Silivri'den gece yarısı can sıkıntısıyla çıkarken bir tweet attım:
Cumhuriyet davasında
hukuk ve adalet cinayeti
devam ediyor,
yine tahliye yok!
Twitter'dan anında tepki aldım:
Anayasa askıda,
yargı Saray'a bağlı,
fiili diktatörlük rejimi var.
Ve siz tahliye bekliyorsunuz.
Bu bir mantık hatası değil mi?
Belki öyle ama yine de her şeye rağmen tahliye bekledim.
Gelecek hafta da bekleyeceğim.
Ahmet'le Mehmet Altan'ın, Nazlı Ilıcak'ın, Şahin Alpay'ın, Ali Bulaç'ın 18 ve 19 Eylül'deki davalarında da tahliye umudu besleyeceğim.
Biliyorum, "Daha çok beklersin" diyen sesler kulağıma çalınıyor.
Hiç kuşkusuz ben de biliyorum, Erdoğan'ın ülkesinde artık hukukun esamesi okunmuyor.
Ben de farkındayım, yargı çoktan beri Saray'ın önünde eğilmiş durumda.
Silivri'de pazartesi günü gece yarılarına kadar Cumhuriyet davasını izlerken, Kadri'yle, Murat'la, Akın'la, Ahmet'le uzaktan el kol hareketleriyle hasret giderirken elbette unutmadım bu gerçekleri...
Bu dava siyasi bir dava.
Hukukla ilgisi yok.
Hatırlayın:
Tayyip Erdoğan Can Dündar'a, "Ben bunu senin yanına bırakmam!" diye nasıl bağırmıştı.
"Bu gazeteciliktir, haberciliktir" diye karar veren Anayasa Mahkemesi'ne nasıl yıldırımlar yağdırdığını da hatırlayın Tayyip Erdoğan'ın.
Anayasa Mahkemesi'nin bu kararına uyan mahkemeye karşı nasıl yeri göğü inlettiğini de aklınızdan çıkarmayın.
Bunları anımsayınca, Cumhuriyet davasının hukukla ilgisi olmayan rezil bir siyasal operasyon olduğu kolayca anlaşılır.
Öyle bir operasyon ki hedefi, farklı bir sesi susturmaktır.
Eleştirel ve muhalif olanı tasfiye etmektir.
Öyle bir operasyon ki hedefi, medya alanını Saray açısından tam manasıyla dikensiz gül bahçesi hâline getirmektir.
Öyle bir operasyon ki hedefi, medya alanını Saray açısından tümüyle dikensiz gül bahçesi haline getirmektir.
Öyle bir operasyon ki hedefi, Cumhuriyet'i Atatürkçülük örtüsü altında Saray'a biat ettirmektir.
Evet, Cumhuriyet kuşatma altında!
Büyük bir kuşatma bu.
Bir yandan Silivri'de saatler boyu meslektaşlarımın, avukat arkadaşlarımın verdikleri hukuk savaşına tanıklık ederken, diğer yandan mahkeme koridorlarlarında dostlarla Cumhuriyet'e dönük 'kuşatma'yı konuştuk.
Bu arada İnan Kıraç'ı tanık kürsüsünde izlemek ilginçti.
"Cumhuriyet'i artık okumuyorum, çünkü gazetenin yayın çizgisi değişti" sözleri bana, bir kez daha, Cumhuriyet'in nasıl bir kuşatma altında olduğunu, Cumhuriyet'e nasıl bir operasyon çekilmek istendiğini biraz da içim acıyarak gösterdi.
Gerçekten hazin.
Ama Cumhuriyet bu 'kuşatma'yı yarabilecek, düzlüğe çıkabilecek tarihsel bilince ve deneyime sahiptir.
Cumhuriyet, bu ülkede cumhuriyeti ve demokrasiyi, hukuk ve adaleti savunan bir gazete olarak ayakta kalacak.
Erdoğan'la işbirlikçileri şu gerçeği iyi bilsin:
Cumhuriyet'i yıkamazsınız.
Demokrasiyi yıkamazsınız.
Hukukun üstünlüğünü, yok edemezsiniz.
Bağımsız ve özgür gazeteciliği yıkamazsınız.
İntikamcılık üzerine kurulu demokrasi düşmanı oyunlar sonunda etkisiz kalacak.
Eyy Erdoğan,
Bu gerçeği aklından çıkarma!