Rojbaş Gülsüma Ana, günaydın.
Nasılsın?..
Ellerinden öperim.
Anlaşılan o ki, Silvan’da hayat kaç zamandır yine cehenneme dönmüş durumda.
N’aparsın, n’edersin?..
Sana cep telefonundan ulaşmaya çalışıyorum ama nafile...
Silvan kuşatma altında, biliyorum.
Günlerdir sokağa çıkmak yasak.
Silvan’daki yaşantınızı gözümün önüne getirmek istiyorum.
Bu açıdan, Nurcan Baysal’ın satırları göz açıcıydı.
Gülsüma Ana, Nasılsın?.. Ellerinden öperim. Anlaşılan o ki, Silvan’da hayat kaç zamandır yine cehenneme dönmüş durumda. N’aparsın, n’edersin?..
Düşünün!
Hukuk çiğnenerek yaşadığınız ilçede sokağa çıkma yasağı ilan ediliyor, yaşadığınız sokak onlarca tank, zırhlı araç tarafından ablukaya alınıyor!
Düşünün!
Helikopterler tepenizde, keskin nişancılar yüzlerce metre öteden mahallenize göre konuşlanmışlar, tanklar ve zırhlı araçlar çocuklarınızın oynadığı sokaklarda…
Düşünün!
Dört bir yandan silah ve kurşun sesleri arasındasınız! Kucağınızdaki bebek, evdeki çocuklar her kurşun ve patlamadan sonra çığlık çığlığa!
Düşünün!
Allah aşkına söylesene Gülsüma Ana; 1990’ların başındaki o cehennem dönemi, şimdi geri mi geldi?.. Yaşamak için ille de acı çekmeye devam mı?..
Düşünmeye çalışıyorum Gülsüma Ana.
İçim acıyor.
Belki de, elimden yazı yazmaktan başka bir şey gelmediği için içim acıyor.
Belki de artık acıları paylaşmak yetmiyor.
Ya da fazlasıyla soyut kalıyor.
Silvan’a en son geçen yılın şubat ayında gelmiştim.
Hatırladın değil mi?
Aziziye Caddesi’ndeki evin yer sofrasına keyifli bir sohbet hâlinde oturmuştuk.
Dumanı tüten haşlanmış içli köfte... Dolmanın her türlüsü, yaprak dolma, patlıcan dolma, içi etlisi, kıymalısı...
Hepsini kendi elinle benim için pişirdiğini söylerken eklemiştin:
“Bunlar Delila’nın en sevdiği yemeklerdi, uzun zamandır ilk defa yaptım.”
Sana söz vermiştim.
Kitap çıktığı zaman hem kitabı, hem de Delila’nın dağda tuttuğu üç defterden oluşan Günlükleri’ni kendi elimle getirip teslim edeceğimi söylemiştim.
Bu arada kitabı yazarken korkmuştum, ya günlüklerin başına bir şey gelirse, ya kaybedersem diye...
2013’ün Ağustos ayını anımsıyorum.
Ramazan Bayramı’ydı.
Delila’nın yaşamını yazmak için çalmıştım kapınızı.
Başında beyaz yemeninle, önüm sıra çabuk çabuk yürüyüşün gözümün önünde.
Cigarasını tüttüren Gülsüma Ana gözümün önünde bu satırları yazarken... Ve uzaklardan Delila’nın sesini duyar gibi oluyorum: “Yaşamak direnmektir!”
Şimdi cehenneme dönen Silvan’ın ara sokaklarını arşınlarken, heyecan içinde anlatıyordun:
“Delila’nın sesi küçükken de çok güzeldi, hep Sezen Aksu’nun şarkılarını söylerdi. Bak, burası da Mescit Mahallesi. Ben de, Delila da aynı evde, şu küçük evde doğduk.”
Önünde bodur bir incir ağacı olan beyaz badanalı, uçuk mavi boyalı iki katlı bir ev.
Akanyıldız sokağı.
Karşısında, Silvan’ın köklü ailelerinden Azizoğlu’nun adını taşıyan bir konak.
Anlatmıştın.
Delila’nın doğduğu Mescit’e terörist mahallesi dermiş polis...
1990’lı yılların başında en çok faili meçhul cinayet bu mahallede işlenmiş…
Delila amcasını, kapı komşularını faili meçhulde kaybetmiş...
Sekiz on yaşlarında bir çocuğun silah sesleriyle büyümesi… Daha o yaşlarda kan görmesi… Ve ölümün acısını hissetmesi…
Demiştin ki Gülsüma Ana:
“İşte bütün bunlar, Delila’yı daha çocukken devlete karşı tepkili yapmaya başlamıştı. Hastaneye gittik, mahkemeye gittik, devlet dairelerine gittik, aman Kürtçe konuşma dediler. Hele polisin yanında hiç konuşma dediler. Böyle yaşadık biz... Delila da hissetti bütün bu baskıları…”
Delila, ortaokuldayken bir gün der ki:
“Ana, ben ismimi değiştireceğim.”
Adı Şenay’dır, Türk adı.
Şınai diye değiştirmek istediğini söyler, Kürtçe yeşillik anlamına gelen…
Ve Delila, 17 yaşındayken bir gün doğdukları evlerinin mutfağında Gülsüma Ana’ya, adı “Gönül gitmek ister savaşa!” olan (Kürtçesi, dil dixwaze here cenge) bir şarkı söyler.
Gülsüma Ana, mutfakta bu şarkıyı ilk kez dinleyince gayet iyi anlar kızının ne demek istediğini.
Yanağından yaşlar süzülür.
Ama kızına belli etmek istemez.
Bir seferinde kızınca şöyle der kızına:
“He sen okuyasan, sonra gidesen savaşasan!”
Gülsüma Ana hatırlıyor musun?
2013’ün o sıcak Ağustos gününde, Silvan’daki faili meçhul cinayetleri de anlatmıştın bana, üstelik cinayet mekânlarını göstererek...
Allah aşkına söylesene Gülsüma Ana;
1990’ların başındaki o cehennem dönemi, şimdi geri mi geldi?..
Galiba öyle.
Acılar hiç bitmeyecek mi?
Yaşamak için ille de acı çekmeye devam mı?..
Anlatmıştın bana:
“Silvan’da o zamanlar sokaklarda öldüren öldüreneydi. Gündüz vakti saat üç oldu mu evlere kapanırdık. Her gün iki üç kişi giderdi. Diyarbakır ve Batman’la birlikte bizim Silvan en çok faili meçhul cinayetin işlendiği şehirdi. Bu yüzden o kadar çok göç verdik ki dışarıya...”
1990’larda Silvan’ın nüfusu 60 binden 20 bine iner. 900’ü resmen kabul edilen toplam 2 bin civarında faili meçhul cinayet işlenir ilçede...
Gülsüma Ana’nın oğlu Baki de demişti ki:
“Bütün bu acılardır dağın yolunu açan…”
Delila, Gülsüma Ana’nın kızı, 1999’da liseyi bitirir 17 yaşında dağa çıkar, 2007’de de 25 yaşındayken bir pusuda kaybeder hayatını...
Yıllar geçiyor, acılar bitmiyor.
Aziziye Caddesi’ndeki penceresinin önünde cigarasını tüttüren Gülsüma Ana gözümün önünde bu satırları yazarken.
Ve uzaklardan, Kürdistan dağlarından Delila’nın sesini duyar gibi oluyorum:
“Yaşamak direnmektir!”
“Berxwedan jiyane!”