02 Nisan 2023

"Tanpınar'ın başyapıtı" ve "Türk modernizminin zirvesi" roman: Huzur

Beatrix Caner, kitaplarını Almancaya çevirdiği Tanpınar'ın, "önümüzdeki yıllarda" Türk ve dünya edebiyatlarındaki yerinin "daha net ve tarafsız bir şekilde" belirleneceğini, şimdiye dek böyle olmayışının gerekçesinin ona yönelik "konumsal bakış açısı" olduğunu özellikle vurgular. Ona göre "Tanpınar'ın uzun süre muhafazakâr ve sağ görüşlü bir yazar olarak görülmesi" yanlış bir değerlendirmedir çünkü Tanpınar, "çağdaş Türk edebiyatının sınırları içerisinde" ve edebiyatın yaygın ölçüleriyle değerlendirilmek yerine, "dünya edebiyatından kendine örnek aldığı yazarlarla karşılaştırmak" yöntemiyle değerlendirilmesi gereken isimdir

Edebiyatımızın hemen her güzel romanında -roman dışındaki metinlerinde de elbette- Dostoyevski'ye bir biçimde gönderme vardır ki edebiyatın iyi okurları bunu bilirler. Son dönem romancılarımız, yerli kaynaklarını keşfetmiş olmanın esenliğiyle olmalı bu kez de Tanpınar adına yer açıyor romanlarında. Geç de olsa Tanpınar'ı bulma, romandaki arayışın mutlu sonucudur diyeyim. Tanpınar'ın, hissi yakınlıklar kurduğu Dostoyevski'yi iyice keşfedişi, onun 1881'deki ölümünden elli yıl sonra olmalıdır. Tanpınar da 1962'de veda edişinden handiyse yarım yüzyıl kadar sonra bizdeki romancıların romanlarındadır.

Haldun Taner'de, "kurak toprağa düşmüş bir bitki hüznü yaratmış" Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962), çağdaş edebiyatımızın çok yönlü bir sanatkârı olmanın ötesinde, 'düşünür' olarak da bilinmesi gereken bir isimdir. Bu, tartışmasız böyle ise de Tanpınar adının Huzur romanıyla anılması, bir tür edebiyat geleneğidir. Kendisinin, "1932'ye kadar çok cezrî bir garpçı idim. Şark'ı tamamiyle reddediyordum. 1932'den sonra kendime göre tefsir ettiğim bir Şark'ta yaşadım. Asıl yaşama iklimimizin böylesi bir terkip olacağına inanıyorum. 'Beş Şehir' ve 'Huzur' bu terkibin araştırmalarıdır." (Varlık, 1 Aralık 1951), açıklamasıyla kendisindeki yerini belirlediği Huzur romanı, Tanpınar'ın külliyatında 'başyapıt' olarak yerini almıştır. Huzur romanını Nuran karakterinin büyüsüyle okuyanlar için okudukları aşk romanıdır, pek de yanılmış sayılmaz öyleleri. Ne var ki Huzur; zamanın, müziğin, tarihin, İstanbul'un romanı ve özetle 'kendimizi bilmek' romanıdır.

Huzur, yazarının söyleyişiyle "Sanatın başladığı yerde her şey susar ve hürmetle el kavuşturur." (Cumhuriyet, 4 Ocak 1958) tezini doğrulamak için yazılmıştır dense yeridir. Bir tarafıyla Tanpınar'a, diğer yanıyla dünya edebiyatına açılan bir kapı sayılması gereken roman, yine okunmalı ve roman için çok okumalıdır. Huzur, yazarının romanda, "Antalya'dan bahis" uyarısıyla ile sınırlı kalınmayıp baştan sona "dikkatle okumak, gizli bağları bulmak" titizliğiyle okunması gereken romandır. Burada yazdığım iki yazıda (Ufkumuzda 'Tanpınar' aydınlığı; 'Hikâyeler' kitabıyla Ahmet Hamdi Tanpınar) meramımı az çok anlatabildiğimi düşünerek yeniden ayrıntıya girmek istemiyorum. Yine de söyleyeyim; Huzur romanı ve yazarı Tanpınar bende, Hyperion kitabı için "Benim çiçeğimi koklayıp geçen de, bir şeyler öğreneyim diye koparan da onu tanıyamaz." diyen Friedrich Hölderlin hissiyatı uyandırır.

Türkoloji çalışmaları için vaktiyle Türkiye'ye de gelmiş Beatrix Caner'in, Tanpınar'ın Başyapıtı Türk Modernizminin Zirvesi: Huzur (çev. Rıza Alper, Kasım 2022) kitabını okurken ilk işim 'başyapıt' için sözlüklere bakmak oldu. Türkçe Sözlük (TDK, 2005), "başyapıt" ve "başeser" için "şaheser" demiş o kadar. Sözlük, "şaheser" için de "Kendi türünde mükemmel olan, üstün ve kalıcı nitelikte olan, başyapıt, başeser" ile "Değeri üstün olan, nitelikli" karşılıklarını vermiş. Misalli Büyük Türkçe Sözlük (Milliyet/Kubbealtı, 2011), 'başyapıt' ve 'başeser' sözcüklerine yer vermezken "şaheser" karşılığına, "Mükemmel ve çok üstün eser" ile "Üstün değerde" açıklamasını yazmış. Romanları arasından 'başyapıt' seçimi yapmak zor ancak kendisine sorulsaydı Tanpınar'ın önerisi de Huzur olurdu bence.

Macar asıllı Beatrix Caner (1954-2019)'in, yazarının ve edebiyatımızın başyapıtıyla ilgili incelemesini okurken Tarık Buğra'nın, yazdığı öykülerin her birini on liraya satarak "mesut ve mağrur geçinip giden" öykü karakterinin, yarışmaya katılmak için 'eser' göndermeye kalkışınca kendi yazarlığını sorguladığı "Şaheser Peşinde" (Milliyet, 2 Ağustos 1950) öyküsünü anımsadım nedense. Tanpınar, andığım öykü karakterinin "jüri" kaygısından edebiyatın iyi okurlarının onayıyla kurtulmuştur diyebilirim. Başyapıtı Huzur'un yazarı Tanpınar, yaratıcı yazı uğraşı dikkate alındığında, büyük romancı Balzac'ın, yaratıcı sanatçılara kılavuz kitabı, "yaratıcılığın sınırları ile sanatçının kusursuzluk arayışı arasındaki çatışmanın ağır bedelini" gösteren Bilinmeyen Şaheser romanının ressam karakteri Fronhefer bilinmelidir bence. Huzur, "hütte" inişinde Tanpınar'ın elindeki kitaptır.

Tanpınar'ın Başyapıtı, asıl olarak iki bölümlük bir kitap: 'Tanpınar' ve 'Huzur'. Kitabın, "Düşünür, Sanatçı ve Şair: Ahmet Hamdi Tanpınar" başlıklı açılış yazısı, "Değişen Bir Dünya: Tanpınar'ın Çağı" (s.21-57) bölümüne hazırlık oluşturmuş. "Bir Başyapıt: Huzur" (s.59-130) bölümünü, "Zaman ve Roman", "Mekân ve Roman", "İnsan Modelleri – Karakter Oluşumu"  ile "Geniş Bir Alan: Dil" yazıları takip ediyor. Okuyanları bilir ki Huzur romanı, ilaçlarla eve dönen Mümtaz'ın merdiveni çıkamayıp ilk basamakta "elleri başının arasında" oturmuşken, harbin başladığını duyuracak radyonun, "evin sessizliği içinde tek başına, hadiselerin gür sesiyle herkes için" konuştuğu bir umutsuzluk anıyla biter. Böyle bir sonun ne anlama geldiğini Caner, kitabının son cümlesiyle açıklar: "Tanpınar bu romanla dünya edebiyatına bir başyapıt kazandırıştır." Başyapıtın yazarını bilmemek olmaz elbette.

Caner, kitaplarını Almancaya çevirdiği Tanpınar'ın, "önümüzdeki yıllarda" Türk ve dünya edebiyatlarındaki yerinin "daha net ve tarafsız bir şekilde" belirleneceğini, şimdiye dek böyle olmayışının gerekçesinin ona yönelik "konumsal bakış açısı" olduğunu özellikle vurgular. Ona göre "Tanpınar'ın uzun süre muhafazakâr ve sağ görüşlü bir yazar olarak görülmesi" yanlış bir değerlendirmedir çünkü Tanpınar, "çağdaş Türk edebiyatının sınırları içerisinde" ve edebiyatın yaygın ölçüleriyle değerlendirilmek yerine, "dünya edebiyatından kendine örnek aldığı yazarlarla karşılaştırmak" yöntemiyle değerlendirilmesi gereken isimdir. Caner'in yakındığı bu 'konumsal bakış', bizdeki bazı araştırmacıların da dikkat çektiği bir yanılgıdır. Tanpınar'ın, kendisinden sonraki pek çok romancıya esin kaynağı oluşunu onun Doğu ve Batı kültürlerinin zenginlikleriyle beslenmiş olmasına bağlayan Caner, çok yönlü sanatkâr Tanpınar'daki 'kültür' birikimin, "alışılagelen halinden daha geniş bir anlama sahip" olduğuna dikkat çeker ki bu, romancının okurlarının tanıklığıyla da doğrulanabilir.

Hemen her kurmaca metin yazarının yazdıklarında, yazarın kendisinin dolaşıp durduğu sıkça söylenir. Bu gerekçeyle Caner, 'başyapıt' romandan önce onun yazarının yaşamına yönelik ayrıntılı bilgiler vermiştir. Değerlendirmelerde açıkça sözü edilmese de kurmaca metinler, çok zaman yazarının ayak izleri takip edilerek çözümlenmeye çalışılır. Bu bağlamda söz konusu edilen "eserlerindeki etkisi açıkça görülen derin bilgileri kendisinin ve ailesinin deneyimlerine dayanmakta" olan Tanpınar ise yazar ile eser bağlılığı ayrı bir önem kazanır. Bu yakınlığı, Tanpınar da "İkinci Cihan Harbi'nin başladığı gece ben, tıpkı kahramanım Mümtaz gibi bir hastanın başucunda, fakat ondan daha büyük bir hastayı düşünerek sabahladım." (Mücevherlerin Sırrı) açıklamasıyla doğrular. Tanpınar'ın okurları, onun yaşamıyla yazdıklarının yakınlığını bilmenin hazzıyla ayrı bir anlam yükler okuduklarına. Öyle ki Tanpınar'ın yazdıklarının her biri arasında, kendisiyle yakınlıklarını aratmayan bir bağlılık vardır. Sanki adıyla anılan 'yarımlık', yazdıklarıyla tamamlanırmış gibi eserlerinin eksiklikleri de birbirleriyle tamamlanır gibidir. Yalnızca bir kitap adıyla sözümü örneklendirecek olsaydım, Caner'in de bazı yazılarından yararlandığı Yaşadığım Gibi kitabı okunmadan Tanpınar'a açılacak kapının kapalı kalacağını söylerdim.

Mümtaz karakteri öne çıkarıldığında Huzur romanının 'sanatçı romanı' sayılabileceğini söyleyen Caner, romanın "yazım teknikleri açısından da İkinci Dünya Savaşı sonrasında pek çok yazarın yaşadığı hayal kırıklığı ve protest tavrın bir sonucu olarak ortaya çıkan savaş karşıtı romanlar kategorisine" eklenmesinden yanadır. Caner, "sadece savaş karşıtı değil, aynı zamanda faşizm karşıtı bir roman" saydığı Huzur'un, "bilimsel yöntemlerle yeterince" incelenmemiş oluşuna ve roman hakkında "şiirsel analizi hiç yapılmamış" olmasına da dikkat çeker. Tanpınar araştırmalarını çoklukla Oğuz Demiralp'e dayandıran Caner, başyapıtına benzer eksiklikle yazar Tanpınar'ın da yeterince yazılmadığını belirtir.

Tanpınar okurları, onun 'müzik' hassasiyetini yazılarında ve kurmaca metinlerinde görmüşlerdir. Mahur Beste ile Sahnenin Dışındakiler romanlarıyla Yaşadığım Gibi kitabının "Musikî" bölümü buna kanıttır. Tanpınar'daki müzik vurgusu, Yahya Kemal'in, "Çok insan anlayamaz eski mûsıkîmizden/ Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden" dizeleriyle açılan "Eski Mûsikî" şiirinin açılımı olarak okunabilir. Huzur romanını değerlendiren Caner, "dört karakter-dört bölüm" biçimiyle kurgulanan romanın "yapısı itibarıyla bir senfoninin kurallarına göre kurgulandığına" dikkat çekerek Mehmet Kaplan ve Berna Moran dışındakilerin romanın bu yönüyle ilgilenmemiş olmasından yakınır. Huzur incelemesinin sonunda romanın bölümlerini adlarıyla var eden dört karakter; Mümtaz "ana karakter", Nuran "baş kadın karakter", İhsan "rol modelli yan karakter" ve Suat da "yıkıcı ve sürükleyici güç" olarak ayrıca değerlendirilirmiştir. Caner'in, 'müzik' konusundaki değerlendirmeleri için Huzursuz Huzur ve Tekinsiz Saatler (Zeynep Bayramoğlu; 2007) kitabını görmesini isterdim.

Huzur romanının 'senfonik' yapısını bilmenin, önemli ölçüde romanı anlamak olduğuna vurgu yapan Caner, bu amaçla romandaki; savaş, ızdırap, Doğu, birey, öz biliş ve dünya tini benzeri motiflerden hareketle, Huzur'un yazılış gerekçelerini irdeler. Tanpınar okurlarını, belki de şimdiye dek yürümediği uzun yollara çıkaran araştırmacının 'gelinlik' ve 'bahçe' metaforlarından çıkarımları, 'dikkatli' okumayı bir kez daha öne çıkarıyor.

Tanpınar'ın düşünce dünyasındaki  "Ne İçindeyim Zamanın" şiiri ve Beş Şehir adlı deneme kitabında somutlaşan 'zaman' ve 'mekân' kavramları, romanında okunandan çok daha derinlere kök salmışlardır, bunu burada söylemek bile fazladır. Huzur romanındaki yirmi dört saatlik 31 Ağustos 1939 gününden yola çıkarak Tanpınar'ın zaman konusundaki -Bergson ve Proust odaklı- derin felsefî sorgulamalarına yeni bakış açıları getiren Caner'e göre 'zaman'  usta romancının bu romanında "taşıyıcı kolon" göreviyle kullanılmıştır.

"İstanbul'da Mümtaz'ın değil, Mümtaz'da İstanbul'un yaşadığı söylenebilir." yargısı, İstanbul'un coğrafyadaki 'şehir' olmaktan uzaklaştığını ve Huzur'da mekân kavramının hangi boyutlarıyla araştırılmaya değer olduğunu gösterir. Tanpınar, başyapıtı Huzur romanında, "sıçrayabilmek, ufuk değiştirmek için dahi bir yere basmak lazım" derken İstanbul şehrine kendince bir "hüviyet" kazandırmıştır. Caner'in kitabındaki 'mekân' bölümünü okuyanların Huzur'u bu kez aşk değil de İstanbul romanı olarak okuyacaklar gibi geliyor bana.

Tanpınar'ın Başyapıtı Türk Modernizminin Zirvesi: Huzur kitabında, çeviriden kaynaklandığını düşündüğüm bazı dil sorunları var ki birkaçını göstereyim: "Tanzimat Fermanı, Sultan Abdülmecit'in tahta çıkışıyla 3 Kasım 1939 tarihinde 16 yaşındaki Sadrazam Mustafa Reşit Paşa tarafından okundu." (s. 33) cümlesine göre 16 yaşında olan sadrazamdır. Oysa 1800 doğumlu Sadrazam, topluluğa Ferman okuduğunda 39 yaşındadır, 16 yaşında olan 1823 doğumlu Abdülmecit'tir. "Tanpınar bu dört yıllık süreçte yazılarını gazetelerde ve dergilerde tefrika eder." (s.35) cümlesinde "süreçte" yerine 'sürede'; "tefrika eder" yerine ise "yayımlar" kullanılmalıydı. Araştırmacının sıklıkla yararlandığı "Kenar Semtlerinde Bir Gezinti" (Ulus, 6 Ağustos 1943) yazısı için 'makale' değil de 'deneme' yazılmalıdır.

Önemli bir nokta: "1950'de başlayan yeni siyasi dönemde iktidarı Demokrat Parti devralınca, Tanpınar'ın ve onunla aynı fikriyatı paylaşan kesimin dünyası başına yıkılmıştır." yargısına katılmadığımı belirteyim. Cümledeki, "onunla aynı fikriyatı paylaşan kesimin" durumu ayrıca konuşulmalıdır ancak Tanpınar için "dünyası başına yıkılmış" denilemez.

Tanpınar araştırmalarında çoklukla 2000 yılı öncesi kaynaklardan yararlanmış Caner; keşke Nurdan Gürbilek, Hasan Bülent Kahraman, Berkiz Berksoy, Erol Köroğlu yazılarına bakabilseydi. Ne çok 'Tanpınar kitabı' yayımlandı 2000 sonrasında: Boşluğa Açılan Kapı (Haluk Sunat, 2004), Bir Hülya Adamının Romanı (Orhan Okay, 2010), Kayıp Zamanın İzinde Ahmet Hamdi Tanpınar (Mehmet Aydın; 2010), Bir Tanpınar Fetişizmi (Besim F. Dellaloğlu, 2012), Geç Kalan Adam (Sefa Kaplan, 2013), Tanpınar'a Biraz Huzur Verelim (Oğuz Demiralp, 2014), Talih Tesadüf ve İrade: Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Romancılığı Üzerine Düşünceler ( Seval Şahin, 2019), Huzur Atlası (Turgay Anar, 2020)…

Tanpınar'ın Başyapıtı Türk Modernizminin Zirvesi: Huzur, öncelikle "Tanpınar'ın eserleri okurlara nasıl bir zenginlik sunar? Başka bir deyişle, okurlar, hangi sebeplerden dolayı Tanpınar'ın eserleriyle ilgilenmelidir?" sorularının karşılık bulacağı bir kitap olarak okunmalıdır. Beatrix Caner, bu çalışmasıyla sanat yönüyle nitelikli bir romanın nasıl okunması gerektiğini anlatırken estetik değeri olan romanın ne olduğunu da öğretmiştir bize.

Hasan Öztürk kimdir?

Hasan Öztürk 1961’de Trabzon’un Araklı ilçesinde doğdu. İlkokulu ve ortaokulu Araklı’da okudu, ardından Trabzon Erkek Öğretmen Lisesini bitirdi (1978).

Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (Selçuk Üniversitesi) mezunu (1983) Hasan Öztürk, yazıya 1980’li yılların ortalarında Yeni Forum dergisinde, ‘kitap’ eksenli yazılarıyla başladı. Sonraki yıllarda -bir ya da iki yazısı yayımlananlar kenarda tutulursa- Millî Kültür, Türk Edebiyatı, Matbuat, Türkiye Günlüğü, Polemik, Virgül, Liberal Düşünce, Gelenekten Geleceğe, Dergâh, Arka Kapak ve Cumhuriyet Kitap adlı dergiler ile ‘Edebiyat Ufku’ , ‘K24’ ve ‘Gazete Duvar’ adlı sanal ortamlarda yazıları yayımlandı.

Bazı yazıları ortak kitaplar içinde yer alan Hasan Öztürk, kısa süreli (2018/2019; 6 sayı) ömrü olan mevsimlik ve mütevazı Kitap Defteri adlı ‘kitap kültürü’ dergisini yönetti ve dergide yazdı.

Hasan Öztürk, 2000 yılının başından bu yana yayıma hazırladığı iki aylık Mavi Yeşil yanında Roman Kahramanları, Kitap-lık, Edebiyat Nöbeti ve KE adlı dergiler ile ‘T24 Haftalık’ ve ‘Aksi Sanat’ sanal ortamlarında aralıklarla yazmaktadır.

Edebiyatın, daha çok kurmaca metinlerine yönelik yazılar yazan Hasan Öztürk’ün; Kitabın Dilinden Anlamak (1998), Yazının İzi (2010), Aynadaki Rüya (2013), Kurmaca ve Gerçeklik (2014), Kendine Bakan Edebiyat (2016), Gündem Edebiyat (2017) ve Üç Duraklı Yolculuk (2021) adlı kitapları yayımlanmıştır.

Yazarın Diğer Yazıları

Sait Faik: İnsan sevgisi, doğa tutkusu, edebiyat aşkı vesaire…

Dostoyevski'nin, "Hepimiz Gogol'ün Palto'sundan çıktık." deyişine benzerlikle bizdeki pek çok öykücü, Sait Faik esiniyle ve kılavuzluğuyla öykü yoluna çıkmıştır da onun hakkında bir söz yerleşmemiştir belleklerimize. Örneğin, "Hepimiz Sait Faik'in Lüzumsuz Adam'ından ders aldık" veya "Hepimiz Sait Faik ile Alemdağ'da dolaştık" ya da ne bileyim, "Hepimiz Sait Faik'in Mahalle Kahvesi'nde çay içerek büyüdük" türündeki sözleri yetmiş yılda belleklere yerleştirebilirdik

Kültürün iktidarı: Doğu/İslâm coğrafyasında "iktidar" ya da "muktedir" olmak

Kültürün İktidarı & Siyasal Teoloji ve Kültürel Egemenlik kitabını Doğu/İslâm dünyasına kültür tarihi gezisi saymıştım. Öylesine geniş tarihî coğrafyada onca devletin, kişinin ve kitabın adı geçen bir gezi…

Elvan Kaya Aksarı ile "Saatçi İbrahim Efendi Tarihi" romanı hakkında: Saatlere değil, zamana memur edilmiş bir çelebi...

"Türkiye'nin aradığı kişi Saatçi İbrahim Efendi demek, bir mehdilik iddiası gibi algılanabilir. Türkiye bir kişiden ziyade bir ruhu arıyor. İbrahim Efendilere de tercih ve yaşama hakkının tanındığı bir hürriyet ortamı. Zekeriya sofrası yahut çilingir sofrası olsun adı. Kendin pişirip kendin yediğin sürece bunun kıymeti yok. Sofraya insanı meze yapan değil, insanı kazandıran bir toplum…"