Lanet olsun!
Evet öyle.
Arzu Yıldız, gazeteci.
Ne yapmış?
Haber...
Neymiş haber?
MİT TIR’larında gerçekleri ortaya çıkardıkları için yargılanan savcıların savunması...
Bu savunmayı haber yaptığı için mahkemeden iki karar çıkmış:
1 yıl 8 ay hapis...
Ve annelikten men...
Bir haberin cezası işte böyle.
Bunun içindir ki yazıma:
Biliyorum, ‘filmin sonu’nu görmek kimselere nasip olmuyor.
Şarkılarımız hep yarım kalıyor.
Ama her şeye rağmen
daha iyi bir dünya
mümkün!
Lanet olsun!
diye başladım.
Nasıl bir ülkede yaşıyoruz?
İki çocuk annesi olan gazeteci Arzu Yıldız.
Haber yapıyor.
Hapis cezası alıyor.
Annelikten de men ediliyor.
Ve yaprak kımıldamıyor.
Kıyamet kopmuyor.
Böyle ülke olmaz olsun.
Böyle medya olmaz olsun.
Böyle basın olmaz olsun.
Ve mesleğine, meslektaşlarına sahip çıkmayan ‘gazeteci milleti’ne yazıklar olsun.
Bir konuda iki yıldır devam eden hukuksuzları bugüne kadar yazabilen tek gazeteciyi hapis cezasına mahkum et, annelikten de men et.
Ortalıkta çıt çıkmasın.
Biliyorum.
Hukukun inceliklerine sığınarak türlü yorumlar yapabilen çok bilmişler şimdi sahneye çıkabilir.
Ama onların önce haberle cezayı, haberle hapsi birbirinden ayırt etmeyi öğrenmeleri gerekir.
Bir nebze olsun öğrenebilirlerse, demokrasi kültüründen biraz da olsa nasiplenmiş olurlar.
Allah’tan tek tük vicdanlı kalemler hala var ses çıkaran, itiraz eden.
Bunlardan biri Perihan Mağden.
Son yazısından bir bölüm aşağıda:
Bir KAHRAMANIM var bu hafta:
ARZU YILDIZ!
MİT TIR’ları vakasında hakikatleri ortaya çıkardıkları için yargılanan savcıların savunmasını yayınladığı için hem hapis, hem de annelikten MEN cezası aldı!
Sizin haddinize değil Arzu Yıldız’ı annelikten men etmek.
Olanca cesaretiyle çıkıp:
“Hem anneliğime devam, hem gazeteciliğime’’ dedi.
Ağızlarının (var mıdır herhangi bir organları?) payını verdi.
Benim kahramanım ARZU YILDIZ.
Yılın gazetecisi.
Yılın annesi.
Annesi ve gazetecisi. Korkutamazsınız. Korkutamayacaksınız.
Bir konuda
iki yıldır
devam eden hukuksuzları bugüne kadar yazabilen
tek gazeteciyi hapis cezasına mahkum et, annelikten de men et.
Ortalıkta
çıt çıkmasın
Evet, nasıl bir memlekette yaşıyoruz?
Ya da nereye gidiyoruz?
Nuray Mert, Cumhuriyet gazetesindeki yazısında bu sorunun yanıtını veriyordu:
Cumhuriyet idaresi, onca iddiasına rağmen toplumsal barışı tesis edemedi.
Buna dayalı bir demokratik düzen inşasını başaramadı.
Ama ona itiraz edenler de başaramadı.
Onlar da, son halkası AK Parti olan seyirleri boyunca, toplumsal barış ve ona dayalı bir düzen kuramadı.
Tüm bu hikâyenin sonunda vardığımız yer çok acıklı:
Bir “üçüncü dünya” diktatörlüğü veya daha da ötesi “post-totaliter” bir rejim.
O nedenle, bu sıradan bir siyasal sistem meselesi değil, daha büyük bir mesele.
Bu topraklarda barış içinde, demokratik bir hukuka dayalı, kurumsallaşmış bir düzen kuramama, alabildiğine savrulma meselesi...
Bir tarihi mesele...
Bir hazin tarih seyri...
Evet, gerçekten hazin.
Peki, söyler misin sevgili Nuray Mert, bu hazin seyri nasıl değiştireceğiz?
Yoksa razı mı olacağız?
O kadar çok kaderine razı olan var ki.
Bazen karamsarlaşıyorum.
Biliyorum, ‘filmin sonu’nu görmek kimselere nasip olmuyor.
Şarkılarımız hep yarım kalıyor.
Ama her şeye rağmen daha iyi bir dünya mümkün!
Cannes Film Festivali’nde büyük ödülü alan İngiliz yönetmen Ken Loach’un sözleri yüreğime biraz su serpti:
Umut etmeyi sürdürmeliyiz. Başka bir dünya mümkün.
Evet öyle, umut etmeden yaşanmıyor.