19 Mart 2020

Sudan, diktatör Ömer El-Beşir’i Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne teslim eder mi?

Yapılacak en acil iş ABD’nin, "Terörizme Destek Veren Ülkeler" listesine 1993 yılında dahil ettiği Sudan’ın artık bu kara listeden çıkarılmasıdır

Emeklilik döneminde kış ayları nedense daha zor geçiyor. Ankara’da emekli diplomat arkadaşlarla Tunalı Hilmi'ye yürüyüp simit-çay sohbetleri ile vakit geçirirken, bir hafta içerisinde Koronavirüs gerçeğiyle karşı karşıya kalarak maalesef evlere kapandık. Çocuklar, değil Tunalı Hilmi'ye, karşıdaki markete dahi gitmemize izin vermiyorlar. Sizleri bugün virüs obsesyonundan bir nebze uzaklaştırmak üzere Beyaz Nil ve Mavi Nil’in buluştuğu ülkeye, yani Sudan’a götürmeme müsade eder misiniz?

Sudan halkı, 6 ay devam eden protestolar sonucunda, 2019 nisan ayında, ülkeyi 30 yıldır baskıcı politikalarla idare eden diktatör Ömer El-Beşir’i iktidardan indirdi. Yüzlerce protestocunun hayatına mâl olan bu mücadele neticesinde, eski devlet başkanı demir parmaklıkların gerisine yollandı, yolsuzluk ve kara para aklama suçlarından 2 yıl hapis cezası aldı. Ülke, komşu Etiyopya’nın arabuluculuğu neticesinde, geçtiğimiz ağustos ayından itibaren, siviller ile askerlerin birlikte yer aldıkları geçici hükümet tarafından yönetiliyor. Üç yıllık geçiş dönemi ardından seçimler düzenlenecek ve sonunda Sudan, inşallah, demokratik bir yönetime kavuşacak.

Geçici hükümet, Darfur bölgesindeki silahlı muhalefet ile barış görüşmelerini sürdürüyor. Bu görüşmeler bünyesinde Darfur muhalefeti, El-Beşir’in Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne (UCM) teslim edilmesinde ısrarcı davranıyor. Geçici Hükümetin başındaki general Abdel Fattah Al-Burhan, suçluların ülke içinde veya dışında yargılanacaklarını ve Sudan’ın UCM ile işbirliği yapacağını duyurarak diktatör El-Beşir’in Lahey’e gönderilmesi hususunda yeşil ışık yaktı. Hartum’un bu sürpriz adımıyla birlikte, UCM’nin 2008 yılında, El-Beşir’i soykırım iddiasıyla suçlamasının yol açtığı tartışmaların tekrar alevlendiğini izliyoruz.

Roma Tüzüğü'nün yürürlüğe girmesiyle birlikte, 2002 yılından itibaren, Uluslararası Ceza Mahkemesi, taraf ülkelerin, soykırım, savaş suçu, insanlığa karşı suç veya saldırı suçu vakalarında, suçluları yargılayamamaları hallerinde devreye girmektedir. Hartum’un Ömer El-Beşir’i Lahey’e göndermesi, diktatörün Sudan içinde, yetkili Sudan mahkemesi önünde yargılanmasının mümkün olmadığını ilan etmek anlamına gelmektedir. UCM’nin, 2002 yılından bugüne, çeşitli girişimleriyle ve yargılamalarıyla, uluslararası toplum nezdinde başarılara imza atarak takdir toplamış bir mahkeme olduğunu ileri süremeyiz. Bilakis, batılı ülkelerin, cezalandırmak veya tehdit etmek istedikleri Afrika’lı liderlerin başını derde sokmak üzere bu yüksek mahkemeyi kullandıkları istikametindeki ortak kanaat giderek güçlenmektedir. ABD dahil birçok önde gelen ülkenin (Rusya, Hindistan, Çin, Endonezya, Türkiye vs...) UCM’ne taraf olmamalarına ilaveten, bu özel mahkemenin suç işleyen bir kısım ülkeler karşısında sessiz kaldığı, ancak bir Afrika ülkesi söz konusuysa harekete geçerek tutuklama kararları çıkardığı yönündeki eleştirilerin yaygınlaştığı dikkat çekmektedir.

ABD’nin UCM’ne yönelik tutumu, uluslararası ilişkilerde çifte standart uygulamalarına örnek teşkil etmektedir. UCM’nin kuruluşuna ilişkin çalışmalar sırasında ön saflarda yer alan ABD, Roma Tüzüğü'nün kabul edilmesinde öncü bir rol oynamış, başkan Clinton döneminde 2000 yılında tüzüğü imzalamıştır. Bilahare, başkan G.W. Bush, ABD yasaları uyarınca, Waşington’un UCM’ne taraf olamayacağını duyurmuş ve 2002 yılında imzayı geri çekmiştir. Başkan Obama döneminde ABD ile UCM arasında verimli bir işbirliği gerçekleştirilirken, Donald Trump’ın Beyaz Saray’a yerleşmesiyle birlikte, ABD- UCM arasındaki bağlar tam bir karmaşaya dönüşmüş ve ilişkilere gerginlik hakim olmuştur.

2017 yılı sonunda, UCM savcısının, Afganistan savaşı bünyesinde, 2003 yılından itibaren, Taliban milisleri, Afgan güvenlik güçleri ve ülkedeki yabancı askerlerin dahil oldukları ciddi savaş suçlarının araştırılmasına dair kararı, ABD-UCM ilişkilerinde ilave krize yol açmıştır. 2018 eylül ayında, ABD Dışişleri Bakanı Pompeo ve Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, Afganistan savaşı çerçevesinde ABD vatandaşları aleyhine soruşturmaya başlanılması halinde, UCM görevlilerine ABD’ne seyahat yasağı konulacağını ve mali yaptırımlara tabi tutulacaklarını duyurmuşlardır.

UCM yetkilileri, ABD’nin tehditleri karşısında önce geri adım atmışlar, ancak bu mart ayı başında Afganistan’da işlenen savaş suçlarıyla ilgili soruşturmadan vazgeçmeyeceklerini duyurmuşlardır.

UCM’nin etkinliğinin tartışıldığı, gerçekleştirdiği yargılamaların sorgulandığı, itibarının düştüğü bir dönemde, Ömer El-Beşir’in Lahey’e gönderilmesi mantıklı bir karar gibi durmamaktadır. Diktatörü iktidardan indiren örgütlü kitleler adı geçenin yargılanarak hesap vermesinde ısrarcıdır. Ancak, günümüz koşullarında, UCM’nin Sudan halkının adalet beklentilerini karşılama olasılığı hayli düşük gözükmektedir. UCM başsavcısı Luis Moreno Ocampo’nun, 2003-2008 yılları arasında, Darfur’da, Ömer El-Beşir Yönetiminin işlediği iddia edilen suçlar konusunda, Darfur’a hiç adımını atmadan, 2 savaş suçu, 3 soykırım suçu, 5 insanlığa karşı suç dosyası hazırlayarak, 4 ayrı tutuklama emri çıkardığı hatırlanacaktır. Başsavcının söz konusu iddialarının, özellikle soykırım suçu iddiasının, Yüksek Mahkeme içinde ve dışında, hayli tartışıldığı ve eleştirildiği bilinmektedir. Dönemin Hartum yönetiminin Darfur halkı aleyhinde soykırım planları hazırlamadığını, bölgedeki ayaklanmalar karşısında paniğe kapılan Hükümetin isyanı en ağır biçimde bastırmaya çabaladığını, Ömer El-Beşir karşıtları dahi itiraf etmektedir. Bu çevrelerin, UCM başsavcısı Luis Moreno Ocampo’nun medyatik suçlamaları konusunda, onlarca suça karışan diktatörün işlemediği yegane suç üzerinden tevkif müzekkeresine konu olmasını, alayla ve hayretle karşıladıklarını hatırlıyoruz.

Sudan belki de tarihinin en istisnai, hassas ve kırılgan döneminden geçmektedir. 30 yıl süren, islamcı, baskıcı, insan haklarını umursamayan, ülkeyi ikiye bölen, Darfur’da katliamlar yapan o kötü iktidar artık geride kalmıştır. 3 yıllık geçiş döneminin başarıyla tamamlanması ve demokratik seçimlerin barış içinde yapılacağı bir zemine ve yapıya kavuşulması açısından, uluslararası toplumun Sudan’a destek sağlaması büyük önem arz etmektedir. Ülkenin 2011 yılında bölünmesinde, Güney Sudan topraklarında 2013 yılından itibaren iç savaş yaşanmasında, binlerce Güney Sudanlının yuvalarını terk etmek zorunda kalmalarında, hayatlarını kaybetmelerinde dolaylı sorumluluğu bulunan batı dünyasının, üzüntü, acı ve gerginlik dolu 30 yılın ardından, demokratik bir düzene kavuşması bakımından Hartum’un yanında yer alması siyasi ve ahlaki zorunluluktur.

Yapılacak en acil iş ABD’nin, "Terörizme Destek Veren Ülkeler" listesine 1993 yılında dahil ettiği Sudan’ın artık bu kara listeden çıkarılmasıdır. Listede yer alan ülkelerin uluslararası finans kuruluşlarından destek almalarının ve yabancı yatırım çekmelerinin pek müşkül olduğu dikkate alındığında, Libya’nın 2006, Küba’nın 2015 yılında listeden çıkarılmalarına benzer şekilde, Hartum, daha fazla gecikilmeden liste dışına çıkarılmalıdır. Washington'un’un masum Sudan halkına yönelik köhne düşmanlığının artık hiç bir anlamı kalmamıştır.

Yazarın Diğer Yazıları

Sudan'da devam eden ordular savaşında Rusya taraf değiştirdi, BAE dünyaya meydan okuyor

Sudan'da 25 milyon insanın önümüzdeki dönemde açlıktan ölmelerini önlemenin yegâne yolu, RSF güçlerine sağlanan desteğin kesilmesiyle mümkün hale gelebilecek ateşkesin ilanından geçmektedir. Sudan’ı dost kabul eden ülkeler (Ankara dahil), petrol zengini BAE yönetimine, bir arada, çekinmeden ve yüksek sesle, General Hemedti ile ilişkiyi kesmesini duyurmalıdır/buyurmalıdır

İsrail futbol ve basketbol takımlarına niye yasak getirilmiyor?

Yakın gelecekte, İsrailli sporseverlerin artık yurt dışına takımlarını desteklemek üzere seyahat etmeleri giderek sıkıntılı hale gelecek, belki de mazide kalacak. İsrail'in bölgedeki saldırgan politikası devam ettiği sürece, İsrail vatandaşları ABD dışında bir yerlere seyahat edemez durumda kalacaklar

ABD, İsrail, Moldova ve Arjantin, hepsi Küba'ya karşı

Son ABD seçimlerini bir yandan T.C. vatandaşı bir yandan Küba dostu kimliğiyle izledim, aklı başında insanlar grubu içinde yer alıp Kamala Harris’in kazanmasını arzu ettim. Maalesef yine Trump kazandı, mazlum Küba halkının çilesi yine devam edecek

"
"