Sabah vakti erken, Diyarbakır'dan telefon,
Şeyhmus Diken arıyor, sesi hüzünlü:
Hasan abi günaydın. Üzücü bir haber
vereceğim. Sabri Vesek abiyi dün gece
Diyarbakır Devlet Hastanesi'nde
Covid - 19'dan kaybettik. 81 yaşındaydı.
Zatürreden kurtardı Korona'dan gitti.
Eşi de bir ay önce vefat etmişti. Çok değerli
bir Kürt bilge şahsiyetiydi. Akıl izan
sahibiydi. Felat Cemiloğlu gibiydi o da.
Sohbetine doyum olmazdı.
Hayat işte böyle.
Bi varsın bi yoksun!
Sabri Vesek'le Mardin'de
tesadüfen tanışmıştım,
Mezopotamya Ovası'na bakan
bir otelin terasında...
2013 yılı Nisan ayıydı.
Barışa dair umutların "çözüm süreci"nde
yeşerdiği günlerdi. Ben de not defterim elimde
yola koyulmuş, bu iyimser günleri
Kürdistan Günlükleri'ne yazmaya başlamıştım.
Mardin’de güneş doğuyor.
Sabah vakti dağların, tepelerin
ardından günün ilk ışıkları.
Gözlerimin önünde yemyeşil bir deniz
gibi alabildiğine uzanan Mezopotamya
Ovası'nın üstünde buğulu bir güzelliğin
yumuşak dalgaları yayılıyor.
Kim bilir kaçıncı kez büyülenmiş bir
halde seyrediyorum Mezopotamya’yı.
Gün doğarken de, batarken de, mehtap
çıkarken de karşısında hayallere
daldığım ovaya bu kez yüzlerce yıllık bir
Ermeni evinin, Maridin Oteli’nin
terasından bakıyorum.
Mutlak sessizlik ve sükûnetin yalnızlığı
derinleştirdiği ama düşünmeyi
yoğunlaştırdığı saatler...
Güvercin kanatlarının pırpırları,
kuşların cıvıldaşmaları, uzaklardan bir
horoz sesi...
Ve uçurumun dibindeki daracık taş
sokakta eşeğiyle çöp toplayan
genç bir adam...
Cizre’nin eski Belediye Başkanı,
sürgünlerden, hapislerden geçmiş, 74
yaşındaki şen şakrak Sabri Vesek’in
sözü aklıma takılıyor, gülüyorum kendi kendime.
Barış süreci hakkında umutlu musunuz,
diye sorunca, önce Kürtçesini, sonra
Türkçesini söylüyor:
"Hırsızın annesi iki kere osururmuş,
biri korkudan, biri sevinçten...
İşte Kürtlerin 2013 baharındaki halleri,
psikolojileri böyle..." (*)
Cizre’de bir akşam yemeği...
Upuzun bir yer sofrası...
Hiç unutamayacağım bir akşam
ve bir insan...
Sabri Vesek, 74 yaşında.
Kürtçe de konuşsa, Türkçe de konuşsa,
ağzından bal damlıyor, dinletmesini de
güldürmesini de biliyor.
Cizre’nin eski Belediye Başkanı.
8 sene kaçak yaşamış...
9 sene hapis yatmış...
12 Eylül'de Diyarbakır Askeri Cezaevi
cehenneminden geçmiş...
Eğilmemiş, hâlâ dimdik!
Onu dinlerken bir söz aklıma geliyor:
Yaşadığımız acılar
bizim gücümüzdür!
Şu sözlerini not ediyorum:
Kürt olarak ruhi şekillenmemi
12 Mart’ta yaşadım. Diyalektiği
İsmail Beşikçi Hoca’dan öğrendim.
Yalçın Küçük’ten ise
"Bizim kırmızı" diye söz ediyor.
Bir de itirafı var laf arasında, "Bir
zamanlar solla Kemalizm'i aynı sanmıştık"
diyor kulağıma eğilip...
Mezopotamya Ovası'nı aydınlatan günün ilk
ışıklarını terastan seyrederken Kürdistan
Günlükleri'me not düşmeye devam ediyorum
2013 yılı Nisan ayında:
Ateşkesin, barışın içini doldurmak...
Her adımda kulağıma çalınıyor.
İpek Yolu’ndan Cizre’ye doğru
giderken karşında tüm
heybetiyle Cudi Dağı yükselmeye başlar.
Sol tarafında sislerin arasından
silueti seçilen zirveleri karlı Gabar
Dağı’nın yamaçlarında Şırnak vardır.
İlk kez 1980’lerde geldiğim bu
coğrafya her mevsim güzeldir.
Ama barışa açtır bu topraklar.
Bu acılı topraklarda insanların dip
duygularında hep barış yatar.
"Biz o kadar acı çektik ki, barışın
kıymetini en çok biz biliriz" diyene
adım başı rastlarsınız.
Kızıltepe’de, kırklı yaşlarındaki o
başörtülü kadının sözleri
aklımdan çıkmıyor:
"Ben başıma gelenleri anlatsam
günler alır. Elbette barış istiyorum.
Ama nasıl bir barış? Kürtlerin
kimlik sorunu vardır, kültür sorunu
vardır, dil sorunu vardır hep inkâr
edilmiş olan... Bunlar çözülmeden
barış, gerçek barış olur mu?"
Sevgili Sabri Vesek;
İyi ki seni tanıdım;
İyi ki senin acılarını dinledim,
senin acılarına dokundum.
Rahat uyu, huzur içinde uyu kardeşim.
(*) Hasan Cemal, Kürdistan Günlükleri, Everest Yayınları, Eylül 2014, sayfa 78-79.