Eski zamanlarda bazen şöyle başlardı köşe yazısı:
Daktilomun başına oturdum, ben ona, o bana bakıyor!
Konu sıkıntısı böyle ifade edilirdi.
Sonra yazı gelir, daktilo tuşlarına takır tukur vurarak makinalı tüfek gibi yazma faslı başlardı.
O yıllar çoktan geçti.
Genç nesil gazeteci milleti ne daktilo sesi, ne teleks tıkırtısı biliyor.
Artık bilgisayar var.
Ve konu kıtlığı hiç çekilmiyor.
Türkiye gitgide öyle bir memleket hâline geliyor ki, sıkıcı bir an bile yaşanmıyor bu topraklarda.
Hep heyecan var!
Bir başka deyişle:
Yazı konusunda sıkıntı yok! Başını hangi yana çevirsen biri sana el ediyor, beni yaz diye...
Ama bu da bir güçlük yaratmıyor değil, yazayım da hangisini yazayım sıkıntısı ara sıra kapıyı çalıyor.
Dün de öyle oldu.
Bilgisayarımın başına oturdum, ben ona, o bana bakışıyoruz.
Çünkü o kadar çok konu var ki.
Hangisini yazayım?..
'O zeytin ağaçları benim evladımdı'
Hangi konuyu yazayım? Yırca'da kesilen 6 bin zeytin ağacı, Kader Ortakaya'nın son mektubu, YÖK'te olanlar…
Hürriyet’in manşeti çarpıcı:
O ağaç benim evladımdı!
Manisa’nın Soma Yırca’sında bir termik santral yapımı için 6 bin zeytin ağacı kesilmiş.
Zeytinci kadınların feryadı insanın yüreğini burkuyor.
Banu Şen’in güzel haberindeki şu satırların altını çiziyorum:
“Termik Santral yapılacak Yırca Mahallesi’ndeki zeytin ağaçları için 16 Eylül’den beri nöbet tutan köylülere önceki gece Kolin Grubu’nun güvenlik görevlileri saldırdı.
Dört köylüyle bir avukat kelepçelendi. Dozerler 6 bin ağacı bir gecede kökünden söküp attı. 80 yaşındaki nine, “Kesilen o ağaç benim evladımdı” diye ağladı.
Akşam Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararı verdiği ortaya çıktı ama kökünden koparılan 80 yıllık zeytinler için artık çok geçti.”
Haberin içine gömülmüş Latif Demirci karikatürü ise daha fazla bir şey yazılmasını gerektirmeyecek kadar güzel.
Sevimsiz koca bir adam, ağzındaki zeytin dalını sıkı sıkıya tutan beyaz güvercini gırtlağından yakalamış, bas bas bağırıyor:
“Bıraak!.. Bırak diyorum şunu... Buraya termik santral yapacaz!..”
Kavga etmemiz lazım
Hoyratlık içimize işlemiş.
Bizde devlet çarkları böyle dönüyor.
Acımasızlığın damgasını vurmadığı yer yok gibi.
Başımızı nereye çevirsek, yürek burkan adaletsizliklerle karşı karşıya kalıyoruz.
Hiç değişmiyor.
Madenlerde işçilerimiz cehennem çukurlarına gömülürken, devlet katlarındaki yolsuzluk, hırsızlık karanlığa gömülüyor.
Devlet düzenimiz ne yazık ki böyle.
Haksızlığın, adaletsizliğin üstüne yürümüyor, insanımızı eziyor.
Sanki bu alnımıza vurulmuş, sanki kaderimiz bu.
Oysa değil.
Kavga etmemiz lazım.
Kavga edenler, başkaldıranlar da var.
Kader Ortakaya'nın son mektubu
Devlet düzenimiz insanımızı eziyor. Sanki kaderimiz bu. Oysa değil. Kavga etmemiz lazım
Bir mektup okuyorum T24’te.
İçimi hüzün kaplıyor.
Öldürülmeden önce ailesine yazmış bu mektubu Kader Ortakaya.
Marmara Üniversitesi'nde yüksek lisans öğrencisi. Bu yakınlarda, Kobanê sınırındaki insan zincirinde nöbet tutarken vurularak öldürülmüş.
Kader Ortakaya, anne babasına mektubunda şöyle seslenmiş ölmeden önce:
Değerli ailem;
Ben Kobane’deyim.
Bu savaş sadece Kobane’de yaşayan insanların değil hepimizn savaşı…
Ben istiyorum ki bütün insanlar özgür ve eşit yaşasın.
Hiç kimse bir lokma ekmek, başını sokacak bir ev için ömrü boyunca sömürülmesin.
Bunların olabilmesi içinde savaşmak ve mücadele etmek gerekiyor.
Yıllardır devletin bütün yaptığı olumsuzluklara sessiz kaldınız.
İnsanların öldürülmesine, sokak ortasında gazlanmasına, Roboskî’deki gibi bombalanmasına buna artık yeter deyin.
Ben yanınızda olsaydım eylemlere katılmaya ve derneklere gitmeye devam edecektim.
Ben gelene kadar mücadelemi size emanet ediyorum.
'Akademik camia
susturulmuş' sözü mü kızdırdı?
Ne yazayım ki?
Tayyip Erdoğan’ın demokrasi ve hukuktan yoksun ‘yeni Türkiye’sinin hızla en mümtaz simgesi haline gelmekte olan Ak Saray görgüsüzlüğünü bir kez dilime dolayabilirim.
Ama sıkıcı da olabilir.
Veyahut, Fatih Altaylı’nın adını zikretmeden bir eleştiri yazısından dolayı, “Bunlarda hazımsızlık var, operasyon lazım” diyebilen Erdoğan’a ne kadar tahammülsüz olduğunu hatırlatan bir yazı…
Altaylı gerekeni zaten yazdı, deyip geçelim bu konuyu da…
YÖK’teki değişiklik yazılabilir.
Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya birkaç gün önce başkanlık görevinde alındı.
Neden?
Çetinsaya’nın görevdeyken şu söyledikleri Erdoğan iktidarının tepkisini çekmiş olabilir:
“YÖK lağvedilerek, kötü hatıralarıyla birlikte tarihin derinliklerine gönderilmeli!”
“Susturulmuş bir akademik camia var.”
Peki, Erdoğan YÖK Başkanlığı'na kimi atamaya hazırlanıyor dersiniz?
Prof. Dr. Yekta Saraç’ın adı öne çıkıyor.
Hani o HaberTürk’teki Alo Fatih’in kardeşi…
'Erdoğan devleti' için sıra üniversitede
Erdoğan, YÖK'ü kullanarak şimdi de üniversitede kendi ‘sivil kışla düzeni’ni hakim kılmak istiyor
Tayyip Erdoğan, görünen o ki, kendi ‘devlet’ini yaratmak için hiçbir engel tanımıyor.
Sıra üniversitede.
12 Eylül askeri yönetimin ürünü olan YÖK’ü kullanarak, kendi tek adam anlayışına göre, şimdi de üniversitede kendi ‘sivil kışla düzeni’ni hakim kılmak istiyor.
Sorgulamanın, eleştirel düşünmenin, bağımsız akıl yürütmenin köküne kibrit suyu ekmek istiyor anlaşılan…
Kısacası:
Medyadaki Alo Fatih hattından, şimdi de üniversitedeki Alo Yekta hattına…
İyi pazarlar!