24 Ağustos 2013

Tayyip Erdoğan’ın gözyaşlarıyla dış politikada soru ve sorunlar…

Tayyip Erdoğan’ın Suriye ve Mısır’daki katliamlara ilişkin hissettiği acı ve döktüğü gözyaşı anlaşılabilir, paylaşılabilir bir duygusallık hâlidir. Ama Başbakan olduğu için, kendisine dönük bazı soru işaretleri ister istemez çengelini zihinlere takar.

Tayyip Erdoğan’ın Suriye ve Mısır’daki katliamlara ilişkin hissettiği acı ve döktüğü gözyaşı anlaşılabilir, paylaşılabilir bir duygusallık hâlidir. Ama Başbakan olduğu için, kendisine dönük bazı soru işaretleri ister istemez çengelini zihinlere takar.

 

Örneğin; Erdoğan benzer bir hassasiyeti neden Roboski Katliamı’nda göstermedi? Gezi’de ölen beş genç için niye en ufak bir duyarlılık sergilemedi? Erdoğan’ın, Müslüman Kardeşler’le, bölgedeki Sünni çizgiyle bu kadar özdeşleşmesi ne kadar doğru?

\

Evet, başbakanlar da ağlar, onlar da insandır. Nitekim geçen akşam Başbakan Erdoğan da Ülke TV'deki bir program sırasında gözyaşlarını tutamadı.

Ağlamadan önce Suriye’deki gelişmelerle ilgili şunları söylemiş Erdoğan:

Esed denilen bu adam babasının yaptığı zulmü şu anda üçe, dörde katlamış vaziyette. Hama, Humus'ta babası bir zalim olarak tarihin kayıtlarına geçti. Bir diktatör olarak, bir katil olarak tarihin kayıtlarına geçti, ama evladı şu anda babasını aratır hâle geldi. Hama, Humus tarihte bir kayıttır.

Şimdi artık Suriye'nin her tarafında havadan bombalamadan tutunuz da, füzelere varıncaya kadar çok ciddi ölümler söz konusu. Hama, Humus'ta malum 40 bin insan öldürülmüştü. Burada ise şu anda 100 bini aşmış durumda.

Bu 100 bini dün sabahki olay bize adeta unutturur gibi oldu. Çünkü onların resimlerini, kayıtlarını gerçekten görememiştik. Dün o çocukların hâlini gördüğümüzde biz evimizde nasıl perişan olduysak, gerek eşim, gerek çocuğum hep beraber, aynı şekilde inanıyorum ki zerre kadar vicdanı olan, zerre kadar insanlıktan nasibini almış olanlar da, herhalde bu tablodan onların da bir şeyler çıkarması lazım.”

 

Katliamın açtığı yara ve Erdoğan’ın gözyaşları…

Başbakan Erdoğan’ın bu sözleri son derece haklı bir duyarlılığı yansıtıyor. Bu korkunç katliam elbette insanlığın ortak vicdanında büyük bir yara açtı.

Kimyasal silah’la gerçekleştirildiği haber verilen bu son katliam hiç kuşkusuz insanlığa karşı işlenmiş büyük bir suçtur ve lanetlenmelidir.

Aynı televizyon programında Erdoğan, Müslüman Kardeşler’in liderlerinden Muhammed el-Bilteci’nin darbeyi protesto eylemlerinde ölen kızı Esma'ya yazdığı veda mektubunu yeniden dinlemiş, gözyaşlarını tutamamış ve şunları söylemiş:

“Benzer şeyleri ben de yaşadım. O ifadelerde adeta ben de kendi çocuklarımı gördüm. Bir de onun kızı Esma’nın cenaze namazını kıldıramayışı, olgunluğu ve geleceğe bakıştaki ölüm ötesi dünyayı okuyuşu beni ciddi manada duygulandırdı. Tabii şehadet çok farklı bir şey. Esma hayata doymadan şehadet makamına koştu.

Babasının o duruşu, inanıyorum ki, İslam dünyasındaki birçok ülkeye inşallah ders olur. Gençlerimize ders olur, örnek olur. Baba-evlat ilişkisinde bizler için örnek olur. Ben şu anda başbakan değilim, sadece bir vatandaş Tayyip olarak bu ifadeleri kullanıyorum.”

Gazete haberi şöyle bitiyor:

“Dakikalarca gözyaşlarını tutamayan Erdoğan, zorlukla konuşarak kızı ile ilgili bir anısını anlattı. Erdoğan konuşmasına devam edemeyince program sonlandırıldı.”

 

Erdoğan’ın ağlaması haber ve yorum konusudur

Yazımın başında da belirttiğim gibi, ağlamak insani bir duygudur. Başbakanlar da duygulanırlar, ağlayabilirler. Hayret edilecek, yadırganacak bir durum değildir bu.

Ancak, başbakanların televizyon ekranları önünde gözyaşı dökmelerine pek sık rastlanmaz. O yüzden böyle bir durum elbette haber ve yorum konusu olur.

Ve Tayyip Erdoğan’ın gözyaşları da böyle bir çerçeveye oturur.

 

Roboski ve Gezi’de ölenler için

neden benzer bir hassasiyeti göstermedi?

\Tayyip Erdoğan’ın Suriye ve Mısır’daki katliamlara ilişkin hassasiyeti haklıdır. Bu açıdan hissettiği acı ve döktüğü gözyaşı anlaşılabilir, paylaşılabilir bir duygusallık hâlidir.

Ama aynı zamanda bir Başbakan olduğu için de, bu çerçevede kendisine dönük bazı soru işaretleri ister istemez çengelini zihinlere takar.

Örneğin bir soru:

Tayyip Erdoğan benzer bir hassasiyeti neden Roboski Katliamı’nda göstermedi?

Bir başka soru:

Gezi protestosu sırasında ölen beş genç ve gözünü kaybeden gençler için Erdoğan niye en ufak bir duyarlılık sergilemedi?

Bir soru da dış politikayla ilgili olabilir:   

Tayyip Erdoğan’ın, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak, kendisini Müslüman Kardeşler’le, bölgedeki Sünni çizgiyle bu kadar özdeşleşir hâle getirmesi dış politika ve iç barış açısından ne kadar doğrudur?

Bu sorunun devamı:

Bazı ‘duygusal hâller’in - gözyaşı veya konuşma olarak - kapalı kapılar arkasında kalması, bir ülkenin reelpolitik gerçekleri ve çıkarları konusunda daha isabetli bir davranış değil midir?

 

Yeni Birleşmiş Milletler’den Avrupa Birliği’ne…

Konunun özellikle Türk dış politikasını ilgilendiren boyutu üzerinde biraz daha durmak istiyorum.

Başbakan Erdoğan gözyaşlarını tutamadığı televizyon programında, Birleşmiş Milletler’i ve daimi üyeleri beş büyük devlet olan BM Güvenlik Konseyi’ni Suriye konusunda eleştirirken şunları söylüyor:

“Gerçekten dünya eğer beşten büyük diyorsak, o zaman diğer ülkeler ortaya gelmek suretiyle kendi Birleşmiş Milletleri’ni kurar. Böyle bir çıkış yapılabilir. Böyle bir çıkışın yapılması, onların kendilerini reforme etmeye doğru götürür. Çekiliyoruz dediği zaman ne olacak, ne yapacak?”

Erdoğan, Yeni Birleşmiş Milletler derken, sözü Avrupa Birliği’ne de şöyle getiriyor:

“Şu anda birçok kuruluş var, ASEAN gibi, Şanghay İşbirliği Teşkilatı gibi… Avrupa Birliği kurulduğu zaman Avrupa Birliği diye kurulmadı ki, Demir Çelik İşbirliği diye kuruldu. Ondan sonra Avrupa Ekonomik Topluğu oldu, ondan sonra Avrupa Topluluğu ve Avrupa Birliği… Şimdi hem siyasi, hem sosyal birlik olarak ortada duruyor. Böyle bir durum var. Gelişme bu… Yani burada ortaya çok daha farklı bir çıkış konulabilir.”

 

Direksiyona Erdoğan’ın otoriter damarı mı geçti?

Başbakan Erdoğan’ın gözyaşlarını tutamadığı son derece duygusal anlarındaki bu sözlerinin altını bir kez daha çiziyorum.

Bir kez daha diyorum, zira bu konuyu, sonuncusu iki gün önce olmak üzere bu köşede çıkan yazılarımda birçok defa gündeme getirdim ve eleştirdim.

Güncelliğini yitirmeyen sorular şöyle:

Artık Erdoğan sırtını Batı’ya dönüp Doğu’ya mı yürümek istiyor?

Bu eğilimi özellikle ‘Gezi sonrası’ mı güçlendi?

Batı’ya, AB’ye sırt çevirme eğilimi, Erdoğan’daki muhafazakâr ve otoriter damardan mı besleniyor?

Ya da Erdoğan’ın genlerinde zaten mevcut otoriter damar mı iyice direksiyona oturmaya başladı?

 

Böyle giderse iç barış da, ekonomi de etkilenir!

İki gün önceki dış politika yazımda da vurguladığım bir noktayı yine belirtmek istiyorum.

Türkiye dış politikada hiç bu dönemdeki kadar yalnızlaşmamıştı. Bu yalnızlaşma süreci Türkiye’nin sadece Batı yakasında değil, Doğu yakasında da işliyor.

AK Parti Hükümeti eğer bu yolda bugünkü gibi paldır küldür gitmeye devam ederse, Türkiye’nin hem iç barışı, hem de ekonomisi olumsuz etkilenir.

Son söz:

Dış politika duygusallık kaldırmaz!

 

Twitter: @HSNCML

Yazarın Diğer Yazıları

Demirel'i darbeyle devirecektim!

Demirel 100 yaşında! Pazar günü Ülke Politikaları Vakfı'nın Cevahir Otel'de düzenlediği bir toplantıda "BABA"yı andık. Özlemişim Demirel'i, itiraf edeyim, arada bir gözlerim doldu

Türklerin de, Kürtlerin de ortak çıkarı gerçek barış ve demokrasidir

Yeterince kan ve gözyaşı akmıştır, daha çok acı çekilmesin, ama... Bu AMA üzerinde düşünmek lazım, geçmiş tecrübeler bunu gerektiriyor

Dostluklar insanı ayakta tutar!

Benim de böyle bir dostum var, Şahin Alpay. İyi ki varsın kardeşim, iyi ki BİR HİKAYEM VAR'ı yazdın

"
"