/uploads/2016/12/1951-Cenevre-Sozlesmesi-1.pdf

[2] https://www.istanbulbarosu.org.tr/HaberDetay.aspx?ID=14989&Desc=T%C3%BCrkiye%E2%80%99de-Bulunan-Suriyeliler%E2%80%99in-Hukuki-Stat%C3%BCs%C3%BC

 

Yazarın Diğer Yazıları

Pullarla Olimpiyat Oyunları'nın kısa tarihi: 1920 Antwerp Olimpiyat Oyunları

1920 Olimpiyat Oyunları, 20 Nisan - 12 Eylül 1920 tarihleri arasında Belçika'nın Antwerp şehrinde yapıldı. Bu oyunlar, I. Dünya Savaşı'ndan sonra düzenlenen ilk Olimpiyat Oyunlarıydı

Pullarla Olimpiyat Oyunları'nın kısa tarihi: 1912 Stokholm Olimpiyat Oyunları

Osmanlı Devleti'ni temsilen ilk kez 1906 Atina Ara Olimpiyatları'na İzmir'den ve Selanik'ten üç futbol takımı katılmıştı. Bu organizasyon, IOC tarafından Olimpiyat Oyunları olarak kabul edilmediği için, Osmanlı Devleti'nin katıldığı ilk Olimpiyat oyunları 1912 Stokholm oyunlarıdır

Pullarla Olimpiyat Oyunları'nın kısa tarihi: 1908 Londra Olimpiyatları

Açılış töreninde, sporcular ülkelerinin bayrakları ile Kral ve Kraliçe'nin önünden geçerek bayraklarını öne doğru eğmeleri gerekiyordu. ABD sporcuları bu kurala uymayarak Kral'ın önünden bayrakları dik olarak geçtiler. Finli sporcular ise Rusya bayrağı altında yürümeyi reddederek bağımsız yürüdüler

"
"