20 Nisan 2020

Sorgulanmayan bir hayat yaşanmaya değmez!

Yaşlı hatıralarla baş başa olmaktan sıkıldım ve yazıya başladım…

Artık yaşlı hatıralarla baş başayım!
Jorge Semprun'un bir sözü...
Bugünlerde bana uyuyor.
Özellikle yazı yazmayı kestiğimden beri hatıraların dipsiz sularında kulaç atıyorum.
Peki ama niye yazmıyorum?
Yoksa yoruldum mu?
Belki de...
Zaten yıllar ilerledikçe insanlar birbirlerinden yoruluyor.
Hatta insan kendi kendisinden bile bıkıyor.
Kendi içine çekiliyor, yalnızlaşıyor.
Oysa not et bir kenara: Geleceğe dair umutları canlı tutmak lazım.
Bir zamanlar umutlarımızı hiç kaybetmeyeceğiz, diye yazardım.
Yeni başlangıçlar yapacağız, diye tekrarlardım.
Ama anlaşılan o ki, geçmiş uzadıkça, gelecek kısaldıkça yavaşladım.
Yaşlı hatıralar ağır basmaya başladı.
Bundan kurtulmam gerekiyor.
Hem de bir an önce...
Yeniden yazıya dönmeliyim.
Yazmak her şeyden önce beni özgürleştiriyor.
Bir işe yaradığımı hissettiriyor bana...
Özgürlük ve demokrasi, hukuk ve adalet, eşitlik ve dayanışma bayrağını, arada bir de olsa, yazılarımla sallamak iyi geliyor.
Stefan Zweig, dünya savaşının birincisinden sonra ikincisine de yakalanmış olan büyük yazar, çok derin bir hayal kırıklığı içindedir, o kadar ki intiharın eşiğindedir, ama var gücüyle yazmaktadır:

Anlattıklarımızla
bir gerçek kırıntısını bile
bizden sonraki kuşağa
ulaştırabilirsek,
yine de boşuna
yaşamış sayılmayız.

Umutsuz yaşanmaz.
Hayalleri olmayan hayat da hayat değildir.
Zorla kendini.
Devam et yazıya!
Ve doğru bildiğini eğip bükmeden yaz.
Sorgulamak aklından hiç çıkmasın.
Eleştiriden, soru sormaktan sakın ola vazgeçme.
Dünyayı sorgulamanın peşini bırakmak insanı körleştirir.
Socrates'in o sözü kulağında hep çınlasın: 

Sorgulanmayan bir hayat
yaşanmaya değmez!

 

Desen: Selçuk Demirel

Üç aydır yazmıyorum.
T24'teki köşe boş.
Doğru dürüst okumuyorum da.
Televizyonlardaki Koronavirüs tartışmaları da, belki fazla tekrar ve yüzeysel oldukları için bana sıkıcı geliyor.
Birkaç aydır Türkiye'yi ve dünyayı başlıklardan izlemeye çalışıyorum.
Sağlık çalışanları benim gözümde de birer kahraman, her fırsatta alkışlıyorum onları.
Hapisteki dostlar karşısındaki çaresizliğim vicdanımı kanatmaya devam ediyor.
Sözde af düzenlemesinin yol açtığı derin adaletsizliği lanetliyorum.
Halk Partili belediyelerin halka ekmek yardımını engelleyen Saray'ın partizanlığına, acımasızlığına söyleyecek söz bulamıyorum.
Tayyip Erdoğan'ın Koronavirüs felaketiyle tek adamlığını, otoriterliğini güçlendirme yolundaki sistemli adımlarına gelince, beni şaşırtmıyor.
Bütün bunları bugüne kadar oturup yazmadığım için de kahroluyorum.
Şubat başında ayağım kırıldı.
Arkasından yüzyılın, belki de binyılın felaketi kapımızı çaldı, insanlık Korona'ya yakalandı.
Kafam bir süredir karman çorban...
Bütün dünya hazırlıksız yakalandı bu korkunç felakete...
Büyük acılar yaşanıyor, daha da yaşanacak.
Ne kadar süreyle?
Sonuçlar ne olacak?
Malum değil.
Hayatlarımız nereye gidecek?
Bilen var mı?
Sanmıyorum.
Ama iyiye gideceğine şimdilik pek ihtimal vermiyorum.
Gittikçe koyulaşan bir karanlığın içindeyiz.
Bir cehennem çukuruna, bir uçuruma yuvarlandık.
Fakat daha dibe vurmadık.
Vurmadığımız için de, o büyük acıyı henüz hissetmiş değiliz.
Şurası kesin:
Çok büyük bir işsizlik ve yoksulluk dalgası vuracak insanlığı...
Dünya -ve Türkiye- bugüne kadar tanık olunmayan bir ekonomik ve sosyal çöküntüye doğru yol alıyor.
Bu açıdan herhangi bir kuşku yok.
Ama bir bilinmeyen söz konusu: Bu büyük ekonomik ve sosyal krizden nasıl bir yeni dünya düzeni çıkacak?
Kendimizi nasıl bir Türkiye'de bulacağız?
Nasıl bir politik ortamın içine düşeceğiz?
Karşı karşıya kalacağımız siyasal rejimler ne olacak?
Şöyle de sorulabilir:
Dünya düzeninin yeni efendileri kimler, hangi güçler olacak?
1929 Büyük Ekonomik Buhranı'nı izleyen kanlı altüst oluşların benzerini dünyamız yine yaşayabilir mi?
Hitler'ler, Stalin'ler yine sahne alabilir mi?
Bir başka deyişle:
Yaklaşmakta olan ekonomik ve sosyal çöküntüyle birlikte daha kötüye mi savrulacağız?
Yoksa, daha iyinin kapısı aralanabilir mi?
İkinci Dünya Savaşı sonrasını anımsayın.
Amerika'nın liderliğinde, Amerika-Avrupa ittifakı'yla dünyanın önünde daha iyi bir dönem açılmıştı.
Savaş sonrasındaki ekonomik büyüme ve sosyal refah, kabaran liberal demokrasi ve özgürlük dalgası 1989'da Berlin Duvarı'nı yıkmıştı.
Tarihin sonu çığlıklarıyla dünya yirmi yıl daha süren bir iyimserlik devri yaşamıştı.
Ama ne yazık ki, 2008 Finans Krizi'yle birlikte bu iyimser sayfalar bir bir kapanmaya başladı.
Küresel kapitalizmin açgözlü ve kibirli elitleri yüzünden liberal demokrasiyle kurumları kitlelerin gözünden düşmeye başladı.
Trump sahneye böyle çıktı.
Boris Johnson'lar demokrasinin beşiği Britanya'yı Avrupa Birliği'nden böyle uzaklaştırdılar.
Macaristan'daki Victor Orban ve Avrupa'daki benzerleri, Avrupa Birliği'nin, demokrasi ve hukuk devletinin temellerini böyle kemirmeye başladılar.
Popülizm, otoriter rejimler ve tek adamlar dünyanın dört bir yanında yükselirken, bir de Korona krizi vurdu dünyamızı...
N'olacak şimdi?
Bizim memleketin hâlleri zaten malum...
Nereye savrulacak dünya?..
Ve Türkiye...
Ben bilmiyorum.
Bilen varsa beri gelsin.
Koronavirüs inşallah insanlığımızı bize hatırlatan bir sonla defolup gider başımızdan, demek geliyor içimden...
Bu köşede ara sıra yine bu konularla buluşmak umuduyla.

Yazarın Diğer Yazıları

Demirel'i darbeyle devirecektim!

Demirel 100 yaşında! Pazar günü Ülke Politikaları Vakfı'nın Cevahir Otel'de düzenlediği bir toplantıda "BABA"yı andık. Özlemişim Demirel'i, itiraf edeyim, arada bir gözlerim doldu

Türklerin de, Kürtlerin de ortak çıkarı gerçek barış ve demokrasidir

Yeterince kan ve gözyaşı akmıştır, daha çok acı çekilmesin, ama... Bu AMA üzerinde düşünmek lazım, geçmiş tecrübeler bunu gerektiriyor

Dostluklar insanı ayakta tutar!

Benim de böyle bir dostum var, Şahin Alpay. İyi ki varsın kardeşim, iyi ki BİR HİKAYEM VAR'ı yazdın

"
"