28 Aralık 2020

Roboski katliamının 9. yılında, hüzün içinde yaşamak...

Yaşanan büyük acıların hesabı sorulmadıkça, kapımızı barış, adalet ve hukuk nasıl çalacak?

ROBOSKİ, 2013 yılı Nisan ayı sonları.
Berbat bir hava.
Şakır şakır yağmur yağıyor.
Sisli dağların arasından yılan gibi kıvrıla kıvrıla
Irak sınırına doğru iniyoruz, 
Roboski'ye...
Ağaçlı bahçenin ortasında bir köy evi.
Halı ve kilim serilmiş, çepeçevre minderlerle kaplı
büyücek bir odaya ayakkabılarımızı çıkarıp yerleşiyoruz.
Önce tavşan kanı çaylar...
Anaları bekliyoruz.
Her şey beklediğim gibi...
Ellerinde çocuklarının çerçeveli fotoğraflarıyla
başörtülü, yemenili analar geliyor.
Etrafımıza oturuyorlar sessizce.
Hepsi yaslı.
Yüzlerinden acı akıyor.

pastedGraphic.png


Hüzünlü, ağır bir hava.
Sanki olacakları biliyorum,
bildik bir tiyatro sahnesi kuruluyor önümde...
Bildik, çünkü o kadar çok Roboski röportajı okudum ki...
Roboski yazılarımı yazmadan önce
 Ümit Kıvanç’ın o çarpıcı belgeselini  o kadar çok izledim ki...
Sessizce odaya girenlerden çoğunun yüzleri aşina...
Sıra konuşmalara geliyor.
Biliyorum ne söyleyeceklerini de...
Analar teker teker söz almaya başlayınca,
içimde hiç beklemediğim kadar büyük bir acı
dallanıp budaklanıyor.
Öylesine sahici konuşuyorlar ki...
Acılar yüreklerinin derinliklerinden
öylesine kopup geliyor ki...
Hem yaşadıkları evlat acısı, hem uğradıkları
haksızlık ve adaletsizlik anaları başı dik, vakur kılmış...
Bu anaların masum çocukları,
tam 34 can, 28 Aralık 2011 günü,
o uğursuz gece yarısı devletin savaş uçakları tarafından paramparça edilmiş...
Ama failler hâlâ ortada yok.
Sorumlular bulunmuş değil.
Devlet bir özürü bile çok görmüş analara...
Hükûmet bugüne kadar analardan özür dilemekten kaçınmış...
Anaları dinledikçe, ben de gözyaşlarımı içime akıtmaya başlıyorum.
Sesini yükseltmeden konuşuyor:

Adalet Roboski’ye gelinceye
kadar hiç kimse
barıştan söz etmesin

Bir başka ana:

Failler bulunsun,
barışa o zaman inanırız.

pastedGraphic.png

Yine bir ananın feryadı:

Devlet bizlerden özür
dilemediği sürece
ne fabrika isteriz
ne de iş yeri...

Bir ananın adalet çığlığı:

Elbette barışa karşı değiliz.
Ama önce 34 çocuğumuzu
katledenler ortaya çıkarılsın.

Bir baba ayağa kalkıyor:  

Daha bir kişi bile
mahkemeye çıkarılmadı.
Hâlbuki failler bellidir,
sorumlular bellidir.
Bu gerçeği devlet de biliyor.
Meclis’in Roboski raporu
utanç vericidir.

Yanı başımdaki anaya kulak veriyorum:

Yüz yıl da, bin yıl da geçse, 
başımıza gelen
bu katliamı unutmayacağız.

Bir babanın sesi:

Mavi Marmara olayında dokuz
vatandaşımızı öldüren İsrail’e
özür diletmek için o kadar
mücadele veren bir Başbakan,
Tayyip Erdoğan,
bizim 34 canımız için
neden özür dilemiyor?
75 milyonun Başbakan’ı
Gazze’ye gitmekten söz ediyor,
ama neden bir defacık olsun
bugüne kadar Roboski’ye
gelmedi? Katliam oldu,
tam bir hafta boyunca 
Başbakan’ın sesi neden çıkmadı?  

Ve bağırıyor:

Başbakan’ın vicdanı yok mu?

 

pastedGraphic.png

Gözüm o fotoğrafa takılıyor.
İki eliyle sımsıkı tutuyor evladının
çerçeveli fotoğrafını.
Rengârenk açmış çiçeklerden,
gürül gürül akan sulardan,
kanat çırpan beyaz güvercinlerden oluşan
bir dekorun önünde çektirmiş anasına ithaf ettiği fotoğrafı.
Altına not düşülmüş:

KARKER ENCÜ,
1995
doğumlu,
şehit tarihi:
28 Aralık 2011.

Anayla göz göze geliyorum.
Bakıştığımızı sanıyorum.
Ama o beni görmüyor.
Dalıp gitmiş.
Yerimden kalkıp yanına uzanıyorum.
Ananın omzuna elimi koyuyorum.   
Gözleri doluyor.
Bana "Oğlum" diye hitap ediyor,
"Benim evladımın da, hepsinin de hayalleri vardı."
Gözyaşlarımı tutamıyorum. 

pastedGraphic.png

Ayla Akat'ın sesi ulaşıyor uzaklardan:

Analar ağlamasın deniyordu.
Ben cenazeler kaldırılırken
gözlerindeki yaşlar durmayan gençleri, 
hatta çocukları gördüm. 
Bu gençler ve çocuklar 
gözyaşlarını sildikten sonra 
düşünmeye başlayacaklar.
Ne yaşadılar?
Kimleri kaybettiler?
Nasıl kaybettiler?
Boşluklarını nasıl dolduracaklar?
Neden bunlar onların başına geldi?
Söyleyin:
Kürt olmak ve Kürdistan’da doğmak dışında ne suçları olabilirdi 
bu çocukların?..

CHP Ankara milletvekili
Levent Gök'ün Meclis kürsüsünden sesi duyuluyor:

Dokuz yıl önce Uludere-Roboski'de,
38 gencimiz
28 Aralık akşamı
her zaman yaptıkları ve
tüm emniyetin de bildiği gibi,
sınırın diğer yakasındaki
akrabalarından kaçak
mazot almaya gittiler. O gün saat 20.00'den itibaren
hava sahası kapatıldı. 21.39'dan
itibaren hava saldırısında
38 yurttaşımızdan 34'ü öldü.
Uludere'deki kritik nokta şudur:
Uludere olayında zamanın
Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı
ve şu andaki
Genelkurmay Başkanı
Yaşar Güler
, şu andaki
Millî Savunma Bakanı Hulusi Akar,
o zamanki
Genelkurmay Başkanı
Necdet Özel
 ve Millî Güvenlik
Kurulu'nun askerî ve sivil
tüm erkanının içinde bulunduğu,
devletin en üst düzeyinde alınan bir
karar olduğu için devletin en üst düzeyi
bir kader birliği içerisindedir.
Uludere olayının bugüne kadar
aydınlatılmamasının,
üzerine gidilmemesinin
yegane nedeni de budur.

Yaşanan büyük acıların hesabı sorulmadıkça,
adalet yerini bulmadıkça,
bu memleketin kapısını barış, huzur
ve hukuk nasıl, ne zaman çalacak?
Hep aynı soruları soran,
hep aynı yazıları yazanlar ne yapacak,
hüzün içinde yaşamaktan başka?.. 

Ve bir tweet:

Bu ülkede hangi karanlık
aydınlığa dönüştü ki,
Roboski aydınlansın!

Yazarın Diğer Yazıları

Demirel'i darbeyle devirecektim!

Demirel 100 yaşında! Pazar günü Ülke Politikaları Vakfı'nın Cevahir Otel'de düzenlediği bir toplantıda "BABA"yı andık. Özlemişim Demirel'i, itiraf edeyim, arada bir gözlerim doldu

Türklerin de, Kürtlerin de ortak çıkarı gerçek barış ve demokrasidir

Yeterince kan ve gözyaşı akmıştır, daha çok acı çekilmesin, ama... Bu AMA üzerinde düşünmek lazım, geçmiş tecrübeler bunu gerektiriyor

Dostluklar insanı ayakta tutar!

Benim de böyle bir dostum var, Şahin Alpay. İyi ki varsın kardeşim, iyi ki BİR HİKAYEM VAR'ı yazdın

"
"