Eski bir özel kuvvetçi askerin savcılık ifadesinden:
Rütbeli biri verdi görevi,
keşif yaptım,
tetikçiyi götürdüm,
bir silah sesi duydum,
pişmanım!
Böylece bir insanlık suçu daha işleniyor,
faili meçhul cinayetler zincirine bir halka
daha ekleniyor. Asuman Aranca'nın
T24'deki haberini okuyorum:
Ankara Üniversitesi'nden Doç. Dr. Necip
Hablemitoğlu’nun 18 Aralık 2002’de
evinin önünde öldürülmesine ilişkin
soruşturma kapsamında tutuklanan
eski özel kuvvetçi Gökhan Nuri Bozkır
savcılık ifadesinde, o dönem üst düzey
rütbedeki bir ismin 2002 Kasım ayı ortalarında
kendisini çağırarak, örtülü bir görev
kapsamında Hablemitoğlu’nu hedef
olarak bildirdiğini ve kendisinden
keşif yapmasını istediğini anlattı.
“Tespitleri rapor haline getirdim,
raporu da emri veren kişiye teslim ettim” dedi.
İfadesine şunları da ekledi:
"Tetikçiyi söylediği yerden arabayla aldım.
Evin yakınındaki boş arazide indirdim.
Beklemeye başladım. Beş on dakika sonra
silah sesi duydum. Sokağa girerek
tetikçiyi aldım ve evine bıraktım.
Olay yanlıştı, pişmanım."
Gökhan Nuri Bozkır
İnfaz emrini veren üst düzey rütbeli
kişi kim?
Tetikçi kim?
Neredeyse bütün faili meçhul cinayetler gibi
"Hablemitoğlu cinayeti"nin de
üstü kapatılacak mı?
Necip Hablemitoğlu
Kim bilir kaç kere yazdım.
Evet, faili meçhul cinayetler insanlığa karşı suçtur.
Hukuku hiçe saymaktır.
Devlet politikası olarak cinayet işlemektir.
Devletin hukuk dışına çıkmasıdır.
Devlet terörüdür.
Söz konusu vatansa gerisi teferruattır
zihniyetinin devlete cinayet işletmesidir.
Bu memlekette devlet, faili meçhul cinayetler
dosyasını açmak istemiyor.
Yargı, zaman aşımına yatıyor.
Hükümetler derin devlet karşısında
boyun büküyor, suça ortak oluyor.
Özellikle 1990’ların ilk yarısında
Güneydoğu’da yaşanan binlerce faili meçhuller,
devletin en karanlık, en kirli sayfalarından biridir.
İnsanın içi acıyor.
Barış hiçbir yerde acının,
kin ve nefretin üstüne kurulamaz.
Biz ne yazık ki kin ve nefreti
besleyen "altyapı"yı yok edemiyoruz.
Yıllardır öyle.
Acılarla yüzleşebilsek, o derin acılara yol
açanlardan hesap sorabilsek, kin
ve nefretin dayandığı
o altyapı çoktan yok olup giderdi.
Çünkü devlet hukukla, demokrasiyle,
insan haklarıyla tanışırdı.
Olmadı yapamadık.
Yalanda yaşamayı tercih ettik.
Gerçeklerden korktuk.
Demokrasi ve hukuka kapılarımızı kapadık.
Haksızlığın, adaletsizliğin üstünü örtmeye çalıştık.
Dün de öyleydi. bugün de öyle.
Bu büyük acılar unutulmaz.
Gerçeklerin elinden kurtulamayız.
Doğru olan yalanda değil,
"gerçekte yaşamak"tır.
Barış ve demokrasi ancak böyle yakalanır,
gerçeklerin, acıların üstünü örterek değil.