Silivri'de duruşma salonu.
Saat sabahın 10'u.
Osman Kavala, iki kolunda iki jandarma ve iki yanındaki uzun jandarma kordonuyla ve güleryüzüyle tünelin ucunda gözüküyor.
Herkes ayakta.
Alkış tutuyoruz sevgili Osman'a.
O da kollarını jandarmalardan kurtarınca, aramızda selamlaşma faslı başlıyor.
Gezi davasının tek tutuklu sanığı Osman Kavala'ya bugün tahliye kararı çıkabilir mi, sorusunda düğümlenen iyimser bir hava esiyor salonda...
Bir insan hakları örgütünün üyesi, dava için Amerika'dan gelmiş, Ermeni.
Ailesi 1915'de Diyarbakır'dan, Gürün'den Suriye'ye, Ürdün'e, Amerika'ya dağılmış.
Genç bir meslektaşım:
"Karımın annesi de Gürün'den..."
"Kürt mü?"
Gülüyor:
"Türk olduklarını söylerler ama kökleri galiba Ermeni..."
Mahkeme heyeti yerini alıyor.
Başkan'ın duruşmayı bugün sona erdirmek istediklerine dair sözleri salondaki iyimserliği besliyor.
Sevgili Osman'a tahliye gelecek mi?
Bu arada, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Cumhuriyetçiler'in beraatini isteyen görüşü etrafa yayılınca umut çıtası biraz daha yükseliyor.
Evet, 23 Haziran siyasal beklentileri iyileştirmiş durumda.
Yüzler gülüyor.
Taşların artık yerinden oynadığı, Erdoğan'ın altındaki zeminin kaymaya başladığı, yargının da bundan etkilenmeye başladığına ilişkin sohbetler Silivri kulisinde kulaklara epeyce sık çalınıyor.
Benim gibi Cumhuriyet gazetesinden gelen, adliye koridorlarının acar muhabiri Canan Çoşkun, Burası Mahkeme, Yeni Türkiye'de Yargı Rejimi adını taşıyan ilk kitabını bana imzalıyor:
"Adliyelerde tanıştığım meslek büyüğüm Hasan ağabeye..."
Kulağına eğilip şanslı olduğunu söylüyorum sevgili Canan'a, benim gibi kitabı basılmayanlar olduğunu çıtlatıyorum.
Ümit Kıvanç'la yan yana düşüyoruz. "Aman abi, oramı buramı burkma da etrafa rezil olmayalım" diyor nedense...
Tanıl Bora, elinde kırmızı defteri ile geliyor, sık sık, kesik kesik not alıyor ama tuhaf bir not düşme tarzı var.
Mehveş Evin'e bakıyorum.
Ressamlığa mı heveslenmiş ne, Osman Kavala'nın kara kalem resmini çiziyor.
Hasan Cemal;
Etrafı bıraksan da, artık mahkemenin seyrini yazmaya başlasan, diye bir ses çınlıyor içimden.
Kimin sesiyse haklı.
Avukatlara kulak veriyorum.
Hepsi çok iyi.
İddianameyi delik deşik ediyorlar.
Aslında, zavallı bir iddianameyi madara etmenin o kadar güç olmadığını düşünüyorum.
Sevgili Fikret İlkiz, o çok sevdiği teatral havasında:
Yasalara uygun bir iddianame beklemek hakkımızdır. Hukukun diliyle konuşan, kanunun diliyle, İnsan Hakları Sözleşmesi diliyle konuşan, direnmeyi bir hak olarak kabul eden kanunların diliyle konuşmalısınız. Hakim ve Savcılar Bildirgesi'ne göre, "İnsan haklarına saygı gösterir, insan onurunu korur ve herkese eşit davranır" sözü verdiniz.
Bu iddianame, sanıkların adil yargılanma hakkının ihlalidir. Kimse aynı suçtan iki kez yargılanamaz. Ve mahkum edilemez! Mahkumiyet kararları bile size böyle suç ileri sürmeyi, böyle bir iddianame yazmayı size yasaklar. "Zorba yönetim, kötü yönetim olarak karşımıza gelir" der Platon. Eski Yunan Atina Senatosu direnme hakkını ileri de taşıyarak, hakkın yerine getirilmesini görev tanımlamıştır.
Bu iddianame, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 17. maddesine aykırıdır. Gezi olayları tarihteki yerini almıştır.
Avukat Özgür Karaduman'ı dinliyorum:
15 Temmuz gibi devletin bir dönem siyasal ortaklığını yapmış Fethullahçı çetenin darbesini tartışırken, Fethullahçı çetenin hazırladığı kıymetlendirilmiş bir iddianameyle yargılanıyoruz. Ali Babacan'a rezerv soruşturma açılması, Meral Akşener'e rezerv iddianame konması yeni Türkiye'nin hukuk düzenine işaret ediyor. Diyor ki: "Bugün benim için suçlu değilsiniz, ama yarın siyasal pozisyonum değişirse, sizi nasıl yargılayacağımı bilemem."
Köksal Bayraktar can alıcı bir noktaya değiniyor:
Müvekkilim 21 aydan beri, yani 630 gündür özgürlüğünden yoksun... Önceki duruşmadan sonra önemli bir belge ortaya çıktı. Bu belge bizim konumuz yönünden son derece önemli bir delil niteliğinde. Bu belge Anayasa Mahkemesi'nin kararıdır. Mahkeme'nin başkan vekillerinden Hasan Tahsin Gökcan ilginç bir şekilde, suç için cebrin ve diğer unsurların yanı sıra silahlı örgüt kavramının da gerçekleşmesini gerekli tutuyor.
Bu son derece önemli bir tespit. Hükümeti devirmeye teşebbüs etmek ancak silahlı bir örgütün faaliyetiyle mümkün olabilir. Gökcan, aynı kararda yasal prosedürlere uyulmadan icra edilse dahi, cebir ve şiddet unsurunu taşıması gereken suçların dayanığının olgular olmasının hukuki bir dayanağı bulunmamaktadır. Bununla da kalınmıyor. Anayasa Mahkemesi'nin Başkanı Zühtü Arslan, Osman Kavala'nın telefon görüşmelerinden birine dayanarak cebir ve şiddetin bulunduğunu söylemenin mümkün olmadığını söylüyor."
Can Dündar’ın avukatı Akın Atalay:
Can Dündar’in can güvenliğinin olmadığı somut olgularla ortada. Hakkında ilk açılan haber davasının karar duruşmasının akabinde silahlı saldırıya uğradı. Bu durum mevcutken müvekkilime "Hadi yurda gel" deniyor. Eğer yargının kesintiye uğratılmaması isteniyorsa, yasalar yurt dışında yaşayan sanığın istinabe yoluyla ifadesinin alınmasına izin veriyor.
Hürrem Sönmez:
Benim müvekkilim hiç çekmediği bir film nedeniyle hükümeti yıkmaya teşebbüs suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile yargılanıyor. Hükümeti yıkmaya teşebbüs fiili, film çekerek işlenen bir fiil değilir. Bir film kötü olabilir, vasat olabilir ama suç oluşturan bir eylem olarak değerlendirilemez.
Bahri Belen'i dinliyorum:
Müvekkilimin suçlanmak istendiği faaliyetler Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün denetiminden geçmiştir. Mali açıdan ve faaliyetleri açısından olumsuz bir değerlendirme, bir yaptırım olmamıştır. Açık Toplum Vakfı ile Gezi'deki eylemler arasında suç bağlantısı kurmanın ve müvekkilem hakkında yakalama kararı çıkarmasının hukuki olmadığı kanaatindeyiz.
Osman Kavala en sakin haliyle, yumuşak üslubuyla savunma yapıyor:
Gezi protestolarını, hükümeti devirmeye değil, yanlış kararlardan döndürmeye yönelik demokratik bir kampanya olarak gördüm. İddianamedeki suçlamalarla ilişkin sorgulanmadım. İddianamedeki kurgunun temel unsurlarını teşkil eden Soros, Açık Toplum Vakfı, Taksim Dayanışması, Otpor'la ilgili bana hiçbir soru sorulmadı. İddianamenin tutuklanmamdan 16 ay sonra hazırlanmış olması da somut delil arama çabasının göstergesi. İddianamedeki deliller seyahat programım ile Anadolu Kültür'ün mali raporları. Bunların tutukluluğumla alakası olmadığı açık. Bu bilgiler ve mali raporlar suç işleme kastıyla fon kullanıldığına ya da kullandırıldığına dair bir somut delil içermiyor. Beni suçlayan KOM dairesinin hazırladığı analiz raporunda hiçbir delil yok. 15 Temmuz darbe girişimine destek olması suçlaması iddianameye dönüşmedi, soruşturma dosyası olarak devam ediyor.
Hakkındaki gizlilik kararı devam ediyor. Tutuklandıktan sonra Henry Barkey ile 93,5 saat telefon kaydımın olduğuna dair asılsız haberler yayınlandı. Ama tek bir görüşmemiz yok. Tutuklandıktan sonra da suçlamalarla ilgili somut delil yok. Şüphe ile delil arasındaki kopukluk daha belirgin hale geldi. Bu nedenle tahliyemi talep ediyorum."
Duruşma salonu boşalıyor.
Karar için heyecanlı bekleyiş sonrası saat beş buçukta büyük bir hayal kırıklığı:
Tahliye yok!
Hukuk ve adalet kapımızı bir kez daha çalmıyor.
Bir kötü haber de Batman'dan...
Simsiyah yüzlerle Silivri'den ayrılırken, hukuk ve özgürlüğe bir darbe haberi de Batman'dan geliyor:
Bakur/Kuzey belgeselinin yönetmenleri Çayan Demirel ve Ertuğrul Mavioğlu'na 'terör propagandası' yapmak suçlamasıyla yargılandıkları davada 4'er yıl 6'şar ay hapis cezası verildi. Mavioğlu ve Demirel hakkında yurt dışına çıkış yasağı şeklinde adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar verildi. Karar sonrası sosyal medya hesabından açıklama yapan Mavioğlu, "Film çekene, yazı yazana, hakikatin peşine düşene, sözünü esirgemeyene verilen bu ağır cezalar başkaları ibret alsın diye. Sakın ibret almayın, sakın cümlenizi eksiltmeyin, sakın enseyi karartmayın. Bu zorbalık da aşılır elbet!" dedi.
Hukuk, adalet ve özgürlük kapımızı ne zaman çalacak?