Genel yayın yönetmenliği koltuğuna son kez çeyrek yüzyıl önce Cumhuriyet’te oturmuştum.
1992’nin Şubat ayıydı.
11 yıllık gazete yöneticiliğim ‘Cumhuriyet vazosu’nun kırılmasıyla noktalanmıştı.
O tarihten sonra çıkan bazı fırsatlara rağmen genel yayın yönetmenliğinden uzak durdum.
Belki istemedim, belki göze alamadım, belki de çekindim.
Bilemiyorum.
Ama isabetli, akıllı bir tercih yaptığımı sanıyorum.
Bu arada not etmem lazım.
Salı sabahı Özgür Gündem gazetesinde genel yayın yönetmeni koltuğuna oturunca hoşuma gitmedi değil.
Epeyce özlemişim o masayı.
Ben konuşuyorum, herkes dinliyor!
Çünkü o koltuk diktatörlük koltuğudur.
Herkes ağzına bakar, son söz senindir.
Gazete mutfağında kral ‘ahçıbaşı’dır.
İki ayrı dünya oluşuyor, Türklerle Kürtler kopuş içinde. Gazeteci milleti olarak buna izin vermeyelim...
Ama bu açıdan Özgür Gündem’in daha farklı olduğunu söyleyebilirim.
Bir kere, yazı işlerinin çoğunluğunu genç kadın gazeteciler oluşturuyor.
Cumhuriyet’te öyle değildi. Mutfakta kadınlar pek temsil edilmiyordu.
Özgür Gündem’in yazı işlerinde ise kadın sesi, erkek sesini bastırıyordu. “Bu da Apo’nun bir başarısı” deyince, masada keyifli bir hava esti.
Genel yayın yönetmenliği masasını özlemişim.
Konuşmaya başladım.
Hatıralara daldım.
Benim ağır aksak konuşmayla toplantı uzamaya başladı tabii.
Ses etmediler ama gazeteyi de geciktirmek istemiyorlardı.
Özgür Gündem’e dayanışma için neden geldiğimi anlatmaya çalıştım.
Özgür Gündem’e Ocak başından bu yana Ağır Ceza’da 140 dava, Asliye Ceza’da 63 dava açılmış durumda...
Dicle Haber Ajansı’ndan 12 muhabir son beş aydır hapiste...
15 de hükümlü Kürt gazeteci cezaevinde...
Tablo bu.
Devlete sorarsanız, bu meslektaşlarım gazeteci değil terörist yanıtını alırsınız.
Yazı işlerinde, Kürt gazetecilerin cehennem ateşi altında haber kovaladıklarını belirttim.
Mahkemelerden, hapislerden, baskılardan, ölüm tehditlerinden en büyük payı Kürt meslektaşlarımın aldığını söyledim.
Çünkü Kürt coğrafyasındaki kıyımın, yıkımın gerçek boyutlarıyla aydınlanmasını Saray’daki Sultan’ın istemediğini özellikle vurguladım.
Saray’daki Sultan, bu yüzden tek sesli ve kendine tabi bir medya düzeni oluşturmanın peşinde, bunun için bir korku imparatorluğu oluşturuyor dedim.
Devlete sorarsanız, cezaevindeki meslektaşlarım gazeteci değil terörist!
Sözlerime şunları da ekledim:
“Kürt gazeteciler özgür değilse Türk gazeteciler de özgür değildir. Ateş altında çalışan Kürt meslektaşlarımın ifade özgürlüğü için ne kadar destek verebilirsem, ben de o kadar özgürleşirim.
Kürt coğrafyasında yaşanan acılara, dökülen kan ve gözyaşına kayıtsız kalamam, bu gerçeklere sırtımı dönemem.
Acılara dokunmalıyım, acıları yüreğimde hissedebilmeliyim. Böyle yapmazsam, hem mesleğime hem demokrasiye ihanet etmiş olurum. Medyanın bağımsızlık ve özgürlüğü için, gazeteciliğin temel ilkeleri için dayanışma içinde olmalıyız. Ben de bunun için, bir günlük genel yayın yönetmenliği yapmak üzere Özgür Gündem’e geldim.”
İki toplantı yaptık.
Birlikte yemek yedik.
Edindiğim bir izlenimi onlarla paylaştım:
“İki ayrı dünya oluşuyor bu memlekette. İki haber toplantısında bu durum hemen kendini belli etti. Özgür Gündem’in gündemi bambaşka. Bu masadaki haberler bambaşka. Burada hapisler var. Cezaevlerindeki açlık grevleri var. Bazı ölümlerin gerçek boyutları var. Savaş var, çatışma var, gözyaşı var. Gözaltında, cezaevinde işkence var. Yarın yine bu haberlerle çıkacak gazete... Ama bu haberlerin çok azı büyük medyada yer alacak. Kürt coğrafyasında bütün bu olan bitenden Türk kamuoyunun haberi olmayacak. Hazin olan bu, acı olan bu... İki ayrı dünya oluşuyor, iki dünya arasında duvar yükseliyor derken bunu kastediyorum. Türklerle Kürtler kopuş içinde derken bunu kastediyorum.”
Gazeteci milleti olarak bu duruma izin vermeyelim.
Barış köprüleri kuralım!
Şu noktayı birkez daha vurgulamakta yarar var.
Haberlere ‘devlet gözü’yle bakmak yoktur demokrasilerde. Bu ancak diktalara, otoriter rejimlere mahsustur.
Demokrasilerde gazeteci haber yaptığı için yargılanmaz.
Hapse atılmaz.
Baskı görmez.
Bu sadece diktalarda vardır, despotluklarda vardır.
Demokrasilerde gazetecilere terörist gözüyle bakılmaz.,
Bu sadece diktalara özgüdür.
Uzun kafın kısası:
Cehennem ateşi altında çalışan Kürt meslektaşlarımla dayanışma, demokrasi ve özgürlüğün vazgeçilmez gereğidir.