Günaydın Can, nasılsın?..
Sen hapistesin, ben dışarıda...
Hem vicdan azabı, hem çaresizlik...
Hep böyle olur, bu duygular iç dünyamı kemirmeye başlar.
Ne yapmalıyım sorusu sürekli kıpırdanır içimde...
Ne yapabilirim ki?
Bu soru işaretinin çengelinde çaresizlik de kıvrılır, vicdan azabı da...
Sevgili Can, söyle.
Elimden ne gelir ki, oturup yazmaktan başka?..
Ya da bu dünya despotlara kalmaz diye noktalanan yazılarımı tekrarlamaktan başka?..
Bir bakıma sıkıcı değil mi?..
Buz üstüne yazar gibi...
Veyahut hep aynı filmi seyreder gibi bir duygu...
İfade özgürlüğünü bizden önce kaç nesil savundu.
Basın özgürlüğü dediler.
Devletin bu topraklardaki hoyratlığını eleştirdiler, lanetlediler.
Hukuk devleti istediler.
Bağımsız yargı olmadan, güçler ayrılığı olmadan demokrasi olmaz diye yazıp durdular.
İnsan hakları dediler.
İnsanlığa ait bu evrensel değerler için hapis yattılar.
Demokrasiyi demokrasi yapan değerleri savundukları için baskı gördüler.
İşkencehanelerden geçtiler
Öldürüldüler.
Söyle Can!
Ne zaman bitecek bu çile?..
Yine aynı film vizyonda!
Ne yazık ki öyle.
Şimdi sen hapistesin.
Erdem Gül hapiste.
Mehmet Baransu hapiste.
Hidayet Karaca hapiste.
Gültekin Avcı hapiste.
Cevheri Güven hapiste.
Murat Çapan hapiste.
Kürt gazeteciler hapiste.
Ahmet Altan geçen gün P24’deki yazısında diyordu:
Söyle Can! Ne zaman bitecek bu çile?.. Şimdi sen hapistesin. Erdem Gül, Baransu, Karaca, Avcı, Güven, Çapan, Kürt gazeteciler hapiste...
Şimdi gazetecilere saldırıyorlar.
Galiba hiçbir yönetimin saldırmadığı kadar sert saldırıyorlar gazetecilere ve fikir özgürlüğüne.
AKP iktidarının diğer iktidarlardan farkı, gazetecileri casusluk ve silahlı terör örgütü üyesi olmakla suçlaması ve bu suçlamaları ciddiye alacak mahkemeleri olması.
Sanırım Takrir-i Sükûn kanunundan bu yana karşılaştığımız en ağır saldırıyla karşı karşıyayız.
Askerî dönemlerde bile rastlanmamış bir pervasızlık ve gözü dönmüşlükle saldırıyorlar.
Bunun en önemli nedenlerinden biri neredeyse delice bir korku içinde olmaları.
O kadar çok suç işlediler ki, özgür bir ülkede yargılanmaktan kurtulamayacaklarını bildiklerinden, özgürlüğün sınır muhafızlarını yok edip, barbarca bir işgali gerçekleştirmeye uğraşıyorlar.
Söyle Can! Bu bizim kaderimiz mi Hayır, böyle bir kaderi senin gibi ben de reddediyorum. Bu alınyazısı elbirliğiyle silinecek
Sevgili Can;
Cumhuriyet’teki başyazarımız Nadir Bey, 27 Mayıs darbesi dönemindeki bir yazısından dolayı gazetesi 12 Eylül’de, tam 23 yıl sonra yine kapatılıp hakkında dava açılınca yakınmıştı köşesinde:
“Bu adam acaba dünyaya boşuna mı gelmiş diye soracaklar.”
Bizler de böyle mi diyeceğiz?
Nesiller değişecek, film değişmeyecek mi?
Söyle Can!
Bu bizim kaderimiz mi?
Bu bir alınyazısı mı?
Hiç değişmeyecek mi?..
Hayır, böyle bir kaderi senin gibi ben de reddediyorum.
Bu alınyazısı elbirliğiyle silinecek.
Sevgili Can;
Eminim bu konuda senin de bir kuşkun yok.
Bizim daha söyleyecek çok sözümüz var.
Çok eleştirimiz var.
Çok itirazımız var.
Bunun için ifade özgürlüğümüze sahip çıkmayı sürdüreceğiz.
Bunun için bağımsız gazeteciliğe daha çok sarılacağız.
Bunun için bizden farklı düşünenlerin özgürlük bayrağını da yükselteceğiz.
Özgürlük mücadelesi hep birlikte verilecek.
Demokrasi hepimizin için ortak platform olacak.
Yazın bir kenara:
Geçmişte yapılamayan bu sefer yapılacak.
Alınyazımızı hep birlikte sileceğiz.
Özgürlük ve demokrasi Türkiye’ye de gelecek.
Hapislerle, baskılarla bizi yıldıramazlar.
Gazetecilik sevgimiz yok olmayacak.
Sevgili Can;
Sen de gayet iyi biliyorsun:
Bu dünya despotlara kalmadı, kalmayacak!