Löngöz Koyu, Mavi Yolculuğun
en sevdiğim duraklarından biri...
Sabah erken.
Denizin üstünde en ufak kıpırtı yok.
Güneş tepenin arkasında,
kendini daha göstermiş değil.
Sonbahar serinliği hafif hafif hissediliyor.
Ve güzel bir sürpriz:
Bir tekne sessiz sedasız koydan çıkarken,
küçük bir köpek bana doğru havlıyor,
sabah sabah beni güldürüyor.
Masmavi bir sessizliğin içinde dalıyorum.
İnternette Hrant Dink Vakfı Uluslararası Ödül Töreni.
Ödülün Türkiye'den Osman Kavala'ya
verilmesi beni sevindiriyor.
Ayrıca, sevgili Osman'ın mesajında
Selahattin Demirtaş'ın, Ahmet Altan'ın,
Selçuk Mızraklı'nın, ölüm orucunda
hayatını kaybeden Ebru Timtik'in
ve hapisteki gazetecilerin
isimlerini geçirmesi çok iyi geliyor.
Törende, Rakel Dink'in içli sesiyle söylediği,
Hrant Dink'in de çok sevdiği Ermenice türkü içimi ısıtıyor:
Ben bülbülüm bir yuvam var
Bir yuvam var dağdadır.
Yar kalbimi yar kalbimi
İçi dolu kandadır.
Ama ben yine başka yerlere kayıyorum.
Yoksa yine siyasete doğru mu?
Cennette cehenneme mi?..
Nobel İktisat Ödüllü Joseph E. Stiglitz'in
son kitabının sayfaları arasında dolaşıyorum.
Kapitalizm eleştirisi çok iyi.
Kapitalizmi kendi başına bırakmanın sakıncalarını,
tehlikelerini anlatıyor.
Bir bakıma, kendi başına buyruk
"kapitalizmin vahşileştiği"ne işaret ediyor.
Bunun yol açtığı toplumsal eşitsizliklerin
kitlelerde liberal demokrasiye dönük
güvensizliği körüklediğine değiniyor.
Toplumdaki eşitsizlik, siyasal ve ekonomik
elitlerdeki açgözlülük ve kibir derken,
seçim sandığından çıkan "Trump'lar"ın
başa bela kesildiğini, dünyada liberal demokrasiyi
fena halde gerilettiklerini çok iyi özetliyor.
Şunu demeye getiriyor:
Kapitalizme
devlet sopası
lazım!
Stiglitz'in kitabı Koronavirüs öncesine ait.
Koronavirüs'le birlikte kapitalizme devlet sopası
kendiliğinden devreye girdi.
Öylesine girdi ki, bundan böyle
ekonomide devlet müdahalesi kalıcı hâle gelebilir.
Ama bu kalıcılık, kapitalizmin temel yapısını
muhafaza ederek mi, yoksa tasfiye ederek mi olacak?
Bu sorunun yanıtı bugün için tartışmalı.
Herkes kendi fikri meşrebine göre veriyor cevabını...
Stiglitz, Başkan Trump'ın liberal demokrasi düşmanlığının
dünyada popülist-otoriter dalgaları nasıl kabarttığını anlatırken,
içinde Tayyip Erdoğan'ın da yer aldığı satırlara yer veriyor:
Dünyaya şöyle bir bakarsak,
çok sayıda demagog lider görebiliriz.
Fransa'da Le Pen,
Polonya'da Morawiecki,
Macaristan'ta Orban,
Türkiye'de Erdoğan,
Filipinler'de Duterte
ve Brezilya'da Bolsonaro.
Hepsi birbirinden farklı olsalar da
bazı ortak yanları var.
Demokrasiyi sevmiyorlar.
Orban açıkça
liberal olmayan demokrasinin
faziletlerinden söz ediyor.
Bu demagog liderler,
demokrasiyle birlikte
hukuk devletinden,
özgür medyadan
ve bağımsız yargıdan
hoşlanmıyorlar.
Haksız değil Stiglitz...
HC yine şaşırdın galiba.
Cennette cehennemi düşünmeye başladın.
Olacak şey mi?
Bak, sevgili Nazar Büyüm,
Edip Cansever'den iki şiir göndermiş mailine,
açıp onları okusana.
Siyasetle çoraklaşmaya yüz tutan
o iç dünyanı az da olsa renklendirmeye gayret etsene...