Mütareke basını!
İlhan Selçuk pek severdi bu deyişi...
Ergenekoncular da öyle...
Ulusalcılar da yeri geldiğinde ‘mütareke basını' demeye hâlâ bayılır.
Avrupa Birliği’nden hiç hazzetmeyen asker de farklı değildi. Ama uzun zamandır sesleri çıkmadığı için, bilemiyorum hâlâ mütareke basını deyip demediklerini...
Daha çok militarist bir deyimdir ‘mütareke basını...’ Topraklar işgal altındayken bir kısım basının düşmanla işbirliği yapan hallerini anlatır. Bu çerçevede vatan hainleri de hiç eksik olmaz.
Gün geliyor, İlhan Selçuk’la Tayyip Erdoğan aynı ağzı kullanıyor
2003, 2004, 2005 yıllarını hatırlıyorum. AK Parti hükümetinin ilk yılları.
Başbakan Erdoğan - Dışişleri Bakanı Gül ikilisinin, AB’den tarih almak ve üyelik müzakerelerini başlatmak için büyük bir siyasal mücadele içinde oldukları dönem.
Bu mücadelenin önünü kesmek isteyenler, özellikle Kıbrıs meselesini bir engel olarak sahnede tutmuşlardı. AB yolundaki engeller temizlenmesin diye en başta Kıbrıs’ta topa vurdular o zaman.
Bu konuda asker - sivil işbirliği yapılıyordu perde arkasında. Genç subaylar tedirgin manşetleri atılıyordu.
Eş zamanlı olarak asker içinde Sarıkız gibi darbe tertipleri tezgâhlanmıştı. Bazı askeri odaklarda hazırlanan ve içinde benim adımın da bulunduğu bir vatan hainleri listesi el altından medyaya dağıtılmıştı.
Türkiye’nin AB yolunu savunanlar, mütareke basınının Ali Kemal’leri diye suçlanmış, hedef gösterilmişti.
Bütün bu oyunlara rağmen Erdoğan - Gül ikilisi Avrupa Birliği yoluna devam etmiş, AB’ye ‘uyum’la ilgili demokratikleşme adımlarını atmış, yani doğru olanı yapmışlardı. Bu yolda onları kalemiyle destekleyenler arasında ben de vardım.
Şimdi neden mi yazıyorum bu satırları?
Tayyip Erdoğan’dan dolayı...
Bir konuşmasını gazetelerde okuyunca o dönem bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti gitti. (Bu filmi ayrıntılarıyla görmek isteyenler, 2010’da çıkan Türkiye’nin Asker Sorunu isimli kitabıma bakabilirler).
Başbakan Erdoğan iftarda demiş ki:
Erdoğan’a karşı ‘askerle işbirliği’ni de içeren kavga verilirken Yiğit Bulut da o cephedeydi
“Bu topraklara düşman girse, onları çiçeklerle karşılayıp bağrına basacak kadar gözü dönmüş olanlar var maalesef. İşgal altındaki mütareke basını neyse, bazı medya kuruluşlarının durumu da bu...”
N’apalım hayat böyle...
İnsanlar değişiyor, gelişiyor!
Gün geliyor, bir bakıyorsunuz, İlhan Selçuk’la Tayyip Erdoğan aynı ağzı kullanıyor.
Değişen kim; Erdoğan mı, Bulut mu?
Tarihin cilvesi belki de...
AB konusunda, karşı saflarda Yiğit Bulut da vardı. AB yolunu savunanlara ‘vatan hainliği’ne kadar varan suçlamalarla karşı çıkardı. Ve Yiğit Bulut’u Başbakan Erdoğan başdanışman olarak en yakınına aldı.
Sorulabilir:
Değişen kim?
Tayyip Erdoğan mı, Yiğit Bulut mu?..
Yasemin Çongar, Yiğit Bulut’la ilgili güzel bir yazı yazmıştı Al-Monitor’da. Başlığı, Erdoğan'ın yeni danışmanı, şaka değil olan ve Türkçesi T24’te çıkan yazının bazı bölümleri şöyle:
“Şaka diye bir şey yoktur. Kasıt içermeyen tek bir şaka örneği bulmaya çalışan Sigmund Freud nihayet teslim olmuş, onun yerine bizi her esprinin içindeki hakikati bulmaya davet etmiştir.
Viyanalı üstadın genel teorilerine katılın ya da katılmayın, siyaset şakalar konusunda onu haklı çıkarıyor: Siyaset dünyasında gülünecek gani gani malzeme bulunabilir ancak hiçbir şaka asla sadece bir şakadan ibaret değildir.
Başbakan Erdoğan’ın Yiğit Bulut’u başdanışmanı yapması da hiç şaka değil. Bulut’un atanmasını, Türkiye medyasındaki eleştirel seslerin susturulduğu bir dönemde arsız dalkavukluğun ödüllendirilmesi olarak görenlerin öfkesine, inanamamasına ve bunu alaya almasına rağmen Erdoğan’ın seçimi, bu hususta bir noksanlıktan ziyade keskin bir siyasi hesap içeriyor.
Aslında Bulut’un 2007’den bu yana yazdığı köşe yazıları ve yaptığı televizyon programları, ulusalcı retoriği benimsemiş genç bir finans uzmanının, Erdoğan’ı kötülemekten Erdoğan’a tapmaya evrilişinin hikâyesi idi zaten.
Bunu muazzam bir U dönüşü olarak nitelemek ne kadar cazip gelse de, Bulut’un o zamanki ve şimdiki köşe yazılarına yakından bakıldığında aslında pozisyon değiştirenin Başdanışman değil, Başbakan’ın kendisi olduğu görülüyor.
Kendi payına Yiğit Bulut, her daim Avrupa Birliği’ne şüpheyle bakmıştı, 2003’ten 2009’a kadar, onun öfke duyduğu AB yanlısı reformlara hevesle önderlik eden ise Erdoğan’ın ta kendisiydi.
Türkiye’deki liberal demokratlar, reform yanlısı AK Parti’ye yönelik kapatma davasına karşı Kemalist yapılanmayı protesto etmek için seslerini yükselttiğinde, Bulut tavrını savcıdan yana koymuş ve ‘Devlet hükümete yeter dedi’ diye yazmış, ‘yeni bir milli irade tesis etmek’ten söz etmişti.
2009’dan sonra Erdoğan yavaş yavaş AB perspektifiyle arasına mesafe koyup reformlar konusunda frene basınca, vaktiyle destekçisi olan liberal demokratlar en sert eleştirileri yapmaya başlarken, eski rakibi Yiğit Bulut ise emsalsiz bir tutkuyla saflarına katılmıştı.”
Evet, değişen kim?
Yiğit Bulut mu, Tayyip Erdoğan mı?..
Tayyip Erdoğan yoksa
Erbakan Hoca’laşıyor mu?..
2000’lerin başında İlhan Selçuk Cumhuriyet’i, “Erbakan’la milli cephede el ele” çizgisindeydi
Benim Cumhuriyet’te Ankara temsilcisi ve genel yayın müdürü olduğum yıllarda merhum Erbakan Hoca’yla ara sıra görüşürdük.
Hoca’yla sohbet tatlı olurdu.
Ayrıca, bazı Cumhuriyet yazarlarının Hoca’ya belli bir sempati besledikleri söylenebilirdi. Bu sempatinin nedenleri de sır değildi.
Erbakan Hoca anti-Amerikan’dı. Avrupa Birliği’ne karşıydı, “Onlar ortak, biz pazar” söylemini benimsemişti, AB’yi Hristiyan Kulübü sayardı.
Çok partili demokrasi, Hoca için bir küfür düzeni idi. Kapitalizmi hiç sevmez, siyonizmin uzantısı olarak görür, bizim iş âlemini de, bankacılık sistemini de bu çerçevede bir yerlere yerleştirirdi. Ekonomide devletçiliği severdi.
Kıbrıs’ta ise Denktaş’tan ileriydi, yani ‘fetihçi’ydi.
İlhan Selçuk’un böyle bir Erbakan Hoca’yı tutması, ona sempati duyması gayet normaldi. Çünkü İlhan Selçuk üçüncü dünyacı, milliyetçi, devletçi sol anlayışını temsil ediyordu.
İlhan Selçuk’un Hoca’yla ilgili bu çizgisi 2000’lerin başında daha belirginleşti. AK Parti’nin hükümet olmasıyla birlikte, Cumhuriyet’teki bir başyazısında Erbakan Hoca’ya ‘milli cephe’nin içinde yer verdi.
Aynı dönemde Tayyip Erdoğan, ‘Milli Görüş gömleği’ni sırtından çıkardığını, yani değiştiğini söylemişti. Avrupa Birliği ipine sarılmaya, bunun için demokratikleşme adımları atmaya ve ‘askeri vesayet’le mücadele etmeye koyulmuştu.
İlhan Selçuk Cumhuriyet’i, bu nedenlerle “Erbakan Hoca’yla milli cephede el ele” çizgisinde yürüyordu.
İlhan Selçuk, Türkiye’nin sırtını AB’ye dönerek, Rusya’yla Çin’le Orta Asya’lara açılmasını savunmaya başlıyor, bunun için ‘Kızıl Elma’ başlıklı makalesini yazıyordu.
Hatta İlhan Selçuk sonra bir adım daha atacak ve Devlet Bahçeli’yi ziyaret ederek MHP’yi de Erdoğan ve AK Parti’ye karşı ‘milli cephe’ye davet edecekti.
Bu konu, yani Kızıl Elma projesi 2010’da çıkan Türkiye’nin Asker Sorunu isimli kitabımda vardır. Onun için ayrıntıya girmiyorum.
Bu yazım, Tayyip Erdoğan mı, Yiğit Bulut mu değişti konulu yazımın devamı sayılabilir.
İlhan Selçuk’un Erbakan Hoca’yı ‘milli cephe’ye yerleştirdiği, Erdoğan’a karşı -perde arkasında ‘askerle işbirliği’ni de içeren- kavgasını yaptığı dönemde Yiğit Bulut da aynı cephedeydi.
İlhan Selçuk hayatta olsa…
Yiğit Bulut artık başdanışman.
Erdoğan AB’yi boşladı.
Rusya’nın, Çin’in ya da otoriter rejimlerin Şanghay Beşlisi’ne gözlemci üye bile yaptı Türkiye’yi.
Erdoğan bugün artık, Gezi Parkı ve Mısır’daki darbe sonrası yalnız AB’ye değil, ABD’ye de neredeyse her Allah’ın günü çatıyor.
Tayyip Erdoğan saflarındaki Batı düşmanlığı da, aydın düşmanlığı da gün geçtikçe koyulaşıyor.
28 Şubat’ın askeri vesayet dönemindeki demokrasi ve hukuk ayıpları Erdoğan iktidarında tekrarlanıyor.
Demokratikleşme adımları, paketleri çoktandır unutuldu.
Erdoğan, Kürt sorununun adını bile artık koyamıyor, ‘çözüm süreci’nde ipe un seriyor.
Böyle bir Tayyip Erdoğan’ın, İlhan Selçuk’un, ‘ulusalcılar’ın mütareke basını söylemini de benimsemeye başlamasına şaşırmıyorum.
Tayyip Erdoğan’ın ‘Milli Görüş gömleği’ni yeniden sırtına geçirdiğini, belki sadece adını AK Görüş olarak değiştireceğini, yani aslına rücu etmeye başladığını söyleyenler haklı galiba...
Son söz:
İlhan Selçuk hayatta olsa, Erbakan Hoca’ya yaptığı gibi, Tayyip Erdoğan’ı da ‘milli cephe’ye davet ederdi.
***
Yukarıda yer alan iki yazım yeni değil. 30 Temmuz 2013 ve 1 Ağustos 2013 tarihlerini taşıyor.