19 Aralık 2021

Rilke: "René" ile "Rainer" adları arasında yersiz yurtsuz bir şair

Yaşamını iki ayrı yüzyıla eşit ölçüyle dağıtmış Rilke'nin, 4 Aralık 1875'te doğduğu Prag dışındaki mekânlarını harita üzerinde çizgilerle belirlemeye kalkışsak elimizdeki harita olmaktan çıkardı herhalde. Almanya, Avusturya, Rusya, Fransa, İsviçre, İtalya, İsveç, Macaristan, Danimarka, Tunus, Cezayir, İspanya durakları, Aytaç'ın, "bir yerde kalmak sözü Rilke için asla süreklilik ve yerleşiklik anlamında kullanılamaz" yargısını doğruluyor

29 Aralık 1926'da elli bir yaşında ölen Rainer Maria Rilke, dünyanın edebiyatına armağan edilmiş bir şairdir. Şair olmanın ötesinde, hakiki anlamla 'sanatçı' unvanıyla bilmemiz gereken Rilke; mektupları, öyküleri, denemeleri, çevirileri ve bir de romanı olan yazardır. Burada, dünyanın bildiği bu tür sanatçı kişi hakkında tekmil bir yazım olsun isterdim ya öyle değil benimkisi. Parmağına batan bir gül dikeninin neden olduğu yokluğunun yüzüncü yılına beş kala Rilke'yi anımsamak yazımı bile kendi adıma bir kazanç sayıyorum.

Yazdıkları dünyanın her bir yanında okunanların biyografi bilgileri, bilindik 'bilgi' olmaktan çıktığından Prag doğumlu Rilke, ilgisi olanın bilgisindedir diyebiliriz. Onun hakkında, kendi deyişiyle "elindeki kör bıçakla tahta oymakla meşgul olduğundan yemeğini bile yemeyen bir çocuk tarif ederler" dediği  türden biyografi yazarlarına pek gerek yoktur.  Pascale Casanova'nın, Ezra Pound kaynaklı belirlemesiyle "Bir yazar 'referans' haline geldiğinde, ismi edebiyat piyasasında bir değere dönüştüğünde, yani yaptığı şeyin edebi bir değeri olduğuna inanıldığında, yazar olarak kabul gördüğünde, ona 'kredi tanınır' " (Dünya Edebiyat Cumhuriyeti, 2010) ise mutsuz bir evliliğin altı yaşlarına kadar kız elbisesi giydirilmiş oğlu Réne Maria, yazdıklarıyla adı 'referans' olmuş sanatçıdır. 

Yazdıklarına ve onun için yazılanlara yönelik 'genel' okumalarım bir yana benim Rilke ile ilk yakınlığım "Kalem ve Kılıç" (Kalem ve Kılıç, 2003) öyküsüyle başlamıştır. Başka okumalarımın da esiniyle bu  köşede "Şair Olmayan Rilke" başlıklı bir yazıydı yola çıkarkenki düşüncem. Kalem ve Kılıç kitabındaki öykülerden bir de Malte Laurids Brigge'nin Notları romanından şöyle bir söz edip geçecektim. Ne var ki bir önceki yıl yayımlanmışken 2021 ortalarında yeniden basılan, sanatçı imgesinin oluşumuna tanıklık eden Hayatını Değiştirmelisin (Rachel Corbett, Temmuz 2021) adlı kitap, yolumu aydınlatmakla kalmadı yolumu uzattı da. Şair Rilke ile heykeltıraş Rodin ilişkisini ve dolayısıyla da bir dönemin sanat anlayışını bilmemizi kolaylaştıran kitabı bir edebiyatsever dostumun uyarısıyla iyi ki okumuşum. Sözümü dolandırmadan söyleyeyim: "Rainer Maria Rilke ve Auguste Rodin'in Hikâyesi" alt başlıklı Hayatını Değiştirmelisin okunmadan yapılacak her Rilke çalışması eksik kalacaktır bence, Rodin için de böyledir bu.

Çok az sayıda edebiyat sanatçısı Genç Bir Şaire Mektuplar benzeri mütevazı bir kitapla kendisini Rilke  ayarında anlatabilir desem abartı olmaz sanıyorum. Henüz dokuz yaşındayken yazdığı şiiri, anne-babasına evlilik yıldönümlerinde okuyunca kendisinden sonraki yıllar için de böyle şiirler istenilen çocuk şairdir karşımızdaki, bilelim. Ne çok sözü var kitabın belleklerimize yerleşmesi gereken. Benim,  "Yazmanız diyelim ki yasaklandı, ölür müydünüz o zaman ya da yaşar mıydınız eskisi gibi, bunu açıklayın kendi kendinize." cümlesini seçtiğim kitabı, eski şiir geleneğimizin 'mısra-ı berceste' ölçüsüyle anmamız gerekir. Gürsel Aytaç, "Rilke insanın önünde üç alanın uzandığını kabul eder: Hayat, din ve sanat." (Çağdaş Alman Edebiyatı, 1983) diyor sanatçı için. Bu cümledeki "üç alan" belirlemesine benzeterek Rilke için onu var eden "üç alan" belirleyecek olsam ufkunu aydınlatan 'mekânlar', yaratıcılık donanımını parlatan 'sanatçılar' ve hayatını zenginleştiren 'kadınlar' derdim. Özetleyerek şöyle diyeyim: Lou Andreas Salome, Paris ve Rodin olmamış olsaydı yaşamında, yalnızca 'yaşamış' olurdu Rilke.

Yaşamını iki ayrı yüzyıla eşit ölçüyle dağıtmış Rilke'nin, 4 Aralık 1875'te doğduğu Prag dışındaki mekânlarını harita üzerinde çizgilerle belirlemeye kalkışsak elimizdeki harita olmaktan çıkardı herhalde. Almanya, Avusturya, Rusya, Fransa, İsviçre, İtalya, İsveç, Macaristan, Danimarka, Tunus, Cezayir, İspanya durakları, Aytaç'ın, "bir yerde kalmak sözü Rilke için asla süreklilik ve yerleşiklik anlamında kullanılamaz" yargısını doğruluyor.

Rilke ile dünyayı dolaşırken bir anlığına bizden Sait Faik düştü aklıma, mekânlarının çokluğuyla değil  de mekânlarda dolaşma özgürlükleriyle olmalı bu yakınlık. İtalya listeye alınmasaydı Duino Ağıtları  yazılmazdı belki de ancak Rilke'nin coğrafya atlasındaki Münih-Berlin hattıyla Almanya ile Paris- Meudon gidiş gelişleriyle Fransa'nın, onun sanatçılığının kıvamını bulmasında ve onaylanmasında önemli bir yeri olduğu açıktır. Bizden; Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sabahattin Eyuboğlu, Sait Faik gibilerle Rilke ve başka pek çoklarının yolunun Paris kavşağında buluşması Casanova'yı doğruluyor: "Paris, gerek Fransa'da gerek bütün dünyada, sınırsız ve uçsuz bucaksız bir cumhuriyetin başkenti, vatanseverliğin esamisinin okunmadığı evrensel bir vatan, devletlerin ortak yasalarına karşı inşa edilen bir edebiyat krallığı, sanat ve edebiyatın gereklerinden başka hiçbir zorunluluğun olmadığı uluslarüstü bir yer olup çıktı." Bu böyle olmasaydı Walter Benjamin başka şehirler için yazardı Pasajlar kitabını.

Rilke, 'güzel sanatlar' kavramının yeni boyutlar kazandığı bir çağın sanatçısıdır. Lary Shiner'in, başlangıç yıllarını, "[G]üzel sanatlara, yüce hakikati ortaya çıkarma ya da ruhu iyileştirmeye dair aşkın bir tinsel görev verilmesiyle, sanatlardaki eski işlev düşüncesi de bölündü. O güne kadar, tarafsız bir derin düşünme fikri öncelikli olarak Tanrıya hasredilmişti. Hâlbuki artık sanat, kültürlü seçkinlerin birçoğu için yeni bir tinsel yatırım alanı haline gelmek üzereydi." (Sanatın İcadı, 2013) cümleleriyle anlattığı XIX. yüzyılın sonlarıyla daha yeni bir yüzyılın başlarının sanatçısıdır Rilke. Güzel sanatlarda usta sanatçıların olgun eserlerini verdiği bu çağda Rilke, alanlarındaki yetkin isimlerle yakınlık kurma, onlarla kendisini zenginleştirme olanağı bulmuştur. Henüz çeyrek yüzyılına varmadan büyük bestecinin oğlu Siegfried Wagner ve romancı Jakop Wassermann ile yakınlaşmış genç Rilke'nin, çeyrek yüzyılındayken Rusya'da yetmişini aşmış romancı Tolstoy ile iki kez görüşebilmesi az bir kazanım değildir. Onun dostluk kurdukları arasında Stefan Zweig, Georg Simmel, Romain Rolland, Andre Gide ve başkalarının olduğunu da söyleyelim.

Ingeborg Bachmann ile Paul Celan arasındaki mektuplaşmaları içeren Kalp Zamanı (2009)'nı çağrıştıran Hayatını Değiştirmelisin kitabının "Usta ve Çırak" bölümünü okuyunca, altmış iki yaşındaki usta heykeltıraş ile yirmi yedi yaşındaki şairin yakınlığının Sokrates ile Eflatun dostluğuna benzediğini ben söyleyecektim ancak kitabın 141. sayfasında, "Eline hiç kâğıt kalem almayan ustası Sokrates'in her sözünü yazan genç Platon gibi Rilke de her şeyi not ediyordu." cümlesiyle karşılaştım. Yayıncının, yüz elli mark ücret karşılığı monografi yazma önerisini, "evden çıkmak ve evlilik hayatının baskıcı rutinlerinden kurtulmak için de bir fırsat olarak gör"üp, "sadece yazmak için değil, aynı zamanda bir sanatçının nasıl olması gerektiğini anlamak için" Paris yolculuğuna çıkan Rilke ile sanatının zirvesindeki Rodin dostluğu, her ne kadar sonu iyi bitmemiş ilişki olsa da sanatın tarihine eklenmesi gereken, sanatçı imajını somutlaştıran bir zenginliği içerir. "Nasıl yaşamalıyım?" sorusu yazlı bir karşılık bulmamış olsa da çok az sanatçıya, özelikle de genç yaşında, böyle bir sanat deneyimi nasip olur. Genç şairin, ustası için yola çıkış heyecanını, genç kadın Marie de Gourney'in, yazı babası Montaigne'e koşmasına benzettim açıkçası.

Sanatçıların yaşamında kadın özel bir yerdedir ve bu kadının anne figürüyle bir biçimde bağıntısı olur çok zaman. Kadınları bir tür 'nesne' gören ustası Rodin'in tam aksine "kadınlarla cinsellik içermeyen, anlamlı ilişkiler sürdürebilme kabiliyetini her zaman bir erkeklik göstergesi" sayan Rilke de bu belirlemeye eklenmesi gerekenlerdendir.

 Henüz yirmili yaşlarının başındayken 1896'da, daveti üzerine sanat çevresine katıldığı Jacop Wessermann aracılığıyla tanıştığı ve kendisinden yaşça büyük Lou Andreas Salome, genç şairi yalnızca ilk buluşmalarında değil, bir ömür boyu derinden etkilemiş, onun sanatçı kişiliğini biçimlendirmiştir. Nietzsche'nin evlenme teklifini reddetmiş Rus kökenli bir ailenin kızı olan kızı Salome, genç şairin René Maria olan ilk adını Rainer Maria olarak değiştirmekle kalmamış, onu Tolstoy ile görüştürmek yanında sözünün geçtiği pek çok sanat çevresiyle tanıştırmış, şaire bir tür akıl hocalığı da yapmıştır. Evliliği sürerken bile Salome'ye sığınan Rilke, "Düşünmek için kendime ait bir daire tutsam." diyen roman kahramanı Turgut gibi, Sevin Seydi'nin Harbiye Sokak 9/1 numaralı "parke taşı döşeli bir yol" manzaralı odasında Tutunamayanlar kitabı yazan Oğuz Atay'ın rol modelidir.   

1901'de, Rodin'in öğrencilerinden heykeltıraş Clara Westhoff ile evlenen Rilke, kendisinden bir kızı olan ve mutlu edemediği sanatçı eşinin boşanma isteğini gerçekleştirmek isterse de "avukatlık isteklerine küçük bir servet harcadığı halde boşanma işlemlerini ölene kadar" sonuçlandıramamıştır ne yazık ki. 1911'in soğuk kış günlerinden birinde, "elleri ceplerinde, kafası düşünceli bir şekilde öne eğilmiş halde uçurumu adımlarken" bir anda "rüzgârın içinde" duyduğu, "Kim, haykırsam duyardı ki beni meleklerin katından?" sözlerini ilk dizesi yaptığı Duino Ağıtları kitabının yazıldığı şatoyu şaire açan Prenses Marie von Thurn und Taxis de Rilke'nin yaşamında yeri önemli olan bir kadındır. Polonya asıllı iki çocuklu ressam Baladine Klossowska,  kendisinin de göreve çağrıldığı ve dünyanın dengelerini değiştiren savaş sonrasındaki son zamanlarında yeniden René adını kullanmaya başlayan Rilke'nin son yıllarını mutlu kılan kadındır.

Edebiyatın kurmaca metin yazarları, yazdıklarının kendi yaşadıkları olup olmadığına yönelik sorularla sıklıkla karşılaşırlar. Yazımına 1904'te Roma'da başlanmışken 1910'da Almanya'da tamamlanmış Malte Laurids Brigge'nin Notları romanının, 1902'de Paris'e gelmiş Danimarkalı Malte'si, tartışamaya gerek duyulmayacak ölçüde Rilke'dir. Baudelaire'i sıkan Paris, genç Rilke için de insanı bunaltan bir büyük şehirdir ve bu yönüyle bakılırsa Malte'nin romanı bir tür 'öz yaşam' öyküsüdür. Yazarının deyişiyle "Sanki bir çekmecede darmadağın kâğıtlar bulunmuş da ilk anda başka bir şey bulunmadığı için onlarla yetinilmek gerekiyormuş gibi bir durum" olarak tanımladığı roman "asıl sorun yaşamaktı" kaygısıyla tanrı, aşk, ölüm, yazı, yalnızlık, kadın, çocukluk adına yazılmış felsefi sorgulamalar toplamıdır. Romanın, henüz zamanı gelmemiş bir teknikle yazılmış olması, bilinçli bir seçim yanında, yazarının yalnızlığı ve dağınıklığıyla da ilgilidir denilebilir.

Kalem ve Kılıç, tamamı olmasa da yazarın öykülerinin çoğunun toplandığı kitaptır. Kitaba adını veren "Kalem ve Kılıç" öyküsünün başlığının altında '1893' yazılmış, tarih eğer doğruysa Rilke bu öyküyü on sekiz yaşında yazmış ki kıskandım doğrusu… Hadi, savaş sonrasının kendisinin bedel ödediği deneyimli döneminde yazsaydı tamam derdim ancak öyle olmamış. Edebiyat öğreticileri öyküyü 'kişileştirme' sanatına örnek gösterebilir ancak XXI. yüzyılın ilk çeyreğinde her gün biraz daha gerginleşen dünyayı yönetenler, öyküyü iyice okumalı derim. İlginç öyküleri var şair Rilke'nin, bakılmalı onun bu gençlik metinlerine.

Sanat Üstüne (2000), yirmi ayrı yazıdan oluşan bir deneme seçkisidir. Kitaba adını veren 1898 yılının yazısı, sanatçılar için "Ne yazık ki vakitsiz gelmişlerdir dünyaya." diyen Rilke'nin sanat felsefesini özetliyor. Zamanının sanat (şiir, resim, edebiyat) anlayışını da gösterecek yazılar içeren kitabın kırk maddelik "Nesnelerin Melodisi Üstüne Notlar" başlıklı yazısından öğreneceklerimiz var. Bundan böyle de "sanat yapıtlarının bütün öbür yapıtlardan ayrıldığı nokta, adeta geleceğin ürünleri, zamanları henüz gelmemiş ürünler olmaları" olduğunu tartışıp duracağız gibi görünüyor.

Rilke için ölümü, "yaşamın bir açılımı" idi. "Demek buraya yaşanacak yer diye geliyorlar; burası  ölünecek yer desem daha doğru." cümleleriyle açılan Malte Laurids Brigge'nin Notları'nın sonlarındaki   "İnsan kendine yüzlerce kez ölmeyeceğim, diye söz vermemiş miydi?" sorusu, tutulamamış bir söz kadar, yaşamın büyük ölüm gerçeğini de vurguluyor. Malte'nin, "Görmeyi öğreniyorum." dediği Paris'i, her birimizin çok şeyi göremeden gittiği dünyadır gerçekte. Ölümün felsefesini, "ölüm, göğsünüzde kavuşmaz, gövdenize dar gelirse, o zaman fena; o zaman ölümün sefaleti başlar" cümlesiyle yapmış Rilke, "bilinçli bir varlığın bütünüyle fiziksel maddeye dönüşmesi" olarak görüyordu ölümü. Malte/Rilke haklı: "Eskiden insan biliyordu (ya da belki seziyordu) ki, meyvenin çekirdeğini taşıması gibi, ölümü de kendi içinde taşımaktadır. Çocukların içinde küçük, yetişkinlerin içinde büyük bir ölüm vardı. Kadınlar, ölümü kucaklarında, erkeklerse göğüslerinde taşırlardı. O vardı işte ve ölüm, onların her birine garip bir ağırbaşlılık, sakin bir gurur verirdi."

Yazarın Diğer Yazıları

45 yıl sonra Behçet Necatigil: “Mektuplar hiçbir zaman yüzde yüz halisane olamıyor”

Necatigil için ev, içinde yalnızca yaşanılan bir nesne mekân değildir. Onun için ev, bir tür kaledir öyle ki o, evin içinde yaşanan ve dışında kalan insan ilişkileriyle toplumsal yaşamı değerlendirir, yorumlar

Murat Akan, ‘Sansar, Baykuş ve Tomson’ romanını anlattı: Cinlerin, perilerin cirit attığı masalsı ortam kaybolup gitmesin istedim

"Bir keresinde Kuş Kısmak romanımla TRT Radyo 1 Gecenin İçinden programına katılacaktım ama romanımın içeriği nedeniyle sansürlendim

1959’dan günümüze Yusuf Atılgan üzerine yazılar kitabı ve eleştiride ‘özür’ beyanı

Edebiyat ortamında Aylak Adam ve Anayurt Oteli romanlarıyla kendisine özgü bir yer edinmiş az yazan Atılgan, bundan böyle çok okunur mu, üzerinde durulmaya değer. Atılgan, kendi okurluğuyla yazarlığını “Okuyacak bunca güzel kitap varken yazarak ne diye canımı sıkayım,” sözüyle anlatmıştı, bu içtenliği umarım kendisine olumlu geri dönüş olur

"
"