Bu yazıma “Tayyip Erdoğan değişebilir mi?” başlığı koymuştum. Ama polisin gece vakti yaptığı ‘Taksim baskını’nın ardından sözün artık hükmü kalmadı. Bütün desteğim Gezi Parkı çapulcularının arkasındadır. Erdoğan’a "Allah akıl fikir versin" derken, Türkiye’ye de kolaylıklar diliyorum...
Sayın Başbakan, Gezi Parkı direnişi, sizin bu gittikçe otoriterleşen yönetim tarzınızdan kaynaklanıyor. Oysa genç insanların mesajı çok net: Bana karışma! Hayat tarzıma müdahale etme! Benim değer yargılarımla oynama!
28 Şubat, insan hakları ve özgürlükler açısından rezil bir dönemdi. Ama hiç olmazsa bugün o kepazeliklerin hesabı sorulmaya başlandı. Ancak bugün de sizin dünyanızın ‘hayat tarzı’nı paylaşmayanlar tedirginlik içinde.
De Gaulle Fransa, Cezayir meselesiyle ilgili karıştığı zaman balkona çıkıp kalabalığa 'Sizi anladım, sizi gördüm' demişti. Bu iki sözcüğe, tehlikeye at başı koşan Türkiye'nin hiç olmadığı kadar ihtiyacı var. De Gaulle gibi kürsüye çıkıp, 'Sizi anladım, sizi gördüm!' demek ve genç insanlara elinizi uzatmak o kadar zor mu?
Aşağıdaki yazıma “Tayyip Erdoğan değişebilir mi?” diye başlık koymuştum. Ama gece vakti polisin Taksim baskını ile birlikte hem yazının bu başlığı, hem de yazının kendisi ürkütücü olayların gerisinde kaldı ne yazık ki. Sözü uzatmak istemiyorum, çünkü artık hükmü kalmadı. Ne kadar sağduyu çağrısı yaparsak yapalım Başbakan Erdoğan kendi bildiğini okumaya devam ediyor. Bu yol Türkiye’yi nereye götürür gerçekten bilemiyorum.
Taksim baskını öncesinde yazdığım aşağıdaki yazıyı yine aynen muhafaza ediyorum. Ancak Erdoğan’a "Allah akıl fikir versin" derken, Türkiye’ye de kolaylıklar diliyorum. Bu arada bütün destek ve sempatim Gezi Parkı çapulcularının arkasındadır. Bu genç insanları bir kez daha yürekten selamlıyorum, demokrasinin kıymetini bize bir kez daha hissettirdikleri için.
Tayyip Erdoğan değişebilir mi?
Sayın Başbakan;
Farkında mısınız? Demokrasi bu ülkede yeni bir eşiğe gelmiş durumda. Türkiye bu eşiği atlayabilir, normalleşme ve barış yolunda yürümeye devam edebilir.
Bu bir fırsat, Gezi Parkı direnişinin önümüze getirip koyduğu bir fırsat. Ve bunu kullanmak şimdi en çok sizin elinizde.
Eğer siz, iktidarın başı olarak gerekli dikkat ve özeni gösterebilirseniz, Türkiye bir anda yumuşar, olması gereken güzergâhta yeniden ilerlemeye başlar.
Evet, öyle; bu gerçeğin farkında mısınız diye soruyorum. Çünkü siz ve bazı yakın kurmaylarınız, demokrasinin yeni bir eşikte olduğu gerçeğinin pek farkında değilsiniz gibi geliyor bana.
Diliniz çok sert, fazla şahin bir dil. Vurdulu kırdılı üslubunuzu ara sıra bile olsa değiştirme niyetiniz yok gibi. Meydan kürsülerinde konuşurken de, burun delikleriniz öyle geriliyor, yüz çizgileriniz öylesine kasılıyor ki. Dünkü grup konuşmanız da farklı değildi.
Toplumu niye bu kadar kutuplaştırıyorsunuz, neden bu kadar cepheleştiriyorsunuz?
Yazık, ne gerek var buna?..
Karşınızdaki düşman mı?..
Ayrıca, herkes sizin gibi düşünmek zorunda mı? Sizin ‘hayat tarzı’nızı paylaşmak, güzellemek zorunda mı?
Erdoğan’ın dediğim dedik, çaldığım düdük anlayışı
Dünkü yazımda vardı. Gezi direnişçilerinden biri şöyle demiş:
“Tayyip Erdoğan’ın dediğim dedik, çaldığım düdük anlayışı bıktırdı bizi...”
Sayın Başbakan;
Zurnanın zırt dediği yer işte burası. Özellikle son birkaç yıldır başta gençler ve kadınlar olmak üzere insanların her şeyine, hayat tarzlarına karışmaya başladınız.
Dindar nesildi, çocuk sayısıydı, alkollü içkiydi, alkolizmdi, flörttü, heykeldi, ‘ucube’ydi, ‘baş belası’ sosyal medyaydı, gazetecilikti neredeyse her konuda, ince de değil kaba ayar vermeye koyuldunuz.
Bunları çok yazdım. Yinelemek istemiyorum. Ama bu tavrınızla da, her geçen gün otoriterleşme yörüngesinde ilerlediniz.
Gezi Parkı direnişi, sizin bu gittikçe otoriterleşen yönetim tarzınızdan kaynaklanıyor. Tekrarlıyorum, işin özü bu. Bu genç insanlar kendi hayat tarzlarına, kendi renkli dünyalarına anlayış, hoşgörü, tahammül, saygı talep ediyorlar. Kendilerine tepeden dayatma istemiyorlar.
Mesajları çok net:
Bana karışma, gölge etme! Benim hayat tarzıma müdahalede bulunma! Benim değer yargılarımla oynama!
28 Şubat’ın günahlarından bugünlere...
Sayın Başbakan;
Her seferinde 28 Şubat’ın günahlarından örnekler veriyorsunuz. Başörtüsünden dolayı, inancından dolayı yaşadığınız acılardan söz ediyorsunuz.
Haklısınız. 28 Şubat, insan hakları ve özgürlükler açısından rezil bir dönemdi. Ama hiç olmazsa bugün o kepazeliklerin hesabı sorulmaya başlandı.
Ama şunun da iyi bilinmesi lazım.
Bugün de başörtülü olmayanlar, sizin dünyanızın ‘hayat tarzı’nı paylaşmayanlar tedirginlik içinde.
Uzunca bir zamandır öyle.
Çünkü onlar da kendi hayat tarzlarının bir süredir tehdit edildiği, hatta yaşantılarına karışıldığı, yaşama bakış açılarının iktidar tarafından aşağılandığı görüşünü taşıyorlar.
Mehmet Altan’ın dediği gibi:
“28 Şubat’ın ‘git başörtünü evinde tak’ zihniyetiyle, ‘git içkini evinde iç’ baskısı arasında ne fark var ki?..”
Milletin ötesinde güç yok demek!
Bir kişi bile olsa, o insanın hayat tarzı demokrasilerde korunur. Demokrasi, milletin ötesinde bir güç yoktur söylemiyle bağdaşmaz. Çünkü milletin oyu her şey demek değildir demokrasilerde.
‘Seçim sandığı’ndan çıkan çoğunluk yönetme hakkına elbette sahiptir, ama demokratik hak ve özgürlükler, hukukun üstünlüğü ve insan hakları çerçevesinde...
Gezi Parkı direnişi de işte bunu anlatıyor büyüklere, asıl mesaj bu... Çok mu zor bunu anlamak, bu duygu ve düşünce dünyasıyla birazcık empati kurmak?..
‘Sizi anladım, sizi gördüm!’
Bu noktaya Ali Bayramoğlu dün Yeni Şafak’taki yazısında şöyle dokunmuştu:
“De Gaulle yapmıştı yıllar önce, Fransa Cezayir meselesiyle ilgili karıştığı zaman, balkona çıkıp kalabalığa 'Sizi anladım, sizi gördüm' demişti. Bu iki sözcüğe, tehlikeye at başı koşan Türkiye'nin hiç olmadığı kadar ihtiyacı var. 'Sizi gördüm ve Gezi Parkı projesini askıya aldım, konuşacağız' sözleri, Başbakan’ın grupların üzerine çıkarak onları kuşatması, gerilimi söndürmesi demektir. Gezi’de gerilimin bu şekilde sönmesi ülkenin yeni bir sayfa açması demektir.”
Değişmeyen siyaset anlayışı…
Tayyip Erdoğan’ın dünkü salı konuşması bu bakımdan umut verici değildi. Yine tepeden, dayatmacı bir üslup sergiledi. “Kusura bakmayın, Tayyip Erdoğan değişmez” dedi.
Ne diyelim?..
Bizim muhafazakâr liderlerimizin siyaset yapma anlayışı hep böyle, değişmiyor. Bayar’lar, Menderes’ler, Demirel’ler, Özal’lar da böyleydi. İnatlaşma üzerinden, cepheleşme üzerinden, bunalım yaratarak politika yapmak…
Bu tarz-ı siyaset bir türlü değişmiyor!
Oysa siyaset gerektiğinde geri adımdır, uzlaşabilmektir, diyalogdur, farklılıkları kabullenmektir. Bunların toplamı da demokrasi kültürü demektir. Çok partili demokrasiye adım atalı yarım yüzyılı geçti ama hâlâ demokrasi kültürü, uzlaşma geleneği yerli yerinde değil.
Bir fırsat kapısı açıldı ama…
Tekrar ediyorum.
Gezi direnişi, T24 yazısında Nilüfer Göle’nin belirttiği gibi, Türkiye’de demokrasiyi yeni bir eşiğe taşıdı. Normalleşme ve barış açısından bu bir fırsattır.
Ve Başbakan Erdoğan sürekli bağırıp çağırmak yerine bu fırsatı kullanabilirse, Türkiye’nin önü açılır. Anormal yükselmiş olan tansiyon düşmeye başlar, kutuplaşma, cepheleşme frenlenir. Bunun demokratikleşme üzerinde, ekonomi üzerinde, barış süreci üzerinde olumlu etkileri derhal görülür.
Ayrıca, eğer birtakım iç ve dış mihrakların kurdukları tuzaklar varsa, onlar da bozulmuş olur.
Bir zamanlar Fransa’nın de Gaulle’ü gibi kürsüye çıkıp, “Sizi anladım, sizi gördüm!” demek ve genç insanlara elini uzatmak o kadar zor mu?
Twitter: @HSNCML