Kiev'de iki kadın gazeteci.
Biri Ukraynalı, öteki Rus.
Rus gazeteci, işgalin başladığı
sabah karanlığında Moskova'dan arıyor.
Guardian'dan okuyorum.
Putin'in bombaları
yağmur gibi yağıyordu.
Sesimin titrediğini
hisseden Rus meslektaşım
ülkesi adına benden özür diledi.
Bir deyim vardır:
"Sabah 4, Kiev bombalanıyor."
Her Ukraynalı ve Rus çocuk bunu bilir.
Hitler Almanyası'nın 1941'deki
Kiev bombardımanı böyle anons edilmişti.
Bu kez Putin Rusyası'nın Kiev bombardımanı
sabah saatin 5'inde başladı.
Rus meslektaşımla saatlerce
"Konuştuk ve ağladık."
Sonra telefonlara cevap vermedim
gözyaşlarımı saklamak için...
Lviv'de sığınak haline getirilmiş
bir metro istasyonu. Herkes üst üste,
iğne atsan yere düşmez.
Genç bir kadın göz yaşları içinde
CNN'ne anlatıyor:
Rusya'nın bu yaptığına
inanamıyorum, aklım almıyor.
Biz bağımsız bir ülkeyiz.
Rusya'nın kuklası olmak
istemiyorum. Sabah silah sesleriyle
uyandım. Olanlara
gerçekten inanamıyorum.
Genç kadın
hüngür hüngür ağlamaya başlıyor
ve yüzünü kameradan kaçırıyor.
Kiev'li kadın gazeteci:
Sabahın köründe
korkunç patlama sesleriyle uyandım.
Çiçeklerimi suladıktan sonra bilgisayarımı,
küçük çantamı kaptım,
kendimi sokağa atmadan önce de
annemi aradım.
Kendisine güvenli bir yer bulmasını söyledim.
Savaş konusunda benden tecrübeliydi annem.
Rusya 2014'de Ukrayna'nın
Donbas bölgesinde ayrılıkçı savaşı çıkarınca
her şeyini arkasında bırakıp kaçmıştı.
Şimdi her şeyimizi
bir kere daha kaybetme korkusunu yaşıyoruz.
Washington Post'tan bir haber:
Teyzem Donetsk'den aradı ağlayarak:
"Bir tarihte sen benim için ağlamıştın,
şimdi de ben senin için ağlıyorum."
Mühendis olan babam telefon etti.:
"İnşallah beni yeniden askere çağırmazlar."
Rusya'nın desteklediği ayrılıkçıların
Donbas'taki savaşını gazeteci olarak izlemiştim.
Hain ilan edilmiştim. Rusya'nın,
ayrılıkçı güçlerin siyah listesi'ne
yazmışlardı adımı...
İşgalin başladığı Perşembe sabahı evden çıktım.
Her yarım saatte bir annemi arıyorum.
"Sakın ağlama" diyor bana,
"Bu yakınlarda bir yeraltı garajı var,
oraya saklanabiliriz."
Ne kadar da sakin, telefonu kapatırken
"Seni çok seviyorum" demeyi ihmal etmiyor.
İçimi çok fena acıtıyor insan hikayeleri...
En çok onlara kulak veriyorum, okuyorum.
İki gündür televizyonun karşısına çakıldım
savaş izliyorum. Masum insanların acılarını
anlamaya çalışıyorum.
Guardian'da Simon Jenkins'in bir cümlesi çarpıcı:
Tarih bazen
ölmeyi reddediyor!
Galiba öyle.
Büyük Savaş diye tarihe geçen
Birinci Dünya Savaşı'nda
16 milyon asker ve sivil ölmüştü.
Ama ders almadı insanlık.
İkinci Dünya Savaşı çok daha kanlı yaşandı.
1939-45 arasında 65 milyon insan öldü dünyada.
Churchill 1948'de dedi ki:
Tarihten ders çıkaramayanlar,
onu tekrar yaşamaya mahkumdur.
İnsanlık iki büyük savaştan
gerekli dersleri çıkardı mı?
Sorular kafamı kurcalamaya devam ediyor:
Dünya 1930'lar Avrupası'nı mı yaşıyor,
yeniden kanlı bir altüst oluşa
doğru mu yol alıyoruz?
Geçmişin hortlakları,
yani insanlığın başına bela olmuş
milliyetçilik, ırkçılık, etnik nefret
yeniden sahnedeki yerlerini mi alıyor?
Hortlakların ölüm dansları mı başlıyor?
İkinci Dünya Savaşı'nın,
Soğuk Savaş'ın sonrasında
demokrasi, barış ve özgürlük
açısından dünyada kabaran büyük dalga
ve iyimserlik havası sönüyor mu?
Dünya yeniden demokrasi, barış ve özgürlük
düşmanlarına mı kalacak?
Çin'deki, Rusya'daki, İran'daki totaliter rejimler mi
dünyanın hakimi mi olacaklar?
Hiç ihtimal vermiyorum.
Putin'in emperyal saldırganlığı da ters tepecek!
Nasıl ki Çarlar, Stalin'ler, Brejnev'ler
tarih sahnesinden silinmişlerse,
Putin'ler de tarihin çöp tenekesine gidecek.
Şunu da yazın bir kenara:
Ukrayna'daki saldırganlık, Batı ittifakı için
bir hayat öpücüğü oldu;
ittifak içinde birlik ve dayanışma belirginleşti.
Putin'in sonu
biraz zaman alsa da kötü olacak.
Bir tweet atıp yazıyı noktalıyorum:
#SavaşaHayır
Putin’in
emperyal
saldırganlığına
hayır!
Ukrayna’ya özgürlük!