21 Eylül 2024

Narin davası O. J. Simpson davasına mı dönüşüyor?

Adli mercilerin tüm gayretlerine rağmen “Narin’i kim, niçin öldürdü?” sorularına bir türlü cevap bulunamıyor, belki de bulunmak istenmiyor. Bilinmezler yumağı kördüğüm olmuş gibi çözdükçe dolaşıyor. Menfur cinayet aydınlatıldıktan sonra iddianamenin hazırlanması ve yargılama süreci daha da ne kadar süre alır, Allah bilir

Türkiye son bir aydır Diyarbakır’ın Tavşantepe Mahallesinde kaybolduktan 19 gün sonra cansız bedenine Eğertutmaz deresinde ulaşılan sekiz yaşındaki Narin Güran cinayeti ile yatıp kalktı. Lübnan’daki patlamalara kadar hangi televizyon kanalını açsanız, Narin haberleriyle doluydu. Daha önce her akşam ekranlarda görmeye alıştığımız elleri ıstakalı strateji uzmanlarının yerini, bu kere eski polis şefleri, adli tıp mensupları, cinayet dedektifleri aldı. Seyrettiklerimiz adeta Sherlock Holmes filmlerini andırıyor. Cinayet var, cinsellik var, vahşet var, şiddet var, intikam var, oyun içinde oyun var. Bu filmde yok yok.

Adli mercilerin tüm gayretlerine rağmen “Narin’i kim, niçin öldürdü?” sorularına cevap bulunamıyor, belki de bulunmak istenmiyor. Bilinmezler yumağı kördüğüm olmuş gibi çözdükçe dolaşıyor. Menfur cinayet aydınlatıldıktan sonra iddianamenin hazırlanması ve yargılama süreci, daha da ne kadar süre alır, Allah bilir.

O. J. Simpson Davası

Bu olay bana  yüzyılın davası olarak nitelenen, Amerika’daki O. J. Simpson davasını anımsattı. Davada California eyaletinde yaşayan ünlü Amerikan futbolu yıldızı ve siyah aktör Orenthal James Simpson, eski eşi Nicole Brown ile sevgilisi Ronald Lyle Goldman’ı öldürdüğü iddiasıyla yargılandı. Cinayet, Haziran1994 ayında işlendi. Los Angeles Eyalet Yüksek Mahkemesinde görülen ve sekiz aydan fazla süren dava 3 Ekim 1995 tarihinde O. J. Simpson’un beraat etmesiyle sonuçlandı. Beraat kararı Amerikan halkının içine sinmemiş olmalı ki, O. J. Simpson, bu kere 2008 yılında Las Vegas’ta bir silahlı soyguna karışmak ve adam kaçırmaktan yargılandığı bir başka davada mahkum oldu. Dokuz sene hapis yattıktan sonra serbest bırakıldı. O. J. Simpson bu yıl nisan ayında vefat etti.

Orenthal James Simpson

Duruşmalarını her gün Amerikan halkının yüzde 91’inin televizyonlarda canlı izlediği O. J. Simpson davası, Amerikan tarihinin en medyatik davası olarak kabul ediliyor. Narin ve O. J. Simpson davaları sadece medyanın yoğun ilgisi açısından değil, başka bakımlardan da benzerlik gösteriyor. Her iki cinayette de maktuller canice öldürülmüş. Şüpheliler suçu kabul etmiyor. O. J. davasının tutanakları 50 bin sayfayı aşmıştı. Sanırım Narin davasında da 25 tutuklunun her gün değişen ifadeleriyle oldukça kalın bir dava dosyası olacak. O. J. Simpson aleyhindeki çok sayıda delile rağmen sonuçta beraat etti. Mahkemeden sonra birçok jüri üyesi, ”O. J.’nin suçlu olduğu ortada, ama iddia makamı bu olayı öyle yüzüne gözüne bulaştırdı ki, suçsuz kararı vermek zorunda kaldık” demişler. Korkarım Narin davasında da gidişat bu yönde. Dava aylarca sürer ve sonuçta da delil yetersizliğinden kimse ceza almazsa şaşırmayalım.

Sınıfta kalan medya

Bu arada medya da kötü bir sınav veriyor. Bir gazetecinin görevi ekranlarda ağlamak değil, her türlü imkanı zorlayarak gerçek bilgiye ulaşıp kamuoyunu aydınlatmaktır. Eğertutmaz deresi daha önce iki kez aranmasına rağmen Narin’in cansız bedenine neden 19 gün sonra ulaşıldı? Narin’in cenazesine hiçbir bakan katılmazken, niçin bir hafta sonra üç bakan birden köye gitti? Diyarbakır Milletvekili Ensarioğlu’nun bilip de söylemek istemediği neydi? Cinayetle ilgili ilk resmi bilgileri basın toplantısıyla açıklayan Diyarbakır İl Jandarma Komutanı Tümg. Selçuk Yılmaz sonradan hangi sebeple ortalıktan kayboldu? Bu soruların üstüne gidilmesinin soruşturmanın gizliliğiyle de bir alakası yok. Son birkaç gündür Narin haberlerinin birden bire bıçak gibi kesilmesi de medyanın ne kadar bağımsız olduğunu gösteriyor.

Narin Güran

Çürüyen Türk toplumu

Toplumdaki çürüme sadece Tavşantepe Mahallesinde yaşayanlarla sınırlı değil. Güran Ailesi mensupları sorunlu da, binlerce kilometre mesafeden gelip Narin’in mezarı başında çektirdiği fotoğrafları sosyal medyada paylaşan fenomenler ,farkındalık yaratıyoruz diye kız kulesine yüzüp pankart açan, ”Sarayburnu fatihleri” ya da ayakkabılarını çıkarıp, paçalarını sıvayarak dereden canlı yayın yapan televizyoncular çok mu normal? Öte yandan alelacele yaptırılan Narin’in mezarına köylük yerde onca kır çiçeği dururken plastikten yapma çiçek dikenlere ne demeli?

Ölüm cezası geri gelmemeli

Bir de Narin cinayetini vesile ederek idam cezası geri getirilsin diye feryat edenler var. Aslında daha önce de özellikle seçim dönemlerinde, toplumsal olaylar olduğunda veya kamuoyunun tepkisini çeken bir cinayetten sonra siyasi iktidar Temsilcilerinin veya milliyetçi parti liderlerinin ölüm cezası ve idamı gündeme getirdiklerini çok gördük. Elindeki ipleri miting meydanlarında kürsüden fırlatarak idam çağrısı yapanlar oldu.

Yaklaşık İki hafta sonra, 10 Ekim’de “Ölüm Cezasına Karşı” gününü idrak edeceğiz. Yaşam hakkı korunması gereken en öncelikli haktır. Ölüm cezası, Yaşam hakkını ortadan kaldıran  devlet eliyle teammüden işlenmiş bir cinayettir.

Uzun mücadelelerden sonra Türkiye esasen 1984 yılından bu yana uygulamadığı ölüm cezasını, 7.5.2004 ve 5170 sayılı kanunla kaldırdı. Anayasa'nın 17.ve 38.maddelerinde yapılan değişikliklerle ölüm cezası Türk hukukundan tamamen çıkarıldı. Türkiye ayrıca “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Ek Ölüm Cezasının Her Koşulda Kaldırılmasına İlişkin 13 Sayılı Protokol”e taraf. Ama zaten “BRİCS’e giriyoruz, İstanbul Sözleşmesi’nden nasıl çekildiysek, bu protokolden de çıkarız” diyorsanız, bu da bir tercihtir.

İdam geri gelse de, şurası bir gerçek ki, Türkiye kadınlarını ve çocuklarını yeterince koruyamıyor. Hollanda’da her yıl birden çok sebeple hakim kararıyla ailelerinden koparılarak koruma altına alınan çocukların sayısı 42 binin üzerinde. Bu sayının beşte birini Türk çocukları oluşturuyor. Yurt dışındaki Türkler çocuklarına tokat atmadan önce iki kez düşünmek zorundalar. 2009-2011 yılları arasında Avrupa’dan sorumlu Müsteşar Yardımcısı olarak görev yaptığım dönemde en fazla başımızı ağrıtan sorunlardan biri, Avrupa ülkelerinde bu şekilde ailelerinden alınarak Hristiyan ailelerin koruması altına verilen çocukları geri alabilmekti.

Ne dersiniz? Yoksa Güran Ailesinin basın açıklamasında sorumlu tutulan dış güçler, çocukları koruma altına alan Avrupa ülkeleri mi?

Hasan Göğüş kimdir?

Hasan Göğüş, 1953 yılında Gaziantep'te doğdu. 1976'da Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun oldu.

Diplomatik kariyerine 28 Nisan 1977'de başladı. Yurtdışında sırasıyla Yeni Delhi Büyükelçiliği'nde ikinci kâtip, BM Cenevre Ofisi nezdinde Türkiye Daimi Temsilciliği'nde başkâtip, Londra Büyükelçiliği'nde müsteşar, AGİT'te Daimi Temsilci Yardımcısı olarak çalıştı.

Dışişleri Bakanlığı merkezde; Müşterek Güvenlik İşleri, Savunma Anlaşmaları ve Uygulama dairelerinde ikinci kâtiplik, müsteşar özel kalem müdürlüğü, Bağımsız Devletler Topluluğu Genel Müdürlüğü'nde Orta Asya Daire Başkanlığı, AGİT Silahların Kontrolü ve Silahsızlanma Genel Müdür Yardımcılığı, Çok Taraflı Siyasi İşler Genel Müdürlüğü ve Avrupa Birliği ve Avrupa ülkeleriyle ikili ilişkilerden sorumlu Müsteşar Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Merkezdeki son görevi sırasında Türkiye-Hollanda ilişkilerine katkılarından dolayı Hollanda Kraliçesi Beatrix tarafından "Oranje- Nassau" nişanı ile ödüllendirildi.

Büyükelçi olarak Türkiye'yi sırasıyla Yeni Delhi, Atina, Viyana ve Lizbon'da temsil etti. 23 Ekim 2018'de Dışişleri Bakanlığı'ndan emekliye ayrılan Hasan Göğüş, Uluslararası Kalkınma Hukuku Örgütü Danışma Kurulu ve Okan Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyeliklerini sürdürüyor, T24'te dış politika konusunda yazılar yazıyor.

Hasan Göğüş'ün ayrıca 42 yıllık meslek anılarını derlediği, Doğan Kitap'tan yayımlanmış "Zor Başkentlerde Diplomasi" ve köşe yazılarını topladığı İdeal Kitap'tan yayımlanmış "Diplomasi Yazıları" isimli iki kitabı bulunmaktadır.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Nerede kaldı Avrupa Birliği’nin ortak dış ve güvenlik politikası?

Bugün gelinen noktada AB’nin ortak bir dış politikasından bahsetmek mümkün değil. Kıbrıs ve Yunanistan’la ilişkiler babında Türkiye’yi kınamak haricinde hiçbir konuda ortak politikalar üretilemiyor. İsrail’in Gazze’deki katliamları, Suriye, Ukrayna gibi Avrupa güvenliğini doğrudan ilgilendiren sorunlarda sessiz kalıyorlar. Esasen uzun bir süredir can çekişmekte olan ortak dış ve güvenlik politikasına 1 Temmuz’da AB dönem başkanlığını devralan Orban’ın Macaristan’ı son noktayı koydu

Suriye sarmalında kırk yıllık kani olur mu yani?

Türkiye’nin işi o kadar kolay değil. Suriye’nin Afganistanlaşması, Güneyimizin Peşavirleşmesine yol açabilir. HTŞ’nin içerisinde çok sayıda cihatçı gruplar yer alıyor. Bu grupların HTŞ’ye egemen olması halinde YPG/PYD’nin terör koridorunu önleyelim derken güney sınırlarımızda HTŞ’nin oluşturacağı bir terör koridoru ile karşılaşmamız pekâlâ mümkün

Kadınların fendi Netanyahu’yu yendi

Kamuoyunda “Lahey’i basma yasası” olarak da bilinen “Amerikan Askeri Personelini Koruma Yasası”, (ASPA) ayrıca Amerikan askerlerini kurtarmak için ABD’nin her türlü önlemi alabileceğine ilişkin hükümler içeriyor. Trump yönetimi devraldığında hasbelkader bir Amerikan askeri UCM’lik olursa, maazallah, Trump bu yasaya dayanarak Lahey’i “cehenneme çevirmeye” kalkışabilir

"
"