Bitmek bilmeyen karanlık bir dönemden geçiyoruz.
Zamanın trajedisini hissederek yaşayanlar için hiç de kolay olmayan yıllar...
Kapkaranlık bir tünelde el yordamıyla yol alıyoruz.
Düşünceler baskı altında.
Hayat tarzları da öyle.
Hayata farklı bakanlar hain sayılabiliyor.
Düşman muamelesi görebiliyor.
Ötekileştiriliyor.
İnsanlar farklı düşündükleri için, siyasete farklı yaklaştıkları için terörist diye, darbeci diye, vatan haini diye hapse atılıyor.
Ömür boyu zindan cezasına çarptırılıyor.
Medya neredeyse tek sesli.
Çatlak seslere izin yok, derhal susturuluyor.
Üniversite, üniversite olmaktan çıktı.
Üniversiteyi üniversite yapan özgür düşünce ortamı çoktan yitti gitti.
Akademisyenler barışı savundukları için işlerinden oldular.
Yargılandılar.
Hapse atıldılar.
Sindirildiler.
Birçok pırılı pırıl beyin yurt dışında yaşamayı seçti.
İnsanlar siyasal düşüncelerinden dolayı dışlanıyor, mahkeme ve hapishane kapılarında süründürülüyor.
Sırf Kürt oldukları için, Kürdistan dedikleri için demir parmaklık arkasında çile dolduranlar var.
Yargı bağımsız değil.
Yasama yetkilerini kaybetti.
Güçler ayrılığı yok edildi.
Hayata ve Türkiye'ye, dünyaya farklı pencerelerden bakmak isteyenler sindirildi, korkutuldu.
Kendi gerçek görüşlerini kendilerine saklıyorlar.
Ne kadar hazin.
Bu bir korku imparatorluğu...
Benim gibi düşünmeyene, benim gibi yaşamayana hayat hakkı yok, bağırışlarının başka her sesi bastırdığı, insanları yıldırdığı, nefes alamaz hale getirdiği bir korku rejimi...
"Zamanın trajedisi"yle demek istediğim bu.
Ve bu trajediyi duyumsayarak yaşamanın insanların iç dünyalarında yarattığı derin tahribatı düşünüyorum.
Farkındayım, fazla uzattım.
Kaç yıldır yaşadığımız kapkaranlık dönemi biraz daha vurgulamak için bu yola saptım.
Yoksa bugün biraz daha iyimserim.
Tünelin ucundaki ışığı gördüğüm için belki de...
Karanlığa mum yakanlar çoğalıyor.
Karanlık orasından burasından deliniyor.
Özellikle 23 Haziran'la birlikte öyle.
Korku İmparatorluğu'nda taşlar kesinkes yerinden oynadı.
Otoriter kabuğun orasından burasından yırtıldığına dair belirtiler su üstüne vuruyor.
Bu yırtıklar daha iyi bir geleceğin işareti neden olmasın. Ya da bir "çöküş"ün ayak sesleri...
Dipten gelen bir dalganın uğultusu da olabilir.
Belki de bir değişim kapıda!
Ama nasıl bir değişim olacak bu?
Nasıl gerçekleşecek?
Bu değişim, Türkiye'de kapıyı barış ve demokrasiye, hukuk ve özgürlüğe açabilecek mi?
Bilemiyorum.
Ama bir dileğim var.
Yazılarımda, kitaplarımda yıllar boyunca kim bilir kaç kez altını çizdiğim iyi niyetli bir dilek...
Keşke bu defa tutsa, gerçek olsa bu dileğim...
Özeti malum:
Tüm farklı seslerin özgürce çıkacağı ortak bir platformda buluşmak...
Bir başka deyişle:
Farklı inançta, görüşte olanların hep birlikte el ele vererek ortak bir demokrasi ve hukuk çatısı inşa etmeleri...
Bu topraklarda bugüne kadar bu işi başaramadık.
Büyük acılar yaşadık.
Darbe rejimleri gördük.
Ama yine de bir araya gelip bir barış ve demokrasi rejimi kuramadık.
Bugün de bu başarısızlıklarımızın acı sonuçlarını yaşamaktayız.
Ama bu bir alın yazısı değil.
Ben böyle düşünüyorum.
Bu başarısızlığın bu toprakların insanları için bir kader olduğuna inanmıyorum.
Bakın, dikkat edin:
Orasından burasından karanlığa mum yakanlar çoğalıyor, tünelin ucunda titrek bir ışık yanıp sönüyor.