İlk ders Cüneyt’ten... ’Deniz program kabul etmez, programını kendisi yapar. İnsan, zamanın esaretinden kurtulmak için denize açılır...’
Kaptan Gökhan (solda), yılların amatör denizcisi Cüneyt Solakoğlu.
Port Leucate,
9 Mayıs 2012, Çarşamba.
Marsilya’nın ilerisinde, İspanya sınırına yakın şirin bir marina...
“Bugün erken kalktım. Denizi uyandırdım” diye başlar İlhan Berk bir şiirine(*).
Bu sabah ben de böyle yaptım, Akdeniz’i pırıl pırıl güneşli bir güne uyandırdım.
İlk ders Cüneyt’ten:
“Deniz program kabul etmez, programını kendisi yapar. İnsan, zamanın esaretinden kurtulmak için denize açılır.”
En büyük mutluluk bu olmalı.
Zamanın esaretinden kurtulmak... Ya da saatine bakmaya ihtiyaç duymadan yaşamak herhalde yaşamı her daim zaman sınırlamalarıyla geçmiş bir insan için, sanıyorum, büyük bir ayrıcalık olmalı.
Son hazırlıkları yapıyoruz.
İlk işim su deposunun kapaklarını ‘diş kaptırma’dan kapatmak... Sonra, dolap düğmelerini tek tek bastırmak... Gemici düğümünü öğrenmeye sıra sonra gelecek.
Cüneyt bağırıyor Kaptan Gökhan’a:
“Koltuk halatını aldım.”
Peace’nin karayla bağı kesiliyor.
Saat 17.45
Vira bismillah!
Allah selamet versin.Apple-tab-span" style="white-space: pre">
Pırıl pırıl güneşin altında denizin üstü gümüşlenmiş gibi.
“Atla Gökhan!”
“Çıkın yavaş yavaş.”
“Derinlik 3.2 gösteriyor.”
Denizcilikte tabirler karışık. Vira demirin çekilmesi, karayla bağın kesilmesi demek. Kendi kaderinle, denizle bir başına kalıyorsun ‘vira’yla artık.
Bismillah ile de Allah’a sığınmış oluyorsun, denizde seni bekleyen tehlikelere karşı...
Balığa çıkan küçük bir tekneye rastgele selamı sallıyoruz.
Rüzgâr üşütmeye başlıyor.
Dalgalar ufak ufak büyüyor. “Ufka bakacaksın” diyor Cüneyt, “Kadın saçı gibi eğer dalgalanmaya başlarsa ufuk çizgisi, o zaman işin zordur.”
Önümüz derya deniz!
Saat 18.52
Lyon Körfezi’ne çıktık.
Korsika’ya doğru 36-40 saat açık denizde olacağız, kara görmeden.
Cüneyt memnun:
“Rüyamda görsem inanmazdım Lyon Körfezi’ni böyle bir havada geçeceğimizi...”
Atlantik’ten gelen hava Biskay Körfezi’ne patlar, Alpleri dolanıp Lyon Körfezi’ne dalarmış...
Denize çıkmadan İstanbul’da bazı dostlar -biri de Mustafa Oğuz- beni bu Lyon Körfezi konusunda o kadar korkuttular ki, bir gece önce rüyamda kâbus olarak gördüm, uğuldayan hırçın dalgalar üzerime gelirken ter içinde uyandım.
Bu rüyamı anlatınca, Kaptan Gökhan da “Vallahi Hasan Abi ilk defa denize çıkıp böylesine uzun bir yolculuğu göze almak gerçekten cesaret işi” demez mi, bi aferin çektim kendi kendime...
Çok hafif bir çırpıntının üstünde seyrediyoruz. Rüzgarın hızı saatte 6 ile 8 kilometre ya da 2-5 knot ancak. ‘Kafa rüzgârı’ymış bu, yelken yapılmazmış.
“Unutma 32 knottan sonrası fırtınadır. 40-45’e bile yükselir ki, Allah düşmanıma göstermesin.”
Denizden foş foş bir ses. Peace’nin denizi yararken çıkardığı ses.
Yapayalnızlık hissi derinleşiyor.
Teknenin Ölümü isimli şiirinde büyük ozan Melih Cevdet Anday der ki:
“Yalnızlıktır denizin tek yasası.”
Korsika’nın batıya bakan Ajajio limanına doğru yol alıyoruz. Güneş parlak ama hava soğuyor.
Sevgili babam Ahmet Cemal’i anımsadım. Trakya’daki Alpullu Şeker Fabrikasından ilk defa İstanbul’a gelmiştik. Beş altı yaşındaydım. Haydarpaşa’dan Kadıköy’e sandalla geçerken demişti ki bana:
“Elini denize sok, ağzına götür.”
“Aa tuzluymuş!”
İnsanın suyla ilişkisi ne tuhaf, hele açık denizde, sonsuzluğun ortasında...
Saat 19.10
Güneşin altında Akdeniz’in mavisi parlıyor.
Ama hangi mavi?
İsmet Özel, bir şiirinde, “Akdeniz’in ufka doğru mora çalan mavisi”nden söz eder. Şimdi öyle galiba. Akdeniz’in mavisi değişken, insanın aklını başından alıyor bazen, o kadar güzelleşebiliyor ki, hele gökyüzüyle birleştiği vakit...
Allah Allah, dümende kimse yok.
Sadun Boro’nun deyişiyle, Kaptan Neptün’ün görünmez ellerine emanet bizim yelkenli. Rota belli, ‘oto-pilot’a bağlanmış gidiyoruz. Dokunmak gerekmiyor.
Yukarımızda, uzakta Marsilya’yı geçiyormuşuz. “Hava çok güzel” diyecek oldum, Gökhan Kaptan, “ Maşallah maşallah, Allah bozmasın yani” dedi. Cüneyt, “Hele Lyon Körfezi’nde hiç bozmasın” diye tamamladı. Denizciler arasında bu Lyon korkusu epeyce yaygın...
Elektronik haritaya, GPS’e bakıyorum. Hayati bir alet, üstündeki radarıyla. 102 rotasında gidiyoruz. Port Leucate’den Korsika’ya, Ajajio’ya ince bir çizgi olarak hem rotamız, hem de Peace’nin yeri görünüyor.
Hızımız saatte 7.3 mil.
Daha 250 mil yol var.
Deniz ve yelkenli galiba insana sabır nedir çok iyi öğretiyor.
Doğuya gidiyoruz.
Güneş arkamızda alçalıyor.
Denizin rengi rüzgârı anlatır
Denizde sağımı solumu Feryal’den öğrendim İstanbul’dayken. “Sancak sağdır, s’den aklında kalsın, iskele de teknenin sol yanı...” demişti.
Ben de Hande’nin hediye ettiği kahverengi deri kaplı, üstünde Hasan Kaptan’ın Seyir Defteri’nin ilk sayfasına not etmiştim iskeleyle sancağı...
Güneş arkamızda, tam dümen suyumuzda gittikçe incelirken hava soğumaya başlıyor. Havuzlukta oturuyoruz.
Öğrenmenin yaşı yoktur.
Burun, baş taraf. Arka ise pupa. Yanlar borda. Cüneyt, dersimize denizle devam ediyor, Alman disiplini var adamda:
“Bak, denizde yer yer açık damarlar var. Rüzgârsız, genç suratlı, ürpertisi olmayan sütlaç gibi yerler... Rüzgârlı yere girince, denizin ürperdiğini görürsün. Yelkenciler yarış sırasında, rüzgârın geldiğini denizin renginden, ürpertisinden anlar, mal geliyor diye bağırırlar. Bu rüzgârla yelkenlerini doldurup yarışı kazanırlar. Şu anda biz hafif bir kafa rüzgârı alıyoruz. Keşişleme esiyor güneydoğudan. Kuzeybatı olsaydı arkamızdan, yani pupamızdan gelecek ve biz daha hızlanacaktık.”
Ekliyor:
“Arkadan gelsin, kol gibi gelsin der denizciler!”
Saat 20.55
Güneş kor yığını halinde batıyor. Birazdan bizi karanlıkta bırakacak. Tepemizde önce bir uydu beliriyor çok parlak, bizi dümen suyumuzda takibe alıyor. Karanlık inmeye başladı.
Hava kaldı, rüzgâr dindi tamamen. Lyon Körfezi bana kıyak yapıyor, yaşasın.
Ama Cüneyt uyarıyor:
“Denize sakın aldanayım deme. Şimdi bu hava sana gel gel yapıyor. Seni içine çekiyor. Sonrası belli olmaz.”
Yoksa bu deniz futbol topu gibi olmasın biraz kancık...
Deniz tanrısı Kaptan Neptün vaziyete hâkim! Oto-pilotun arkadaki iki dümeni bir sağa bir sola oynaşarak rotamızı tutuyor.
“Merak etme” diyor Gökhan Kaptan, “Radar var. 3 mil çapında bir yarım daire içinde ne varsa, ne çıkarsa hemen alarm verir, düüt düt öter.” Cüneyt, “Önümüz neta” diyor, yani temiz...
Yıldızlar gökyüzünde bir yükseliyor, bir alçalıyor. Bumba direği bir oraya bir buraya sallanıyor.
Açık denizde motorun sesini dinliyorum. Uğultulu bir ses, homurtular duyuluyor bazen. Anlaşılan, pervane denizi parçalıyor.
Ve Lyon Körfezi’nde şahane bir gün batarken Aynur’un sesi patlıyor:
“Keçike Kürdanem...”
Vakti keraat geldi galiba:
“Kaptaan rakıı!”
Saat 23.25
Gökyüzünü yıldızlar bastı.
Arada bir kocaman bir dalga Peace’yi sırtına alıyor, şöyle bir iki yana iki yana beşik gibi yumuşacık salladıktan sonra bırakıp kendi yoluna gidiyor.
Ortalık sırılsıklam, rutubet yağmaya başladı. Mehtabı bekliyoruz. Birazdan kapkara bulutların arasından çıkacak, biliyorum.
Daha yolumuz uzun. Korsika’ya kadar 39 saat sürecek açık denizdeki yolculuğumuz. Havuzlukta sırtüstü uzandım, yıldızları seyrediyorum. Ve Sabahattin Kudret Aksal’ın o şiiri:
“Adam oturmuş denize karşı
Elinde oltası yıldız tutar.”
* Bu yazılarımda şiir alıntılarımın hepsini, Deniz Şiirleri Antolojisi; derleyen: Abdülkerim Dinç; Akçağ Yayınları’ndan yaptım.
Deniz bir maceradır!
163 saat
1438 mil
15 gün...
Deniz bir maceradır!
Fena bir giriş değil.
Akdeniz’i boydan boya geçtik, azgın dalgalarla aslanlar gibi boğuşarak!
Bu cümle de idare eder.
Cem Duna’nın yalancısıyım.
Avcılık gibi denizcilikte de abartıya, eski deyişle mübalağaya biraz izin varmış...
Azgın dalga deyince öyle otuz kırk metre olmasa da, gün oldu üç dört metrelik dalgaların arasında saatlerce yuvarlana yuvarlana yol aldık.
Korktum mu?
Evet, ara sıra korktum.
Ama belli etmedim.
Zifiri karanlıkta bazen uluyan, bazen çığlıklar atan sert rüzgarların kabarttığı dev dalgaları içim ürpererek seyrederken, Sadun Boro’nun, denizciliğimizin yaşayan efsanesi Sadun Abi’nin o şen şakrak sesi kulağımdan hiç eksik olmadı:
“Cüneyt, aman tekneyi havalimanı olan yere sakın ha yanaştırma ve de Hasan’ı ayaklarından sıkı bağla ki, zoru görünce tüymesin!”
Yola çıkmadan Boğaz’da, Rumelihisarı’ndaki keyifli bir gecemizde sormuştum:
“Sadun Abi, Peace yelkenlisi 16 metre, (Jeanneau 53) okyanusu geçer mi?”
Kahkahayı atmıştı:
“Kısmet 11 metreydi. Bugünkü teknolojiden, elektronik aletlerden de yoksundu. Ama tam üç yıl dünyayı dolaştık.”
Üç kişiydik Peace’de.
Beni bu müthiş yolculuğa ikna eden sevgili dost ve yılların amatör denizcisi Cüneyt Solakoğlu, Kaptan Gökhan Efe ve ben yalancıktan Hasan Kaptan... (Ama ortak bir yanımız var, üçümüz de sıkı Galatasaraylıyız)
Bana denizin kapısını açan sevgili karım Ayşe de bize katılacaktı, ama maalesef hava muhalefeti, iş muhalefeti derken ancak son durakta, Marmaris’te bize yetişebildi.
En zorlusu Messina’ydı
9 Mayıs 2012 Çarşamba günü, Fransa’nın İspanya sınırına yakın Port Leucate isimli bir marinasından vira bismillah dedik.
O çok ürkülen Lyon Körfezi’ni selametle aşıp ulaştığımız Korsika’nın şirin Bonifacio limanında, havadan dolayı mecburen üç gece geçirdik ama pişman olmadık.
Çünkü Bonifacio’da Galatasaray’ın Saracoğlu’nda kupa kaldırdığı Fenerbahçe’yle şampiyonluk maçını büyük bir coşkuyla izledik internet başında...
Mare Terrano’yu -Tiran Denizi’ni- arada bir yüreğim ağzıma gelerek arkamızda bırakıp Sicilya’nın Messina limanına kapağı attık.
Messina Boğazı’ndan sonra en zorlu etabı Adriyatik ortasında, İyon Denizi’ni geçerken yaptık. Bir gece yarısından sonra, pırıl pırıl mehtap altında Yunanistan’ın Patras limanına kapağı atınca dünyalar benim oldu.
Sonra bir gece yine vira bismillah dedik, Patras Körfezi’ne açıldık, şafak kıpkızıl sökerken kekik kokularını içimize çeke çeke Korint Kanalı’nı geçtik ve Atina Körfezi’yle birlikte en nihayet Ege’ye açıldık.
Rotamız Paros adasıydı, bu kez kurşuni bir denizde seyretmeye koyulduk neşeyle. Amargos adasında bir gece kaldık.
Ve her iki adada gece vakti uzo eşliğinde yediğimiz kalamarlar, sardalya ve iri barbunlar damağımızdan kolay silinmeyecek tatlar bıraktı.
Saat saat doldurdum...
24 Mayıs 2012 Perşembe günü gece karanlığında Marmaris’e ulaştık.
Özetleyecek olursam:
Peace’yle 163 saat seyrettik.
1438 mil yaptık.
15 gün sürdü yolculuğumuz.
Memlekette siyaseten neler oluyor sorusuyla ancak cep telefonuma düşen mesajlar kadar ilgilendim.
Günlük tuttum, Hasan Kaptan’ın Seyir Defteri’ni saat saat doldurdum. Günlüğüme bu sefer siyaset değil, deniz hâkimdi ki, bundan da çok mutlu oldum.
Artık bu günlük de yaşantımın bir parçası haline geliyor. Siyasetten sıkıldıkça bu köşeyi denize bırakacağım.
Bugüne kadar mavi yolculuklar kadardı denize dönük ilgim, bundan böyle biraz daha derinleşecek inşallah...
Deniz maceradır, unutmayın.
T24 Notu: Hasan Cemal'in bu yazısı, Milliyet gazetesindeki 29 Mayıs 2012 tarihli köşesinden alınmıştır.